Cumhuriyet gazetesi davası: Gazetecilik suç değildir
18’i gazete çalışanı 20 sanıklı Cumhuriyet gazetesi davasının 8. duruşmasının bugünkü oturumu sona erdi. Duruşma yarın devam edecek.
Fotoğraf: Hilmi Hacaloğlu/VOA, Wikimedia Commons aracılığıyla
Cansu PİŞKİN
İstanbul
Cumhuriyet gazetesinin yayın politikasının suçlama konusu edildiği, 18’i gazete çalışanı 20 sanıklı davada esasa ilişkin savunmalar yapıldı.
Davanın yedinci duruşmasında mütalaa veren Savcı Hacı Hasan Bölükbaşı, gazete yöneticilerinin “hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanmaktan” beraatini talep ederken, Akın Atalay, Orhan Erinç, Önder Çelik, Hikmet Çetinkaya, Musa Kart, Mustafa Kemal Güngör, Hakan Kara, Bülent Utku, Murat Sabuncu, Ahmet Şık, Aydın Engin, Güray Öz ve Kadri Gürsel’in “örgüte üye olmamakla birlikte örgüte yardım suçundan 7 buçuk yıldan 15 yıla kadar hapsini istemişti. 1’i tutuklu 18 Cumhuriyet gazetesi çalışanının yargılandığı davanın sekizinci duruşması İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti tarafından Silivri Cezaevi Kampüsü’ndeki duruşma salonlarında görülüyor. Duruşmada tutuklu yargılanan Akın Atalay, tutuksuz yargılanan gazete çalışanları ile avukatları hazır bulundu. CHP Milletvekilleri Barış Yarkadaş ve Sezgin Tanrıkulu, Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Gökhan Durmuş ile yabancı heyetlerin de aralarında bulunduğu çok sayıda kişi duruşmayı izledi. Esas hakkındaki savunmaların yapılacağı duruşmanın 4 gün sürmesi bekleniyor.
‘ÇAY İÇSİN DİYE EVE GÖNDERMEK MAHKEMENİN HADDİ DEĞİL’
Duruşma Mahkeme Başkanı Abdurrahman Orkun Dağ’ın basına eleştirisiyle başladı. Murat Sabuncu ve Ahmet Şık’ın tahliyeleri esnasında sarf ettiği sözlerin bir gazeteci tarafından Bakan’a sorulduğunu söyleyen Dağ, “Tahliye esnasında sarf edilen sözleri jurnalci bir gazeteci bakana sordu. Her davanın bir iklimi, kendine göre gidişatı var. Sarf ettiğim sözleri ben kendim uydurmadım. Aydın Engin Tırmık isimli köşesinde bir yazı kaleme almıştı. Akın Bey için o ilham verici sözü köşesinde yazmıştı. O soruyu soran gazeteci bunu okusaydı görürdü. Yoksa bir mahkemenin ne haddidir ne de hakkıdır çay içsin diye tahliye edip eve göndermek. Bu nasıl sorun oluyor anlamış değilim” dedi. Mahkeme Başkanı Dağ tahliye kararında, “Murat Sabuncu, Boğaz’ı görmek istiyormuş, gitsin görsün. Soner Yalçın ‘Ahmet Şık’ın annesi ermiştir, onu çok üzmeyin’ demiş, üzmeyelim. Kaptanlar gemiyi en son terk eder, Akın Bey burada” ifadelerini kullanmıştı.
‘DİJİTAL MATERYAL RAPORU DOSYAYA MANİPLE AMAÇLI EKLENDİ’
541 gündür tutuklu yargılanan Akın Atalay, dün dava dosyasına eklenen dijital materyal inceleme raporuna ilişkin savunma yaptı. Atalay dava dosyasına son anda eklenen belgeleri, yanıltıcı ve manipülasyon yaratıcı olarak tanımladı. Dijital materyal incelemesinde diz üstü bilgisayarından 5 adet belge seçilerek dava dosyasına eklenen Atalay, “Bu belgeler, kaynağı ve nerede bulunduğu özellikle gizlenerek rapor adı altında dosyaya gönderilmiş” diyerek söz konusu belgeleri tek tek çürüttü. Atalay, görsel sunum ile desteklediği savunmasına ilk belge olan 100 adet rütbeli TSK personeline ait fotoğraf ile başladı. Söz konusu fotoğrafın 15 Temmuz darbe girişimi ile ilişkilendirilmeye dönük algı yaratmak için dosyaya eklendiğini savunan Atalay, “Bilgisayarımın masaüstünde takip ettiğim davaların dosyalarının bulunduğu ‘dava dosyaları’ klasörüm bulunuyor. Söz konusu fotoğraf, bu dosya içerisinde bulunan Balyoz davası klasörleri içindeki belgedir. Manipülasyon amacıyla bu fotoğraf eklenmiştir. Bu hamle soruşturmanın başından beri süren tavra uygun ama yasaya, hukuka ve vicdana uygun bir davranış değil” dedi.
