24 Ağustos 2012 09:41

'Dağ-dere-deniz üçgenim, nerede kaldı geleceğim...'

Yusuf Gürsucu

Hepimizin basından, bölgede yaşayan yakınlarımızdan ve dostlarımızdan görüyoruz. Ülkemizde ve Karadeniz’de doğaya yapılan saldırılar artık inanılmaz boyutlara varmış durumda. Yaşam, ülkemizin tüm doğal alanlarında olduğu gibi Karadeniz’de de hızla yok ediliyor. Binlerce HES belası ile boğuşan yöre halkı şimdi de 2b yasası nedeniyle evlerinden yurtlarından olmak üzereler. Biliyorsunuz 2b yasası sözde orman vasfını yitirmiş arazilerin satışını içermektedir. Karadeniz’de ise durum farklı gelişiyor. Geçmişte insanların tapu yolu ile sahip oldukları araziler, “ormanlaştı” diyerek halkın elinden alınıyor. Köylerde bulunan korular, evler kamulaştırılıyor. Rize’nin pazar ilçesinde 3 bin dönüm arazi tapuların iptal edilmesi ile köylülerin elinden alınıp kamulaştırılmış durumda. Sermaye ve onun iktidarı Karadeniz bölgesinin enerji koridoru olması yolunda hızlı adımlar atarken bu onlara yetmiyor. Birçok yalan ve takiye yolu ile o güzelim ekosistem yok edilmek üzere. Su havzaları, ormanlar ve maden arama faaliyetleri ile bölge talan edilmek istenmekte. Bu yok edişin bir tek nedeni var oda sermayeye yeni birikim alanları açmak.

NELER YAŞANMAKTA!

1992 yılında Karadeniz havzasında yaşayan halkların ekonomik iş birliği gerekçesiyle oluşturulan “Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü”nün kurulmasıyla birlikte yörede doğal yaşam alanlarına sermayenin saldırıları başladı. İlk başlattıkları proje Karadeniz sahil yolu projesidir. Bu proje ile Karadeniz halkının denizle olan yaşamsal bağı koparıldı. Sahil yolu denilen belaya karşı 1998 yılında açtığı davalarla mücadele yürüten Avukat Cihan EREN, 2005 yılında açtığı davanın görüşüleceği günün 2 gün öncesi öldürüldü. “Dağ-dere-deniz üçgenim, nerede kaldı geleceğim...” gibi sloganların yaratıcısı bu güzel insan bugün olacakları o günden görüyordu. Halkın denizle olan bağı koparıldı, derelerimizi HES adı altında çalıyorlar, şimdi de dağlarımızı maden vb. faaliyetlere kurban edecekler. Amaçları, bölgeyi insansızlaştırıp sermayenin tek başına at koşturacağı alan yaratmaktır.
Bu olup bitenler bize özgü gelişmeler değil elbette. Küresel sermaye bu oyunun oyun kurucusu. Benzer gelişmeler Gürcistan’da, Romanya ve Bulgaristan’da da yaşanmakta. Karadeniz sermaye ve AB sermayesi için vazgeçemeyeceği zenginlikleri içinde barındırıyor. Petrol ofisini alan ve Samsun’da kurduğu doğal gaz çevrim santrali ile bölgeye yerleşmiş olan Avusturya kökenli sermaye gurubu OVM, dikkatle izlememiz gereken bir şirket. Nabucco projesinin de ortağı olan şirket Türkiye’yi mesken tutmuş durumda. Exxon mobil, Petrobras ve Chevron gibi çok uluslu dev şirketler de Karadeniz’de petrol arayacaklarmış. OVM’nin santral açılışında basına konuşan Enerji Bakanı Yıldız, 4 dev şirketle Karadeniz’de birlikte çalışacağız demişti. Her şey şirket çıkarları yani sermayenin çıkarı için organize ediliyor. En büyük hedeflerinden biride Karadeniz Bölgesi.

AB ve ENERJİ!

