Ben de bir Halef’im aslında! Neden olmasın?
Oya Yağcı Murat Düzgünoğlu’nun yönettiği Halef filmini yazdı.
Halef filmi afişi
Oya YAĞCI
“Ruhun bedenden, aklın duygudan, kentin doğadan kesin hatlarla ayrı tutulduğu bir dünyada insan, yarım kalmış bir hikayedir olsa olsa..”.
Murat Düzgünoğlu’nun yönettiği Halef filminden bu cümleyle çıktım. Filmin reenkarnasyon hikayesi ile örülen dokusu içinden pek çok yarık açılıyor gündelik hayata. Bir yanda kendi ritminde akan taşra hayatı, diğer yanda kentin hızlı ritminde ve sıkışmış mekanında sürüklenen hikayeler. Bu iki farklı akış, Mahir ve Halef’in karşılaşmasındaki büyük yarığın izine açılırken, kentsel çarpışmaların süreksizlikleri kendi ritminde sürüyor.
Yaşamın bütünlüğüne dair inançların bilinmezlerle dolu evren algısı, bütünlenmeyi adaletle ve dengeyle telafi eden ritüellerin de kaynağı değil mi? Kadim kültürlerin ertelenmiş cennet vaadinden çok yaşamın kendi dengesini gözeten inanç formları, bugünün kentsel yaşamında akıl dışına havale edilirken en çok kendi akılsızlığını gözden kaçırır gibidir. Yerin üstünde ve on kat altında olanı ne bilmek ne deneyimlemek mümkün değilse, her bir giz katmanı akla yeni sorular mı sordurur yoksa topyekün yok mu sayar görülmeyeni. Mistik olanı reddetmek aklın gereğidir belki de. Belki de hakkı ödenmeyecek olanın sonsuza dek susturulması için onu mistikleştirmek- gizemleştirmek gerekir. Yok saymanın matematiği, mistikle gerekçelendirilmek zorunda da değildir. Kalabalık metropol yaşamların kenarlarında akan hayatlar dahi, akıl için yeterince mistik, yeterince uzak ve haritanın boş bırakılmış coğrafyalarının yaşamsız yer tutucularıdır ne de olsa.
Birbirine yabancı iki yol, iki hayat kesiştiğinde yol yeniden mi kurulur yoksa birinin yoldan çıkarılması zorunlu mudur?
İntihar, kaza, cinayet... Vaktinden önce gidenin, yarım bırakılanın, hakkı ödenmeyenin hayattan kopma biçimleri. Ruh, yarım kalanı tamama erdirmek için hayata bir başka bedende yeniden göç ettiğinde, döndüğü yaşamı nerede bulacaktır? Bütünlüğün olanaksız olduğu bir parçalanma ikliminde hayat her defasında borçlu çıkarandır artık. Tamamlanmak, ömrü bütününe erdirerek tamamlamak olmaktan çıkalı, insanlık da insanlığından göçer olmuştur.
TEMELSİZLİKTİR ASIL GİZEMİN KAYNAĞI
Portakal hasadı için Adana’ya gelen Mahir, İstanbul’da yaşayan işsiz bir matematik öğretmenidir. Annesiyle birlikte portakal hasadına hazırlık yapan Mahir, yıllar önce bir “kaza” sonucu ölen abisinin reenkarnasyonu olduğunu iddia eden Halef ile karşılaşır. Mahir ve Halef’in, bahçedeki kuyu odaklı karşılaşmaları giderek mistik bir evrenin sınırlarına taşımaktadır bizi. Rasyonel ve seküler kent insanı Mahir ile mistik olanı yaşamın kendiliğindeliğine sindiren köy insanı arasındaki mesafe giderek kapanırken, her iki yaşam formunu da belirleyen daha genel sosyoekonomik koşullar, Mahir ve Halef’in ayrı ayrı temsil ettiği dünyanın tek ve parçalanmış bir dünya olduğunu ortaya koyacaktır. Bu dünyada artık, insanın yönünü belirlemekte kriter oluşturacak ve yaşamını üzerine inşa edebileceği temeller yoktur. Temelsizliktir asıl gizemin kaynağı. Reenkarnasyon gibi mistik dünyaya havale edilen bir hareket noktası, film boyunca gerçek dünyanın belirsizliklerine, denge kaybına ve kalakalmışlığına, yabancılığına yöneltir bakışımızı. Ne Mahir ne de Halef için, yarım kalanın, parçalananın tamama eremeyecek olanın, bütünlendiği bir adaletli yaşam formu yoktur.