DANIŞTAY DOSYASINDAKİ DELİLİ RAPORA EKLEMİŞLER
Dosyaya sunulan ikinci belgenin üzerinde Fethullah Gülen’in fotoğrafı ve şiirinin bulunduğu bir fotoğraf olduğunu kaydeden Atalay, bu fotoğrafın da ‘Dava Dosyaları’ klasörü içinde yer aldığını anlattı. Atalay, “Danıştay dosyası klasöründe Cumhuriyet’in bombalanması ve Danıştay cinayetinin faillerinin yargılandığı dosyada suçtan zarar gören gazetem adına avukatlık yaptım. Söz konusu görüntü Danıştay cinayetinin faili Alpaslan Aslan’a ait deliller arasında bulunan belgedir. Yine üçüncü belge, ‘Biz Yurttaşlar’ başlıklı bir Word belgesidir. Bu belge Yurttaş Girişimim isimli oluşumun MİT TIR’ları haberi nedeniyle yapacakları açıklamanın metnidir. Dosyada avukatlık yaptığım için metin bana da gönderilmiştir” dedi.
‘SORUŞTURMA TEK BİR KİŞİNİN TANIKLIĞIYLA BAŞLADI’
Dördüncü belgenin gazeteci Cem Küçük’ün attığı tweetlerin ekran görüntüsünden oluştuğunu aktaran Atalay, “Cem Küçük 19 Temmuz 2016’da attığı bir tweet’te gazeteyi ‘FETÖ’ projesi olarak tanımlamış ve gazetenin asıl sahibi Alev Coşkun’un haklı davasını kazanacağını yazmış. Tarih önemli çünkü Küçük’ün iddialarından tam 1 ay sonra 18 Ağustos 2016’da Cumhuriyet soruşturması başladı. Soruşturma kapsamında tanık olarak ifadesi alınan tek isim Cem Küçük. Soruşturma savcısı Murat İnam açtığı soruşturmada gözaltıların olduğu 31 Ekim’e kadar başka tanık dinlemedi. Koskoca gazeteye tek bir kişinin tanıklığıyla soruşturma başlatıldı, çalışanlar gözaltına alındı, tutuklandı. Bu operasyonun ve davanın gerçek sahibinin kim ya da kimler olduğu sorusunu bulmak o kadar zor olamasa gerek” diye konuştu.
‘MAHKEME BAŞKANI ŞAHİDİMDİR’
Atalay son belgenin ise isminin yazıldığı antetli kağıtta Can Dündar’ın el yazısıyla yazılmış ve daha sonra Dündar’ın Twitter hesabında paylaştığı yazı olduğunu söyledi. Atalay bu belgeyi ise şu sözlerle çürüttü: “Dündar bu tweeti 17 Aralık 2015’de atmış. MİT TIR’ları soruşturması nedeniyle 26 Kasım 2015’te tutuklandığı için tweet attığı gün tutuklanmış olması gerekiyor. Tweetin atıldığı gün başka bir davadan Çağlayan’a getirilmişti Dündar. Ben de avukatı olarak oradaydım. Şimdiki heyet başkanı da o duruşmada hakimdi. Benim şahidimdir. Dündar duruşma esnasında not almak için not kağıdı istemiş ben de antetli kağıtlarımdan vermiştim. O da yazıp tweet atması için asistanına vermişti. Hepsi bundan ibaret.”