Geçtiğimiz yıl AB (Avrupa Birliği) ile yapılan anlaşmalarla enerji nakil hatları entegre edildi. Aynı şey Gürcistan ile de gerçekleşti. Artık elektrik ticareti ülkeler arası serbest piyasa çerçevesinde başlatıldı. Yani Türkiye’nin her hangi bir yerinde kurulmuş olan bir enerji santrali ürettiği elektriği örneğin Almanya’da ya da farklı bir ülkede bulunan bir şirkete direk satış yapabilecek. Ülkemizde enerji ihtiyacımız var yalanlarının ardında ki tek gerçek bu ticari faaliyettir. OVM’nin doğal gaz çevrim santralinin kuruluş amacı da budur. Şirketler için sınırları kaldıranlar halkları ise hapishane haline getirilmiş bölgelere kaydırmak istemekler. 2b, Tabiatı koruma yasası, Yenilenebilir enerji yasası vb. ile kentsel dönüşüm yasalarının tamamı şirketlerin çıkarları için çıkarılmıştır. Halklar köleleşip birbirine düşman edilirken şirketlerin karları büyümekte, bizler ise gün geçtikçe fakirleşmekteyiz. AB bize “su çerçeve direktifi” denilen yaklaşımı dayatırken sularımızı da kontrol altına almak istemektedir. Türkiye ile yapılan katılım müzakereleri çerçevesinde çevre faslının açılmasına koşul olarak Fırat-Dicle su havzasının birlikte yönetilmesini şart koşmuştu. Ülkemizde ki iş birlikçileri de bu şartı kabul etti ve karşılıklı imzalaştılar. AB’nin bizim Fırat-Dicle suları ile ne ilgisi var diye düşünenler olacaktır mutlaka. Sermaye enerji kaynaklarına sahip olurken artık suyu da kendi kontrolü altına almaktadır. HES adı altında yapılmak istenen ve Karadeniz Bölgesi’nde yoğunlaşan bu santrallerin ikincil, ama asıl nedeni suyu boru içine hapsedip ona sahip olmak istemesidir. Su çerçeve direktifinde su “kaynakları” için havza planları yapılması ve havzaların bu planlar çerçevesinde “yönetilmesi” önerilmekte. Yapılan yönetim planlarında Kamu-STK-Şirket temsilcileri ile birlikte havza “yönetilmelidir” denilmektedir. Yönetmek kavramı doğal alanın metalaşmasının en önemli adımıdır. Bu direktifle suyun fiyatlandırılmasından tutun da havzalar arası taşınabilmesi dahil suyun ticarileşmesinin önü açılmak istenmektedir. Suyu; yakın gelecekte aynen petrol boru hatları gibi şehirler ve ülkeler arasında dolaştırılarak tam bir ticari meta haline getirmek nihai hedeflerini teşkil etmektedir.   

EKOSİSTEM!

Karadeniz Ekosistemi ülkemiz üzerinde benzeri olmayan bir yaşamı barındırmakta. Yaşanılan süreç durdurulamazsa, binlerce endemik (yöreye özgü) bitki ve hayvan türünün yok olmasına neden olacak. Suları boru içine hapsedilen bir Karadeniz artık farklı iklim koşullarına doğru hızla ilerlerken önce solacak sonra yaşanılması güç bir bölge halini alacaktır. Geçtiğimiz yıllarda birçok bakan, vali, belediye başkanı, milletvekili ve sanayi odası tarafından yapılan toplantılar sonucunda halka “müjde” vermişlerdi. Turizm adı altında yaylalar arası otoyol yapmaya karar verdiklerini açıklamışlardı. Hangi turizm diye sormuştuk o zaman ve yine soruyoruz; Sularını çaldığınız, topraklarını elinden aldığınız, çayına ve fındığına kotalar uygulayıp fiyat politikaları ile yöre insanını açlığa mahkum ederek bölgeden göçe zorladığınız halk için mi? Yoksa maden tekellerinin rahat iş yapmasını sağlamak için mi yapacaksınız bu yolu! Halk için yapmadığınızın, uygulamalarınızdan anlaşılması hiç de zor değil, sadece Çamlıhemşin’de yüzlerce maden arama lisansı dağıttınız, Karadeniz bölgesi için binlerce lisans dağıttınız. Yapmak istediğiniz yol, halkın yararlanması için değil şirketlerin altyapısına destek olmak için düşünüldüğü gün gibi ortada dururken bu yalanlarla yöre insanını kandırmanız artık mümkün değil.
Sizler doğanın ve insanlığın baş belasısınız. Karadeniz’i yok etmek yaşamı yok etmektir. Türkiye halkları asla buna izin vermeyecek. İngiliz Yazar Aldous Huxley 1. Dünya savaşı sırasında “Belki de bu dünya başka bir gezegenin cehennemidir” diyerek yaşanılan sürece tepki veriyordu. Evet, güzelim dünyayı kârlarınıza kâr katmak için yok etmeye soyundunuz. Sizler, kapitalistler ve onların emrindekiler olarak bu güzel dünyanın düşmanlarısınız.  Dostoyevski şöyle diyor; “Cehennem, insan yüreğinde sevginin bittiği yerdir.” Doğayı, insanı, hayvanı yok sayan en ufak saygı ve sevgi beslemeyenlerin, her türlü değerini sermayeye peşkeş çekenlerin, çıkarları için yapamayacakları hiçbir şey yoktur. Irak’ta, Libya’da milyonlarca insanı, Müslüman halkı öldüren ve şimdi de Suriye’de emperyalist bir savaş başlatmak isteyenler eninde sonunda cevaplarını alacaklardır. İnsanların dini duygularını sermayeye payanda yapanlar, eninde sonunda kaybetmeye mahkumdurlar.

*Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Meclis Üyesi

Evrensel'i Takip Et