8 Nisan 2018 23:40

Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan: CHP, İYİ Parti, SP ittifakı yarar getirmez

Gerek cumhurbaşkanlığı, gerekse yerel seçimler konusunda iktidar bloğunun stratejisi uzun süredir oluşturulmuşken, ana muhalefet partisinin “görüşmeler sürüyor” noktasında olması eleştiri konusu. Geçtiğimiz hafta bu çerçevede milletvekilleriyle toplantılar yapılıp, meselenin Parti Meclisi’nde de (PM) masaya yatırılacağı açıklandıysa da, konuyla ilgili somut bir gelişme henüz yok.

İktidar bloğunun “Biz ittifak kurduk, hadi siz de kurun” dayatmalarına direniyor olmakla birlikte, kitle örgütleri ve partilerle temaslarını sürdüren CHP yönetimi, bu temasların salt ittifak arayışı olarak değerlendirilmemesi gerektiğini söylüyor. Bu çerçevede son olarak geçtiğimiz hafta Demokrat Parti (DP) ile görüşen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ittifak şeklinde olmasa bile, “temel demokratik ilkelerde anlaştıkları herkesle seçim birlikteliği oluşturulabileceklerini” belirterek, cumhurbaşkanlığı seçiminde “yüzde 60 oy alacakları” iddiasını yineledi.

CHP’nin dahi “milli güvenlik sorunu” olarak gösterildiği, OHAL’in her türlü baskıyı arttırmanın aracı olarak kullanıldığı şartlarda CHP seçimlerde nasıl bir yol izleyecek? Gökkuşağı, demokrasi veya cumhuriyet ittifakı olarak isimlendirilen ittifakın ilkeleri, kapsamı ne olacak? Yerel seçimler için adaylar belirlenirken hangi şartlar gözetilecek? Yüzde 60 iddiasının altı nasıl dolduruluyor?..

“CHP ve seçimler” başlığının öne çıkardığı soruları CHP PM Üyesi, Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan’a yönelttik.

AKP-MHP ittifakının resmiyet kazanması, seçim yasasının değiştirilmesi gibi süreçler ilerledikçe CHP’ye şu eleştiri daha fazla yöneltiliyor: ‘İktidarın bir seçim stratejisi var, fakat ana muhalefet partisinin yok!’ Bu algının oluşmasına ne sebep oluyor?

Partinin seçim stratejisi elbette var, ama bunun altının doldurulması önümüzdeki haftalar, belki bir iki ay içerisinde daha somut hale gelebilir.

Peki, nasıl bir yol izlenecek?

Birincisi, referandum sürecini, oy verme davranışlarını yaş grupları ve diğer açılardan gözeterek, referandum sonuçlarını elde tutmaya ve büyütmeye yönelen bir strateji var. Çünkü referandumda, CHP seçmeni “hayır” verenlerin sadece bir kısmını oluşturdu. Burada demokrasi, hukuk devleti, adalet vurgusu ve iktidarın kutuplaştırma politikalarına karşı Türkiye’de farklı kesimlerin birlikte yaşama iradesini gözeten bir tutum söz konusuydu. İkincisi, referandum sürecinde hatırlarsanız çok görünür değildi CHP. Bu az çalıştığı anlamına gelmiyor ama illa kendi renklerini, bayrağını öne çıkaran, hayır’ı domine eden bir tutum değil; yurttaşın ortak iradesini öne çıkartan bir tutum izledi. Böylece CHP dışı veya HDP dışı, yahut da AK Parti dışı daha muhafazakar ama demokrasiyi savunan kesimler ve başka bir sürü bağımsız sivil hareketler buna katıldı. Bence referandumda en önemli şey buydu ve olumlu algılandı. Adalet Yürüyüşü’nde de benzer bir yol izlendi, başarılı da oldu. Aslında bence bu bir anlamda partinin öğrenme süreciydi. Partinin toplumun farklı kesimleri, farklı renkleriyle birlikte yürüme -aslında her zaman böyle olması lazım da- artık bir zaruriyet haline girmişti. Muhalefetin, sosyal demokrasinin kazanması için zaten kimlik temelli kutuplaştırmaya karşı, toplumun dini, mezhebi, yaşam tarzı ayırımlarını gözetmeyen, evrensel hukuk devleti, demokrasi ilkeleri temelinde her toplum kesimine yaklaşan bir yol izlememiz lazım. Sosyal demokrasinin fikriyatı da bu. Dolayısıyla bu gayret devam edecektir. En genel strateji budur. 2019 seçimleri bir parti meselesi değil derken de bunu söylüyoruz.