‘MÜTALAA İDDİANAMENİN AYNI’
Atalay’ın ardından Kadri Gürsel esasa ilişkin savunmasını yaptı. Gürsel hakkındaki suçlamaların asılsız ve gerçek dışı olduğunu söyledi. Mütalaanın iddianamenin tekrarı olduğunu ifade eden Gürsel, “32 yıl boyunca yazdığım yazılarda ve haberlerde gerçekte neyi kastettiğimi anlatmak zorunda kalmamıştım. Çünkü gazetecilik söz söyleme sanatıdır. Ve bunu 32 yıl boyunca yapmamış olmam iyi bir gazeteci olduğumu gösterir. Gazetecileri kendileriyle temas kuranların niteliğine bakarak yargılayamazsınız. Yaptığımız iş gazeteciliktir. Gazetecilik suç değildir.” dedi.
‘İDDİANAMENİN AMACI GAZETEYİ ELE GEÇİRMEK’
Akın Atalay esasa ilişkin savunmasında, “Zamane savcıları Ergenekon savcıları gibi şüphelileri önceden damgalayıp itibarsızlaştırıyor, binlerce sayfa iddianame hazırlıyor. Hakkımızda hazırlanan iddianameyi tekrar tekrar okuyorum, bulabildiğim tek cevap şu oluyor: Bu iddianamenin amacı gazeteyi ele geçirmek ve uysal ellere teslim etmek” dedi. Atalay, davadaki sanıkların yakın çevrelerinin hesap ve kredi kartı ekstrelerinin bilirkişilere inceletildiğini hatırlatarak, “Bu davada olağan dışı şeyler oldu. Reklam gelirleri incelendi. FETÖ kurumlarının hangi gazetelere hangi yıllarda kaç tane reklam verildiği bu davanın ilk duruşmasında anlatıldı. Ancak savcılık diğer gazetelerle ilgili suç duyurunda bulunmadı” dedi.
‘BÖYLESİ DAVALAR TOPLUMU UÇURUMUN KENARINA GÖTÜRÜR’
Atalay esas hakkındaki savunmasının devamında şöyle konuştu: “Esas hakkındaki mütalaanın 27. sayfasında ‘yayın faaliyetlerine ilişkin eylemlerin örgüte bilerek isteyerek yardım etme fiilini oluşturduğu iddiasıkamu davası açıldığı’ denilerek asıl niyetin ne olduğu açıkça ifade edilmiş. 28. sayfasında ‘bir bütün halinde yayıncılık faaliyetinin yargılama konuş olduğu anlaşılmıştır’, 46. sayfasında ‘yukarıda da ayrıntılı olarak açıklandığı üzere bir bütün halinde yayıncılık faaliyetinde bulunmak suretiyle bu terör örgütlerine yardımda bulunduğu’… Bu alıntılar bizim yargılama nedenimizi bu davanın ruhunu çok net biçimde göstermektedir. Savcı yalnızca yayıncılık faaliyeti yüzünden yargılandığımızı söylerken haklı aslında. Çünkü diğer gazete sahipleri gibi turizm, inşaat, finans vs. gibi alanlarda da iş yapmıyoruz. Devletten ihale almıyoruz. Bu nedenle Cumhuriyet gazetesi baskı altına alınamamaktadır. Siyasi iktidar bütün devlet kurumlarını kontrol altına aldığı yetmiyormuş gibi medya ayağını da bu davayla yürütüyor. Bu dava bu planın bir parçası. Bu dava vesilesiyle bir kez daha basın özgürlüğünüm boğulmasına izin verilmemelidir. Böylesi hukuk dışı soruşturma ve davalar toplumu uçurum kenarına götürür.”
