Gerçek hayatın kendisi zaten bir Panopticon
Mirza Metin'in tasarlayıp yönettiği Panopticon oyununu, oyuncularıyla konuştuk.
Fotoğraf: Nazım Serhat Fırat
İsmail AFACAN
İstanbul
Panopticon oyununda 5 kadın tiyatrocu sahne alıyor. Oyuncuların sadece kadınlardan oluşması aklınıza Panopticon’un kadın sorununu merkeze alan bir oyun olduğu algısı yaratmamalı. Oyunda iktidarın içselleştirilmesi, baskılanmanın yarattığı bedensel tepkimeler ve özgürlük alanını daraltan sınıflandırmalardan insanın sıyrılma mücadelesi anlatılıyor. Panopticon denen hapishane modeli metaforuyla…
Yönetmenliğini Mirza Metin’in üstlendiği; Ayşegül Tekin, Esra Yıldırım, Gamze Çelik, Melisa Akman ve Nagihan Gürkan’ın sahne aldığı Panopticon ekibi sorularımızı yanıtladı. Gerçek hayatın kendisinin bir panopticon olmasına rağmen Şermola Performans, izleyenleri içselleştirilmiş şiddete ve iktidara karşı özgürleşmeye davet ediyor.
Oyunun ismi, Panopticon... Nedir panopticon... Neden panopticon...
Ayşegül Tekin: Panopticon tam ortasında gözetleme kulesi bulunan bir hapishane modeli. Hapishanenin mimari yapısı gereği, gözetleme kulesinde biri olsa da olmasa da mahkumlar sürekli olarak gözetlendiklerini düşünüyor. Bu sürekli izleniyor olma durumu, zamanla, mahkumların davranışlarını belirlemeye başlıyor. Yani panopticon aslında iktidarın gözünün içselleştirilmesine yol açan bir gözetleme ve denetleme mekanizması. Mirza, bu duruma daha kişisel bir yerden, içselleştirilmiş otorite meselesi üzerinden yaklaşmamızı istedi. Hapishane metaforunu herkesin kendi hapishanesini yaratması üzerinden ele aldı. Bu nedenle, oyunda bizi o alanın içine zorla götüren bir güç yok, kendimizden başka.
Esra Yıldırım: Bizim çalışmalarımızda otosansür konusu oldukça önemliydi. Çünkü, hareketlerimizi, düşüncelerimizi ve yaşam tarzımızı çeşitli kaygılar doğrultusunda şekillendiriyoruz.
Oyunda diyaloglar yok... Belli belirsiz çıkan sesler ve bedensel bir dil var.
Ayşegül Tekin: Sözlerden değil de bedenden yola çıkmamız oyunun en önemli unsuru. Beden üzerinden yola çıkmamızdaki neden ise aslında en büyük kontrol mekanizmasının bedenlerimiz üzerinden gelişmesi.
Melisa Akman: Hepimiz yaşadığımız toplumun kültürüne göre şekilleniyoruz, değişiyoruz, baskılar bedenimize yansıyor. Duruşumuzu, yaşam tarzımızı etkiliyor. Bu oyunda beni en çok çeken şey o ilkellik alanını yeniden inşa etmek ve organikleşme alanına dönmek oldu. Daha güdüsel daha itkisel hareketlerle hazırlandık oyuna. Böyle oturma, böyle davranma, garip garip sesler çıkarma gibi kırbaçlandığımız her şeyi bir kenara itip özümüze döndük.
5 kadın sahne alıyor oyunda... Kadınların özgürleşme mücadelesine tanık oluyoruz...
Ayşegül Tekin: Aslında kadının özgürleşmesinden yola çıkmadık. Özgürleşme mücadelesi diyebiliriz ama anlatmak istediğimiz kadınlara özgü bir mücadele değildi. Toplumsal cinsiyet rollerinin bedenimizde oluşturduğu kontrol mekanizmalarını kırmaya çalıştık bir yanıyla. Oyunun; erkek görünümünde olduğumuz bir halden başlayıp yavaş yavaş bizi sınırlandıran tüm kimliklerden sıyrıldığımız bir yere doğru evrilmesi bu yüzden.
Esra Yıldırım: İktidar (erk) ile erkek arasında şüphesiz bir ilişki var. Sahnede 5 kadını görünce kadınların sorunlarının anlatıldığı algısının oluşması bu yüzden.
Nagihan Gürkan: Biz oyunu 5 kadın oynuyoruz ama bu bir kadın dramaturgisi değil. Aslında sahnedeki erkek bedeni bütün bir dünyayı temsil ederken, çıplak bir kadın bedeni toplumsal anlamda sadece bir kadını ifade ediyor. İktidar denen şey hepimizin üzerinde, kadınlar bunu daha fazla hissediyor. Aynı baskı mekanizmasının erkeler üzerinde de kurulduğunu düşünüyorum. Kadın-erkek değil de dişil-eril demeyi daha doğru buluyorum. Eril bir dünyadan ve enerjiden cinsel organımızla ayrılmış değiliz. Eril bir dünyanın parçası olarak birçok kadın kibri, hırsı ve iktidar arzusunu içinde taşıyabiliyor. Ama dişil enerji sadece kadınlarda yok, keşke bütün erkekler dişil enerjilerinin farkına varsa.