Grup Başkanvekili Özgür Özel ‘Tabanda bir ittifak var ama tavanda olup olmayacağına bakacağız’ dedi. Madem tabanda böyle bir bu arzu var, tavanda olup olmayacağını ne belirleyecek?

Biliyorsunuz bugün en önemli konu, Türkiye’nin hızla bir hukuk devletinden çıkma yolunda ilerlemesi. Yani bırakalım demokratik hak ve özgürlüklerin tanınmasını, hukuk devleti olmaktan çıkıyor. Keyfilik var ve OHAL yönetimi altında bu keyfilikler çok daha büyük ölçüde sürdürülüyor. Bundan çıkılması gerekiyor çünkü bu hepimizin geleceği. Bu, iktidara oy veren halk kitlelerinin de ortak geleceği. Dolayısıyla hukuk devleti, demokratik hak ve özgürlüklerin sağlanması, parlamenter rejimin yeniden oluşturulması ittifak ilkelerinin ana çerçevesini oluşturacaktır.

Sıraladığınız temel başlıklar başta demokrasi güçleri olmak üzere geniş bir kesimin üzerinde uzlaştığı ilkelerken, ‘tabanda var ama tavanda olacak mı’ dan ne anlayalım?

Tabanda olduğunun en somut göstergesi belirttiğim gibi referandumda ortaya konulan irade. Bu nedenle tabandaki hayır tutumunu büyütmek temel hedef. Tabii ki bunun zorlukları var; yani “bizi şöyle bir tehdit bekliyor, buna karşı duruyor, hayır diyoruz” demek daha kolay. Seçimlerde yerine koyacağınızı da iyi anlatmanız gerekiyor. Burada partiye de düşen görevler var. Biz kendi önceliklerimizi değil de, dediğimiz kesimleri tutan ve daha da büyütmeye çalışan bir tarz, söylem oluşturabilirsek o zaman tabandaki iradeyi güçlendiririz. Meseleye böyle yaklaştığımızda, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde birinci turda herkesin kendi adayını çıkarması, kendi söylemini, dilini kurması daha doğru görünüyor. Taktiksel açıdan baktığımızda da daha doğru ama ikinci turda kazanma hedefi öncelikli olmalı.

‘İttifak yapacak mı?​’ veya  ‘Kimlerle yapacak?​’ soruları kadar, cumhurbaşkanı adayının kim olacağı da CHP’nin en çok muhatap olduğu sorulardan. Kılıçdaroğlu, ‘Şimdiden isim açıklayıp adayın yıpratılmasını istemiyoruz’ dedi ama siyasal iletişimciler bunu çok doğru bulmuyor. Sizin değerlendirmeniz ne?

Buna zaten henüz karar verilmiş değil. Yani adayımız belli oldu da bunu açıklamıyor değiliz. Sonuç olarak partinin yeni değiştirilmiş tüzüğüne göre de bu PM kararıyla olacak. Bununla birlikte son anda aday belirleyip açıklamayı ben de çok doğru bulmuyorum. Hele de bilinirliliği yüksek biri değilse. Dolayısıyla açıklandığında seçime belli bir zaman olmalı. Bu belediye başkanları için de geçerli.