‘BU FOTOĞRAF ÜLKEME YAKIŞMIYOR’
Cumhuriyet gazetesinin okur temsilcisi Güray Öz, esas hakkındaki savunmasında “Önceki savunmalarını tekrar ederim” dedi. Musa Kart esasa ilişkin savunmasında, 40 yıldır karikatür çizdiğini, bu süre içerisinde pek çok siyasi döneme tanıklık ettiğini anlattı. Kart, içinden geçtiğimiz siyasi dönemin, hukuktan ve adaletten en uzak olanı diye tanımladı. Kart, “Cezaevinden çıktıktan sonra ne çok insanla el sıkıştım, kucaklaştım. İçlerinden biri bile ‘Sizin davanın siyasi değil’ demedi, diyemedi. Cumhuriyet davasında bu salonlar, onurlu ve dürüst insanların duruşuna tanıklık etti. Bu süreçte paçalarımıza kirlerini bulaştırmak isteyenler, kumaşımızın leke tutmadığını bilmediler ne yazık ki… Bu karar duruşmasında kendim için bir talebim yok. Tekrar söylemek zorundayım ki, muhalif gazetecileri, siyasetçileri, akademisyenleri ve öğrencileri cezaevinde gösteren fotoğraf benim güzel ülkeme yakışmıyor.” diyerek savunmasını tamamladı.
‘ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAA KEKELİYOR’
Gazetenin avukatlarından Bülent Utku esasa ilişkin savunmasında, “Bilmem farkında mısınız? Ortada hem ‘kekeme’ ama hem de ‘geveze’ bir esas hakkında mütalaa var” diyerek mütalaanın iddianame ile aynı şeyleri tekrar ettiğini kaydetti. Utku, “Dayanaksız suçlamalarda alabildiğince cömert; hukuksallık ve yasallıkta pinti mi pinti. Ama çok da cesur. Öyle ki Cumhuriyetimizin en eski ve köklü 93 yıllık gazetesinin bir kısım yönetici ve yazarlarına toptan yapılan, hukuktan zerrece nasibini almamış operasyonu hala kural tanımadan savunabiliyor. Esas hakkındaki mütalaa kekeliyor, hangi suçu nasıl işlediğimizi bir türlü anlatamıyor. Hangi haberde, hangi yazıda, hangi manşette ne suçu olduğunu bir türlü söyleyemiyor.” diye konuştu. Cumhuriyet davasını “hukuk katliamı” olarak yorumlayan Utku, “Ne yapıyor? Suç olmayan fiilde ‘kast unsuru’ arıyor. Oysa biliyoruz ki ceza hukukunda tipe uygun neticeyi gerçekleştiren fiilde yani suçta ‘kast’ aranır. Yayın çizgisi değişikliğinde, atılan manşetlerde, yapılan röportajlarda, yazılan yazılarda savcılıkça aranan hep bu ‘kast’. Suç olmayan fiillerde ‘kast’ arama hukukun katli elbette ama yukarıda değindiğim üzere cesareti gerektiriyor ve operasyonu düzenleyen ve devam ettirenlerde bu cesaret yeterince var. Çünkü sırtlarını siyasal iktidara yaslamanın rahatlığı ve güveni ile oturuyorlar koltuklarında” dedi.
‘HABER ALMA HAKKINA TEHDİT’
Utku da diğer sanıklar gibi davanın siyasi olduğunu belirterek savunmasını şöyle sürdürdü: “Esas hakkında mütalaanın zihniyeti bundan böyle keyfi biçimde haber ve yazıda suç unsuru olmadığı halde gazetecilik faaliyetinin cezalandırılmasına kapı açan bir zihniyettir. Yeni bir milattır. Düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı önemli tehlikeli bir darbedir. Gazeteciliğe, gazetecilere, halkın haber alma hakkına önemli bir tehdit ve gözdağı ve tırpandır. Olağanüstü haller olağanüstü kalmıyor. Kalmamış hiç. Yakın tarihimiz bile bunu söylüyor bize, fazla kanıta ihtiyaç yok. Heyetiniz ‘antrakt’ dedi çaresi yok, perde kapanacak. Ancak bu durum, olağan koşullarda ‘perde’ demeye engel değil. Evet, ‘perde’ denecek muhakkak. Kanımca fazla uzun zaman sonra da değil. Ve işte ben o gün değişen rolleri, oyunları, oyuncuları heyecanla bekliyor olacağım.”
