Bana bir 1 Mayıs verin, Türkiye’yi yerinden oynatayım
1 Mayıs'a hangi koşullarda gidiyoruz ve bu koşullarda 1 Mayıs'ı nasıl görmeli, nasıl değerlendirmeliyiz?
Deniz TEZEL
İstanbul
1 Mayıs 1886’da ABD’nin Chicago kentinde işçilerin haftada 6 gün, günde 12 saat çalışmaya karşı 8 saatlik çalışma günü ile daha iyi yaşama ve çalışma koşulları talebiyle başlattığı gösteriler üzerine gelişen olayları gündeme alan II. Enternasyonal, 1889 yılında 1 Mayıs’ı işçi sınıfının “Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak ilan etti. O günden beri de işçi sınıfının az çok mücadele sahnesine çıktığı her ülkede 1 Mayıs, işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin yani mevcut düzenden rahatsız olan, söyleyecek sözü olan tüm kesimlerin alanlara çıktığı ve taleplerini haykırdığı bir gün olarak kutlanıyor.
NASIL BİR SÜREÇTEN GEÇİYORUZ?
1 Mayıs’a bu yıl kazanılmış haklara yönelik saldırıların ardı arkasının kesilmediği, işsizlik ve gelecek kaygısının hızla arttığı, demokratik hak ve özgürlüklerin hiçe sayıldığı OHAL koşulları altında ve savaş çığırtkanlığının tırmandığı, tüm kesimler üzerinde baskıların giderek arttığı koşullarda gidiyoruz. Kısaca 1 Mayıs’a giderken içinden geçtiğimiz sürece bakacak olursak:
AKP ve arkasındaki kapitalist güçler OHAL’i ve savaş politikalarını kendisine dayanak ederek kurulmak istenen tek adam tek parti rejimi inşasını baskı ve saldırgan politikalar ile derinleştirerek sürdürmeye devam ediyor.
Gençliği tek adam tek parti rejimi inşası karşısındaki dinamik güçlerden biri olarak gördüğü için gençliği kendine yedeklemek, kendi gerici politikalarına kazanmak adına saldırılarını yoğunlaştırıyor.
Üniversitelerde bilime, akademiye, öğrenciye düşman politikaları temel alan iktidar zaten kısıtlı olan özgür tartışma ortamının yok edilip kısıtlamaların, yasakların hâkim olduğu üniversiteler için, her politikasına biat eden bir nesil için üniversiteleri hedef gösteriyor. “Her şey sermaye için” mantığıyla hareket eden AKP, üniversiteleri de halk için bilimin üretildiği yerler olmaktan çıkarıp sermayenin çıkarlarına uygun hareket eden yerler haline getirmeye çalışıyor. Üniversiteleri ticarethanelerden farksız hale getirip bilimi sermayeye peşkeş çekiyor.
Liselerde ise eğitim sistemi ve müfredat bütünüyle bilim dışı bir biçimde yeniden düzenlendi. Evrim teorisi müfredattan çıkarılırken bilimsel doğruların yerine hurafeleri temel alan bir müfredat oluşturuldu. Sınav sisteminde ardı arkası kesilmeyen değişikliklerle “parasız hale getireceğiz” dedikleri eğitim tamamen piyasaya açıldı. Yoksul, işçi, emekçi ailelerin çocuklarına imam hatipler ya da meslek liseleri dayatılırken eğitimdeki fırsat eşitsizliği giderek artıyor.
Bunlarla birlikte sürdürülen “savaş hali” bahane edilerek baskı ve saldırı politikaları giderek artıyor. Kendisiyle hemfikir olmayan muhalif tüm kesimleri “terörist”, “vatan haini” ilan ederek susturmaya, baskılamaya çalışanlar savaş politikalarının faturasını yine bu kesimlere, halka ve gençliğe çıkarıyor. Temel ihtiyaçlara dönük zamlarla birlikte ücretler giderek daha da erirken işsizlik oranları da artmaya devam ediyor.
TÜİK verilerine göre iş bulma umudu olmadığı için işsiz sayılmayanlarla birlikte işsiz sayısının 6 milyonu bulduğu, üniversite mezunu genç işsiz sayısının 1 milyona vardığı, her 4 gençten birinin işsiz olduğu ülkemizde kayıt dışı ve güvencesiz çalışma oranları da giderek yükseliyor, çalışma ve yaşam koşulları giderek zorlaşıyor. Son açıklamalara göre 5 milyonun üzerinde genç, kayıt dışı şekilde çalıştırılıyor. İş bulamayan gençler, çıkış yolu bulamadığı için işsiz kalmamak adına güvencesiz, esnek ve kötü çalışma koşullarında çalışmayı kabul etmek zorunda kalıyorlar.
'BARIŞ VE ÖZGÜRLÜK TALEPLERİNİN ÖNEMİ ARTIYOR'
Tüm bu koşullar altında; üniversitelerde, liselerde, atölyelerde işçi-işsiz, öğrenci gençliğin yaşadığı sorunların, gidişattan duyduğu rahatsızlığın biriktiğini, geleceğe dair kaygı ve endişenin arttığını ve bunların yanı sıra iş, bilim, barış ve özgürlük taleplerinin öneminin iyice arttığını söyleyebiliriz.
İşte tam da böyle bir dönemde 2018 1 Mayıs’ı AKP ve arkasındaki sermaye güçlerinin tüm bu saldırıları karşısında bizim için taleplerimizin daha yaygın, daha yüksek sesle, daha kitlesel biçimde haykırılmasının öneminin arttığı bir dönemde gerçekleşiyor.
Öyleyse 1 Mayıs’ı gençliğin bulunduğu tüm alanlarda ortak talepler etrafında bir mücadeleyi birleştirecek, birlikte hareket etmenin olanaklarını yaratacak ve taleplerimizi daha güçlü haykırmamızı sağlayacak, ortak kitlesel bir mücadele hattının kurulmasının bir vesilesi haline getireceğimiz bir kaldıraç olarak değerlendirmeliyiz.