MÜHENDİSLİK YÖNTEMLERİ HER ZAMAN BAŞARILI OLMAZ

Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri üzerindeki etkisi açısından son günlerde daha fazla tartışılan yerel seçimde CHP nasıl bir yol izleyecek? CHP’nin Ankara’da sağ, İstanbul’da sol aday tercihinde bulunacağı, Ankara’da Mansur Yavaş’ın yeniden aday gösterilebileceği konuşuluyor. Partinizin yerel seçim stratejisi kentin eğilimlerine göre sağ ya da sol aday şeklinde mi oluşturulacak?

Bunlar spekülasyon. Yerel seçim için alınmış bir karar yok. Ama ben de yerel seçimlerin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Başta İstanbul olmak üzere büyük kentleri muhalefet alırsa -ki alabilecek kapasitede olduğumuzu, bunda da yine referandum sonuçlarının önemli bir gösterge olduğunu düşünüyorum- bu çok şeyi belirleyecektir. O nedenle cumhurbaşkanlığı seçimi zamanında olacaksa eğer, ki öyle görünüyor, o zaman biz genel seçimlerden önce yerel seçimi ve onun adaylarını tartışalım. Şu bir gerçek, bazı kentleri almak için CHP’nin aldığı oyun üzerine çıkmak gerektiği ortada. Fakat  ben “Şu aday CHP’den oy alır, aynı zamanda şu özelliği nedeniyle Kürt seçmenden, şu özelliği nedeniyle muhafazakar seçmene de uzak düşmez” gibi mühendislik yöntemlerinin her zaman başarılı olduğunu düşünmüyorum.

Sizce nasıl olmalı?

Tabii ki bunlara bakılacak, ama seçmene özellikle gençlere, kadınlara gelecek umudu verecek, farklı kesimlerden oy almaya dönük, negatif yönü olmayan ama dinamik ve genç bir adayla seçime gitmek pekala daha doğru olabilir. Yani seçmenler üzerinde bir büyü de yaratılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü siyasete kitlenin katılması lazım. Saf akılla oy verilmiyor, çeşitli duygusal özdeşleşmeler kurulması, adayın kendine yakın hissedilmesi gibi şartlar da çok önemli.

Başbakan Binali Yıldırım’ın halen en güçlü seçenek olduğu belirtilen iktidar cephesinde henüz adaylığını açıklayan bir isim yok, ancak CHP’de bazı isimler aday olduklarını açıkladı. İstanbul’u almanın önemini anımsadığımızda, sıraladığınız kriterlere İstanbul için nasıl eklemeler yaparsınız?

Adayların ortaya çıkması gayet doğal ama bence seçmeni çekebilecek, umut yaratacak isimler olması lazım. Elbette belli ölçüde tanınırlığı ve genç, bir de mümkünse belediye tecrübesi olmalı. Yine, bir İstanbul rüyası yazması gerekiyor. Tabii tek başına adayın değil, partinin İstanbul rüyası yazması gerekiyor. Çünkü seçimde yüzde 1’lik, 2’lik oylar bile önemli, bu bir gerçek. Belki size daha önce hiç oy vermemiş insanlar bu rüyaya gidip oy verecek.

Soruya geri dönersek; adayların kentin siyasi eğilimlerine göre belirlenmesi ideolojik, politik tutarlılık açısından sorun teşkil etmez mi? Ek olarak örneğin Ankara’da Mansur Yavaş tercihi, bu kez de sol oyları kaçırmaz mı?

Doğrusu Ankara’da kim aday olacak bilmiyorum, ona girmeyeceğim fakat Ankara’ya bakarsak Ankara’daki oy dağılımı ortada. Biz 2019’u almak önemli diyorsak adayın CHP dışındaki seçmenden de önemli bir oy alması gerekiyor. Ama bunu yaparken, kendi seçmenimizi de küstürmemek gerekiyor. Parti bunu da gözetmeli. Diğer yandan örneğin Mansur Yavaş var olan iktidara gitmemiştir, asgari bir muhalif tutumu korumuştur; dolayısıyla hukuk devleti, demokrasi ilkeleri, kent suçlarına karşı olma gibi asgari kriterler olduğunda bu yapılabilir.