‘DOĞRU VE CESARETLİ HABERCİLİĞE DEVAM EDECEĞİM’
Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Cumhuriyet gazetesinin konuşturulmayanın konuşturulduğu, gösterilmeyenin gösterildiği bir gazete olduğunu vurguladığı savunmasında, “Gazetecilik bir aşk mesleğidir. Bizler mesleğine ve memleketine aşık insanlarız. Aşkın hakkını vermek gerekir bedeli ne olursa olsun. Acıysa acı tutsaklıksa tutsaklık. Ödediğimiz kişisel bedeller; yaptığımız haberlerle toplumun haber alma hakkının gereğiyse eğer teferruattır bizim için. Bir parçası olmaktan onur duyduğum gazetem Cumhuriyet güçlünün değil haklının yanında saf tuttu. Tarihi boyunca doğrulardan şaşmadığı için demokrasinin zaafa uğradığı dönemlerde iftiraya, saldırıya uğradı, çalışanları hapse girdi ya da kurşunların hedefi oldu. Bizler bu zorlu ve onurlu tarihin bir parçasıyız. Bize atılan iftiraların teker teker çürütüldüğü siyasi davanın sonuna geldik. Onurumuzla başımız dik girdiğimiz bu salondan karar ne olursa olsun yine başımız dik çıkacağız. Abdi İpekçi'nin, Uğur Mumcu'nun, İlhan Selçuk'un, Hrant Dink'in, Metin Göktepe'nin yolundan ayrılmayacağız. Nazım Hikmet'ten Sabahattin Ali'ye Musa Anter'den Ahmet Kaya'ya pek çok aydının uğradıkları tüm haksızlıklara rağmen bu topraklara, burada yaşayan tüm insanlara duydukları aşk rehberimiz oldu. Doğru ve cesaretli haberciliğe memleketi ve mesleği aşkla sevmeye devam edeceğim” dedi.
‘YAPTIKLARIMIN ARKASINDAYIM, GAZETECİLİK SUÇ DEĞİL’
Gazetenin muhabiri Ahmet Şık’ın esasa ilişkin savunması ise şöyle: “Hapishanelerle ilgili konuşurken, ‘Ben Ergenekoncu iken’ ya da ‘Ben FETÖ'yken’ diye başlayan cümleler kuruyorum. Herkesin bildiği üzere, şimdilik iki ayrı hapishane deneyimim var. İlkinde, şimdi FETÖ denilen Gülen Cemaati'nin komplosuyla, mesleki faaliyetlerim suçlama konusu edilerek tutuklandım. İkinci tutuklanmam ise bu yargılamanın konusu nedeniyle oldu. Geçmişte koalisyon ortağı oldukları Gülen Cemaati ile birlikte suç işleyen siyasal iktidar emriyle hayata geçirilen ve öncekine benzer bir komploya maruz kaldım arkadaşlarımla birlikte. İlkinde olduğu gibi bu komploda da güvenlik bürokrasisi ve yargının kimi mensupları ile tetikçilik rolü üstlenen bir kısım medya çalışanı siyasal iktidarın suçlarına ortak oldular. Yaklaşık 13 ay süren ilk hapislik deneyimimin sona erdiği gün olan 12 Mart 2012'de Silivri Hapishanesi'nden çıkarken bir siyasal tespit yaparak, tutuklanmama neden olan komploda görev alan polisler ile hakim ve savcıların tutuklanacağını söylemiştim. O komploculardan firar edemeyenlerin dışında kalanların tümü şimdi hapishanede. Devletten hukuku çıkardığınızda elinizde kalana devlet değil çete denir. Dolayısıyla Gülen Cemaati'nin çetesinin mensupları için söylediğim aynı siyasal tespiti bu komploda rol ve görev alanlar için de yapmak elzem. Dilerim hukukun evrensel normlarını rehber edinen, gerçekten tarafsız ve gerçekten bağımsız mahkemelerde yargılanırlar. 6 yıl arayla ilkinin birebir aynısı olan bu komployla ilgili diyeceklerimi daha önce söyledim. 27 Temmuz 2017'deki ilk beyanımı ve bu siyasi davada siyasi savunma yapamayacağımı söyleyerek mahkemede konuşmamı engellediğiniz 25 Aralık 2017'deki ilk beyanlarımı aynen tekrarlıyorum. Her zamanki gibi sözlerimin de yaptıklarımın da arkasındayım. Çünkü gazetecilik suç değildir.”