Oyunda herkesin oturabileceği kadar sandalye sayısı varken sandalye kavgasıyla karşılaşıyoruz. O sahnede neler anlatılmak isteniyor.
Ayşegül Tekin: Şiddetten öte diğer bedene yapılan bir müdahale var. Arzuların çatışması meselesi var. Sandalye bir arzu nesnesi ve bir iktidar aracı olarak görülebilir.
Melisa Akman: Modern toplumun baskısı bu... Koştur bir yere gel. Bir sürü sınav sistemi var. İnsanlar bir yere gelebilmek için bir sürü testten geçiyorlar.
Kimse kendini ifade edemiyor. Ama herkesten, belli belirsiz sesler çıkıyor.
Ayşegül Tekin: Yapı içinde bütünlenen bir durum var. Birçok şeye tanık olup buna karşı tepkini ifade edememek gibi.
Nagihan Gürkan: Konuşmanın yasak olduğu bir düzlem orası. Hepimizin ses çıkartmaya çalıştığı bölümler var. Bir hikayeyi söze dökemeyerek ifade etmeye çalışıyoruz. Garip bir deneyim oldu. Bunun üst okuması ise bazen hayattaki şeyleri söyleyememek ve bazen de söylediğinde insanların duymaması. Aslında birçok yerde bu hisle karşılaşıyoruz. Onun başka bir şekilde ifade edilmesi.
Bir an geliyor, sınırlar aşılıyor ve birbirlerini anlamaya başlıyorlar.
Esra Yıldırım: Mücadeleden dayanışmaya geçebilmek için bir kırılma noktasına ihtiyaç var. Sorgulamak, idrak etmek, empati kurabilmek gerekli ve belki de kaçınılmaz olan. Hepimiz aynı şeyleri yaşıyoruz, aynı şeylere maruz kalıyoruz. Dönüştürecek şey bunu fark etmek ve hep birlikte harekete geçmek.
Bu farkına varış toplumsal rollerden arınma ve kendi özünü bulma sürecine doğru ilerliyor oyunda...
Melisa Akman: Yavaş yavaş kimliksizleşme yoluna gidiyoruz. Kimliksizleşme noktası birbirimizi kabul ettiğimiz, birbirimizden utanmadığımız, kendimizi yargılamadığımız yer. Kimliksizleşme dediğimiz şey mahrem dediğimiz şeyin kırılması, normalleşmesi; bakış açımızın daha geniş ve aydınlık hale gelmesi...
Esra Yıldırım: O sınır aslında bir kalıp gibi, hepimiz bize dayatılan belirli bir düşünce ve davranış kalıbı içinde hareket ediyoruz. Oyunun sonunda bunu fark ediyoruz.
Oyun, sizleri nasıl etkiledi. Neler hissettiniz oynarken...
Esra Yıldırım: Bu süreçte, bizlere dayatılan ya da bizim sahip olmak istediğimiz kimliklerin farkına varıp bir anda olsa sıyrılmayı itkilerimizi hatırlamayı deneyimledik.
Nagihan Gürkan: Oyuncu olarak oyunun sonunu özlüyorum. Birbirimizle oynamaya başladığımız andan itibaren oyunun finalindeki seyirciyle ilişkiye geçtiğimiz anı özlüyorum. Gerçekten eğleniyoruz o bölümde. Tüm oyunda neresi benim sınırım, ne kadar hangi yalana inanıyorum. Ne kadarı benim gerçekliğim diye sorguluyoruz. Bu sorularla karşılaşmak için gerçek hayatta da mücadele ediyoruz. Gerçek hayatın kendisi zaten bir panopticon.
Tasarlayan ve Yöneten: Mirza Metin
Ses ve Müzik Tasarımı: Başar Ünder
Cast: Doğukan Özpınar
Işık tasarımı: Alev Topal
Kostüm Tasarımı: Hilal Polat
Sahne Tasarımı: Mirza Metin
Video Operatörü ve Yapım Koordinatörü: Hazni Demir
Fotoğraflar: Nazım Serhat Fırat
Oyuncular: Ayşegül Tekin, Esra Yıldırım, Gamze Çelik, Melisa Akman, Nagihan Gürkan
Reji Asistanları: Baran Yılmaz, Berkan Rodi, Merve Akpınar, Talip Şahin, Perizat Aktaş, Kerime Obenik
“PANOPTICON” sezonun son oyunuyla, 21 mayıs pazartesi 20.30’da, Oyun Atölyesi’nde