TAKTİKSEL OLARAK HDP İLE İTTİFAK YARAR GETİRMEZ

HDP ile ittifak konusu Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz’ın Demirtaş’ı ziyaretiyle yeniden gündeme geldi. Yılmaz, ‘Siyasi değil, insani bir ziyaret’ dediyse de akabinde bunun siyasi nitelik taşıdığı da söylendi. Bu ziyareti HDP ile ittifak çerçevesi içinde ele alabilir miyiz?

Çeşitli temaslar olması gayet doğaldır, hapiste bulunan bir insanı ziyaret de bunun bir parçasıdır. Ama bu konuda alınmış bir karar yok. Bir defa ilkesel olarak “Asla HDP ile siyaset olmaz” demek yanlış bir şeydir. Türkiye’nin birliği ve demokrasisi için de tehlikeli bir yaklaşımdır. İlkesel olarak böyle bir şey olmaz ama taktiksel açıdan (seçimler için önümüzde çok da büyük bir süre olmadığını düşünürsek), ilk başta oy oranınıza negatif etki edebilir, bunu kabul ediyorum ama eğer doğru bir dil kurmuşsanız ve bir zamanınız varsa bunu tersine de çevirebilirsiniz. Zaten siyasette belli bir risk alma da vardır. İktidar HDP’yi baraj altına düşürmeye çalışıyor, bunu binbir türlü yolla yapıyor. Bu acımasızca bir politika ve bu konuda biz de üzerimize düşen her şeyi yaptık diyemeyiz. Bu konuda partide daha etkili bir muhalif söylem olması lazım diye düşünüyorum. Diğer yandan taktiksel olarak bugün CHP-HDP ittifakının çok da yarar getireceğini düşünmüyorum seçim tekniği açısından.

Bu kanaati size oluşturan ne?

Şöyle, mesela HDP’nin oy aldığı, yoğunlaştığı yerler belli, orada CHP’nin buna bir katkısı yok. Belki batıda kritik yerlerde HDP oyları CHP’ye yönelirse, etkisi olacaktır, ki eğer ilkeler itifakı sağlanırsa doğal olarak seçmen davranışının bu yönde olacağını düşünüyorum. Diğer yandan vatandaşın algısını tam olarak değiştirememişsek bu konjonktürel olarak bazı yerlerde oy da kaybettirebilir ki, bu da gayet doğal. Ama öbür tarafa gelirsek, ben mesela CHP, İYİ Parti, SP ittifakının da çok yarar sağlamayacağını düşünüyorum.

Neden?

Çünkü, İYİ Parti-SP ittifakının AK Parti ve MHP’den kopmaya başlamış seçmene bir alternatif  sunacağını, potansiyeli daha iyi açığa çıkaracaklarını; ama İYİ Parti ve SP açısından CHP’nin yanında olmanın bazı açıdan negatif etki yaratacağını düşünüyorum. Bu görüş, anketlerle de destekleniyor zaten. Ama demin de söyledim, gerekirse HDP ile de, SP ile de, İYİ Parti ile ittifak yaparım. Politika böyle bir şey. SP’li arkadaşlarla bunu tartışırken “Bizim de her şeye açık olmamız lazım. Şaşırtıcı şeyler de yapabilmeliyiz” diyorlar. Ben de bu görüşteyim. Evet, gerekiyorsa şaşırtıcı şeyler de yapılmalı.

Zaten şekillenmenin böyle olacağı yönünde emareler güçleniyor. Peki, CHP?

Tek başına girer diye düşünüyorum. Listelerinde belki yer verir. Bir karar yok tabii ama gidişat öyle gibi görünüyor. Benim de kişisel fikrim böyle.

YÜZDE 60 ABARTILI BİR HEDEF DEĞİL

CHP Lideri cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 60 oy alınacağı iddiasını sürdürüyor. Bir diğer iddia da bütün sandıklara sahip çıkılacağı sözü. İkna edici olmadığı belirtilen bu iddialı söylemin altı nasıl dolduruluyor?