‘TORBA İDDİANAME, TORBA MÜTALAA’
Gazete çalışanlarından Önder Çelik, önceki savunmalarını tekrar ettiğini söyledi. Gazetenin avukatlarından Mustafa Kemal Güngör, somut suçtan değil vakıf üyeliği görevinden dolayı yargılandığını kaydetti. Güngör, “Bu dava hukuki değil, Cumhuriyet gazetesini susturmaya dönük bir davadır. Bu dava ile muhalif gazetecilere gözdağı verilmek isteniyor. Kimin ne ile suçlandığının belli olmadığı tutarsız, torba bir iddianame vardı. Tüm iddialar çürütülmesine rağmen duruşma savcısının sübjektif görüşüne dayalı torba mütalaa var şimdi karşımızda. Kıdemli bir hukukçunun ortada delil olmamasına rağmen böyle bir mütalaa vermesine ülkem adına üzüldüm, içim acıdı. Toplu cezalandırma engizisyomnda bile olmamıştır. Çağdaş ceza hukuknda yeri yoktur. Ceza sorumluluğu şahsidir. Tüm Türkiye ve dünya sizin vereceğiniz kararı bekliyor. Vereceğiniz karar tarihe geçecek bir karar olacak. Terci de sizin karar da sizin” dedi.
‘SİZİN BİLDİĞİNİZ GAZETECİLERDEN DEĞİLİZ’
Gazete çalışanlarından Turhan Günay, “Sözün bittiği yerdeyiz” diyerek daha önceki savunmalarını tekrar ettiğini söyledi. Gazetenin yazarlarından Aydın Engin iddianamenin ilk günden çürütüldüğünün altını çizerek savunmasını şöyle sürdürdü: “Savcı bize yayın çizgisini değiştirdiniz suçlusunuz diyor. Evet değiştirdik. Hem de savcıya sormadan, izinsiz yaptık. Yine değiştiririz savcıya sormayız. Bunun için savcılardan izin almayacağız. Bizde değişmeyen tek şey demokrasidir. Savcı 9 yazımda suç unsuru bulmuş. 3 ihtimal var. Ya okumamışlar, ya okuyup anlamamışlar ya da suç uydurmuşlar dördüncü bir ihtimal yok. Arkadaşım Osman Kavala ile mesajlaşmam dava dosyasına konuldu. Benim size bir çift sözüm var Sayın Savcı. Biz sizin bildiğiniz gazetecilerden değiliz. Bizi satın alacak kurum anasının karnından doğmadı. Bizi satın almaya çalışanları da anasının karnından doğduğuna pişman ederiz. Sayın yargıçlar sizden hiçbir kişisel talebim yok. Tek talebim bu mütalaaya itibar etmeyin ama çöpe de atmayın. Çünkü bu mütalaa gelecekte üniversitelerde hukuk derslerine konu olacak.”
‘İYİ HAKİMLER VAR DEME UMUDUMU KORUYORUM’
Cumhuriyet Vakfı Başkanı Orhan Erinç ise davanın siyasi bir basın davası olarak açılıp, sürdürüldüğünü söyledi. Erinç, “Esasen duruşmada dinlenen tanıkların neredeyse çoğunluğunun İşçi Partisi’nin üyesi, görevlisi ve yazarı olması da ‘siyasi dava’ tanımını güçlendiren özelliklerden bir başkasını oluşturmaktadır. Ben ‘İstanbul’da hakimler var’ deme umudu mu koruyorum” diye konuştu. Gazete çalışanlarından Bülent Yener, Günseli Özaltay, Orhan Erinç ve Emre İper de daha önceki savunmalarını tekrar etti.
DURUŞMA YARIN DEVAM EDECEK
20 sanıklı davanın 8. duruşmanın bugünkü oturumu sona erdi. Davaya bakan İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi, savunmaların alınmasına ara vererek duruşmayı yarın saat 10.00'a erteledi.
'İLERİ SÜRDÜKLERİ SUÇLAMALARIN TAMAMI GAZETECİLİK FAALİYETLERİDİR'
8. duruşma öncesi CHP Milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu ve Barış Yarkadaş açıklama yaptı. Tanrıkulu ve Yarkadaş yaptıkları açıklamada Akın Atalay ve diğer gazetecilere özgürlük istediklerini söyledi.