HALEF, ARAFTA KALANIN HİKAYESİ DAHA ÇOK
“Şüpheciliğin güven kaybına, rasyonel çözümün akıl dışılığa, sekülerliğin kaba ve araççı maddeciliğe dönüştüğü yerde, mistik olanın, Halef ve reenkarnasyona inananlar mı yoksa gerçek dünya dediğimiz yabancılığı kabullenen bizler mi” olduğumuzu sormadan edemiyor insan. Halef arafta kalanın hikayesi daha çok. Ne bu dünyada ne öte dünyada yer bulamayan, hikayesi yarım kalanların... Ruhu göç edenlerin döndükleri dünya, adalet ve denge için fırsat sunmaktan uzaktır artık.
Murat Düzgünoğlu’nun hem yönetip, hem senaryosunu Melik Saraçoğlu ile birlikte yazdığı film, sanat yönetmeninden görüntü yönetmenine dek oldukça inandırıcı bir dünya kurmayı başarmış bir ekibe sahip. Senaryonun inşa ettiği muğlak-belirsiz-mistik atmosfer, çevre ve görüntüde yaratılan tekinsizlikler, gölgeler ve zıtlıklarla oldukça uyumlu. Bu yönüyle seyirciyi de içine alan atmosferin, zıtlıkları kurma-yumuşatma ve yıkma biçimi, gözümüze sokulmadan kendiliğinden gerçekleşen ve bizi de kavrayan bir doğallık ve şaşırtıcı bir sadelikle başarılıyor: kaotik-stabil/keskin-yumuşak/net-flu/canlı-soluk/ışıklı-solgun, tüm bu zıtlıkların kurulduğu, yıkıldığı, belirsizleştiği hareketi, gözümüze ve kafamıza vurulmaksızın gerçekleştirmek, atmosfer kurmanın belki de en zor yanı.
DÜZGÜNOĞLU, İKİNCİ FİLMİYLE OLGUNLAŞMIŞ BİR İMZA ATIYOR
Filmin finaliyle başa katlanan bütünlüğü, senaryo, film yönetimi ve oyunculuklarda, uyumlu bir ekip çalışmasının işaretlerini veriyor. 29. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde izlediğim film, salondan büyük beğeni aldı ve film sonrası söyleşiye de katılım yüksekti. Katılımdan kastım sayı değil, izleyenlerin soru ve yorum talepleridir.
Başarıyla kurulan atmosfer içinde devinen oyuncular, ayrıca dikkate değer. Mahir rolünde Muhammet Uzuner ve Halef rolünde Baran Şükrü Babacan, ekonomik oyunculukları ile içinde soluk aldıkları evreni bedenleştiren bir oyunculuğa imza atıyorlar. Hiçbir anı boşa düşmeyen ve bakışımızı büyük ekranın gerisine, devindikleri aleme çeken gerçekten nüanslı oyunculukları ile hafızada yer ediyorlar. Muhammet Uzuner’in ustalığı kadar, Baran Şükrü Babacan’ın umut vadeden oyunculuğu, mükemmel bir uyumun keyfini yaşatıyor izleyiciye.
Murat Düzgünoğlu, Neden Tarkovski Olamıyorum? filmi ile öznel ve sektörel samimi bir başlangıç yaptığı sinematografisine, ikinci filmi Halef’le olgunlaşmış bir imza atıyor.
Halef’i izlemenizi öneririm. Salondan “Ben de bir Halef’im aslında! Neden olmasın?” cümlesiyle çıkmanız muhtemel.
KÜNYE
Yönetmen: Murat Düzgünoğlu
Senaryo: Murat Düzgünoğlu, Melik Saraçoğlu
Görüntü Yönetmeni: Şafak Ildız
Sanat Yönetmeni: Osman Özcan
Kurgu: Murat Düzgünoğlu, Melik Saraçoğlu
Oyuncular: Muhammet Uzuner, Baran Şükrü Babacan