Önce sandık güvenliğinden başlarsam; sandık güvenliği ve sandık başlarında olma bizim için artık hiçbir tartışmaya yer bırakan bir alan değil. Ne olursa olsun, yani son seçim yasasından bağımsız, karşı taraf sandık başında değilse seçimlerde şu ya da bu ölçüde problemler yaşandığı bir gerçektir. Bu nedenle sandık başlarında zaten olmalısınız. Biliyorsunuz, seçimleri boykot tartışması yapıldı, ben yanlış buluyorum ama boykot yapmak için de sandık başında olman lazım. Onu yapmazsan seçimlere katılımın ne olduğunu bile söyleyemezsin,  adam ‘katılım yüzde 90, yüzde 90 da oy aldım’ derse ne yapacaksın? Zaten sandığın başına güç toplayamayan bir hareket başka alana hangi gücü toplayacak? Dolayısıyla sadece CHP olarak da değil, diğer tüm kitle örgütleri, partiler, bağımsız kuruluşlarla beraber sandık güvenliğini kesinlikle sağlamalıyız. Parti bu konuda çok net ve iyi çalışıyor. Bunu başarmak zorundayız.

Gelelim yüzde 60 meselesine. Bizim gerçekten yüzde 51-52 almamız tehlikeli. 60 almalıyız ki, seçim yasasının değiştirilmesi riskini ortadan kaldıralım! O nedenle hedefin yüzde 60 olması tutarlı. AKP-MHP bloğunun umulanı vermediği konusunda birçok veri var. O nedenle iktidar başka etkiler yaratmaya çalışıyor ama gerçekte güvenli bir dayanakları yok. Zaten, yüzde 50’yi bile garantileseler erken seçime giderler. Dolayısıyla yüzde 60 hedefi çok abartılı bir hedef değil.

SEÇMENE GÜVEN VERMEK GEREKİYOR

Malumunuz, CHP’ye referandum sonuçlarına sahip çıkmamadan başlayıp, demokratik muhalefeti kucaklayamama, “nasıl olacak” sorusuna somut bir yanıt üretememe gibi bir dizi eleştiri de yöneltiliyor. Eleştirilere sizin yaklaşımınız ne?

Parti olarak güçlü bir hükümete karşı mücade ediyoruz, alternatif de koyuyoruz ancak oy oranımız belli bir yerde duruyor. “Biz çok doğruyuz, halka bunu iletiyoruz ama halk bizi anlamıyor!” Bunu söyleyebilir ve rahatlayabilirsiniz ama şöyle de denilebilinir mi? “Biz aslında genelde doğruyuz ama iletişimimizde, örgütsel dilimiz ya da örgütsel mekanizmalarımızda problem var.” Veya, “bunlar var ama acaba bizim politikalarımızda da partiyi büyütme konusunda eksiklikler var mı?​” Parti bugün bunları daha güçlü tartışıyor, tartışmak da zorunda.

Sizce hangisi daha ağır basıyor?

Bence, politikalarda sorunlu yerler var. Parti politikalarının kitleye iletilmesinde,  örgütsel alışkanlıklarda, davranışlarda da problemler olduğunu ve partinin bunları aşması gerektiğini düşünüyorum. Zaten hiç problem yok dersek gerçekliği inkar etmiş oluruz. Sonuç olarak hedefimiz iktidar olmak. AK Parti’ye, MHP’ye oy veren insanların da oyunu alacağız ki, bunu başarabilelim. Dolayısıyla bu bizim ödevimiz olmalı. Ama eksiklerimizi kabul edersek bunu ödev olarak alırız. Aslında sadece CHP için de söylemiyorum, bana sorarsanız Türkiye’de de, dünyada da sol genel bir problemle karşı karşıya.

Nasıl bir problem?