Silivri'de duruşma salonunun karşısındaki alanda açıklama yapan Yarkadaş, “Bugün bir kez daha Silivri Cezaevi önündeyiz. Türkiye'de her şey değişiyor, gazetecilerin kaderi ise ne yazık ki değişmiyor. Akın Atalay tam 541 gündür haksız, hukuksuz, delilsiz, belgesiz ve adaletsiz bir biçimde cezaevinde yatırılıyor. 541 gündür süren tutukluluk boyunca Akın Atalay hakkında ortaya tek bir delil dahi koyamadılar. İleri sürdükleri suçlamaların tamamı gazetecilik faaliyetleridir" dedi.
'AKIN ATALAY'A VE DİĞER GAZETECİLERE ÖZGÜRLÜK İSTİYORUZ'
Yarkadaş, “Şu an 150'nin üzerinde gazeteci Silivri Cezaevi'nde haksız ve hukuksuz bir biçimde tutuluyor. Biz istiyoruz ki Akın Atalay derhal serbest bırakılsın. Bu dosya beraat ettirilsin ve Türkiye'de bir daha hiçbir gazeteci yazdıklarından, çizdiklerinden, yaptıkları yorumlardan dolayı gözaltına alınmasın. Haklarında dava açılmasın. Hem Akın Atalay'a hem de diğer gazetecilere derhal özgürlük istiyoruz" ifadelerini kullandı.
'AKIN ATALAY'IN ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞMASINI İSTİYORUZ'
CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da yaptığı açıklamada, “Burada Cumhuriyet ve gazetecilik yargılanıyor. Yaklaşık 2 yıla yakındır izliyoruz, takip etmeye çalışıyoruz bu davayı. Dayanışma içerisindeyiz. Ancak şunu biliyoruz ki; bu dava talimatla açıldı. Talimatın olduğu yerde yargı bağımsızlığının olmadığı yerde adalette gerçekleşmez. Ama yine bugün burada başlayacak olan duruşmaların sonucunda en azından Akın Atalay'ın özgürlüğüne kavuşmasını istiyoruz. 4 gün boyunca burada olacağız. Tüm gazeteciler özgürleşene kadar burada olmaya devam edeceğiz" diye konuştu.
Tanrıkulu ve Yarkadaş açıklamanın ardından davayı izlemek için duruşma binasına girdi.
SAVCI MÜTALAASINI AÇIKLAMIŞTI
Cumhuriyet Gazetesi Davası'nın 16 Mart'ta görülen duruşmasında esas hakkındaki mütalaasını açıklayan Başsavcı vekili Hacı Hasan Bölükbaşı gazetenin İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Hikmet Çetinkaya, Orhan Erinç, Ahmet Şık, Önder Çelik, Musa Kart, Mustafa Kemal Güngör, Hakan Karasinir, Güray Tekinöz, Bülent Utku, Aydın Engin ve Kadri Gürsel'in "Örgüte üye olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek yardım etme" suçundan 7,5 yıldan 15'er yıla kadar hapislerini talep etmişti. Muhasebe çalışanı Yusuf Emre İper'in Twitter'daki paylaşımları nedeniyle "FETÖ/PDY propagandası yapmak" suçundan 2 yıldan 7,5 yıla kadar hapsi istenen mütalaada, Cumhuriyet gazetesi kitap eki sorumlusu Turhan Günay ile yine Cumhuriyet gazetesi çalışanları Bülent Yener ve Günseli Özaltay'ın ise beraatleri istenmişti.
Twitter'da "Jeansbiri" isimli hesabın sahibi olan Ahmet Kemal Aydoğdu'nun ise "FETÖ yöneticiliğinden" 10 yıldan 15 yıla kadar hapsi talep edilen mütalaada, firari sanıklar Can Dündar ile ABD muhabiri İlhan Tanır'ın dosyalarının ayrılması talep edilmişti.
DURUŞMA 4 GÜN SÜRECEK
Akın Atalay ve Ahmet Kemal Aydoğdu'nun tutuklu bulunduğu dava bugün başlayacak ve 27 Nisan Cuma gününe kadar sürecek. 4 gün sürecek duruşmalarda sanıklar ve avukatları esas hakkındaki mütalaaya karşı son savunmalarını yapacak.