CHP’den örneklersek, cumhuriyetin kurucu partisi olarak CHP’nin belli doğruları vardı ve CHP bunun üzerine politika yapıyordu, tabii ki laikliği savunuyordu örneğin ama laikliğe meydan okuyan karşı bir şey yoktu. Bu tür sabitler vardı politikada, şimdi bu sabiteler yıkılmış durumda. Şu ya da bu yönden bunları ayrıştıran güçler bugün siyaset sahnesinde ve buna bir cevap oluşması lazım. CHP bu cevabı bütünüyle oluşturmuş değil. Bence bu cevabı üretme, tartışma aşamasında. Onun için, iktidarın karşısıda dört başı mamur bir politikadan çok, iktidarın yanlışlarına karşı bir cevap oluşturuyor. Bu cevaplarda kapsayıcılık, gelecek ufku göstermesi açısından eksiklikler olabilir. Diğer yandan eksiklerini, hatalarını itiraf edebilen de bir parti CHP.

Bu bağlamda, seçimlere de giderken giderilmesi en elzem olan eksiklikler hangisi?

Politikada tutarlı, bütünlüklü ve geleceği öngören, zamanın ruhunu kavrayan, umut veren bir söylem. Çünkü AK Parti’nin artık yeni bir hikayesi yok. Beğenelim beyenmeyelim iktidara ilk geldiği dönemde yeni bir şey söylemişti. Belli bir dönem bazı şeyler yapıldı ama sonra klasik sağ, mufazakar ve daha da İslamcı oteriteryan milliyetçi bir yöne doğru kaydı. İşte bunun karşısına başka bir hikaye koymamız gerekiyor. Evet, bugün nasıl bir baskı altında olduğumuzu, hukuk devleti, demokratik hak ve özgürlüklerin ne kadar önemli olduğunu söylüyoruz. Ama sadece anti Erdoğan söylemiyle sorunların çözülemeyeceğini düşünüyorum. Zaten kişisel olarak sorunun tek başına Erdoğan sorunu olduğunu düşünmüyorum. Tabii ki Erdoğan faktörü çok büyük ama bir de söylediğim gibi dünyada da şu anda rüzgar ne yazık ki demokrasi, özgürlükler, sosyal adalet, eşitlik yönünde değil. Batı demokrasilerinde de otoriter eğilimlerin, sağ popülisit hareketlerin arttığı bir dönemdeyiz. Aslında sağ popülizmden öte, kurulu düzen partilerinin (ister sağ, ister sol olsun) sorgulandığı bir dönemdeyiz. Onun için sorun tek başına Erdoğan sorunu değil, seçmenin bize güvenmesi gerekiyor.  

Güvenin oluşması için de söylemde tutarlılık gerekmiyor mu? Örneğin “Suriye bataklığında bizim ne işimiz var” tutumunun ardından, “ordumuzun arkasındayız” demek çelişkili bulunuyor. Ya da “nükleer santral ölümdür” denildikten sonra, “nükleer enerjinin çevre ile uyumlu olması halinde destek veriyoruz” açıklaması kafa karıştırıyor.

Aynı şeye geliyoruz. Şöyle: Örneğin Suriye politikasına baktığımızda, bence Suriye politikası Kürt meselesi, onunla iç içe geçen bölge politikası, onunla da iç içe geçen küresel ölçekte bir dış politika aynı zamanda. Başta bizim yakıcı sorunumuz Kürt sorunu olmak üzere, bölgesel ve küresel çapta çözüm önerinizi, duruşunuzu yapılandırıp bütünlüklü bir cevap üretmeliyiz. Hem Türkiye içindeki farklı kesimler, hem de daha özgürlükçü, eşitlikçi, yabancı düşmanlığı yapmayan AB’deki kesimlerle ortak politika üretebilmeliyiz. “Ortadoğu’da barış konferansı” yaptık. Çok güzel bir iş yaptı CHP ama bunun çok daha etkilisini yapmalıyız. Ancak dediğim gibi bu tek başına CHP ile olacak iş değil.

Evrensel'i Takip Et