Selma Gürkan: ‘Cumhur İttifakı’nı durdurmak demokrasi için ilk adım
24 Haziran, ‘tek adam tek parti yönetimi’nin güçlendirilmesi açısından kritik bir eşik. Bu gidişin durdurulması için HDP’nin barajı aşması önemli.
Fotoğraf: Evrensel
Serpil İLGÜN
Baskın seçim tarihi ilan edildiğinden bu yana siyaset gündeminin ana tartışma konusu haline gelen cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın karşısına hangi ismin ya da isimlerin çıkacağı, ittifak çalışmalarına hangi partilerin dahil olacağı konuları geçtiğimiz hafta netleşti.
Beklendiği üzere, HDP dışarıda tutularak son şekli verilen ve sadece milletvekili seçimlerini kapsayan “millet ittifakı” CHP, İyi Parti, SP ve DP ortaklığında kuruldu. Bir buçuk yıldır tutuklu olan Selahattin Demirtaş’ın HDP, Muharrem İnce’nin de CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olduğunun resmen ilan edilmesiyle kampanyalar da başlamış oldu. Meclis dışındaki emek ve demokrasi güçlerinin ortaklaşma çabaları ise karşılık bulmuş değil.
Geçtiğimiz günlerde emek ve demokrasi güçlerine seçimlerde ittifak ve ortak aday çağrısı yapan Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Selma Gürkan’la, gelinen noktayı ve seçimlerde izleyecekleri tutumu konuştuk.
İktidar bloğunun erken seçime gidebileceği uzunca bir dönemdir dillendiriliyordu. Durum böyleyken EMEP, 24 Haziran’daki seçimlere katılamıyor. Hazırlıksız mı yakalandınız?
Belirttiğiniz gibi hükümetin 2019 Kasımı’nı beklemeyeceği, 2018 sonbaharında bir erken seçim olasılığının güçlü olduğu konuşuluyordu. Nitekim, giderek derinleşen ekonomik ve siyasal sorunlar karşısında yaşanan sıkışmışlık içinde hükümet, erken seçimden öte bir baskın seçim kararı aldı. Dolayısıyla hazırlıksız yakalanma, politik olarak hazırlıksız yakalanma değil. Ancak siyasi partiler ve seçim yasasında yer alan antidemokratik koşullar, bu dönem EMEP’i seçim dışı bıraktı. Seçimlerden 6 ay öncesinde en az 41 il teşkilatınızın olması ve bu 41 ilde de ilçelerin üçte birinde örgütlenmiş olma zorunluluğu var. Adrese dayalı üyelik sistemi ve bütün yerel örgütlerin kongresini yapmış olması gibi anti demokratik uygulamalarla yasaları yorumlayan Yargıtay örgütleri düşürebiliyor ve üyelikleri yok sayabiliyor. Temel olarak bu nedenlerle öncesinde seçime girebilecek yeterlilikte sayılan il örgütlerimiz şimdi bu pozisyonundan düşürüldü. Tüm bu antidemokratik koşullar bu dönem Emek Partisi’ni seçim dışı bıraktı. Parti olarak bütün bu eksiklikleri giderme yönünde çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde Selahattin Demirtaş’ı, parlamento seçimlerinde ise HDP’yi destekleyeceğinizi açıkladınız. Bu desteğin altını nasıl dolduruyorsunuz, kararınızı hangi saikler belirledi?
Destek kararımızı “CHP’nin, AKP ve bloğunun, SP’nin, İyi Parti’nin ve HDP’nin bir adayı var, biz bunlardan hangisine oy verelim” gibi bir seçenek üzerinden oluşturmadık. Türkiye’nin içinde bulunduğu somut siyasal koşullar, iktidarın baskı rejimi, hak ve özgürlüklerin engellenmesi konusunda getirdiği yeni düzenlemeler, yeni yasaklar ve Türkiye’nin demokratikleşmesinde önemli bir gösterge olan Kürt sorununun demokratik çözümü gibi temel sorunlar üzerinden bir değerlendirme yaptık.
24 Haziran bir rejim değişikliği, “tek adam tek parti yönetimi”nin tesisi, güçlendirilmesi açısından kritik bir eşik. Bu gidişin durdurulması için de HDP’nin barajı aşmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Öte yandan Kürt halkının siyasi iradesini yok sayan baskılar, müdahaleler ve özel olarak HDP’nin baraj altında bırakılma girişimleri devam etmektedir. Bu olağanüstü koşullarda Türk ve Kürt halkı arasındaki kardeşliğin güçlenmesi ihtiyacı ve Kürt sorununun barışçıl-demokratik çözümünün yakıcılığı her geçen gün artıyor. Bu gerçekler dikkate alındığında Kürt siyasi hareketinin temsilcilerinin Mecliste olmasının büyük önem taşıdığını düşünüyoruz.
Bu destek, örneğin HDP listelerinden aday göstermeyi de kapsıyor mu? Görüşmelerde bu açıdan nasıl bir çerçeve çizildi?
Belirttiğim gibi, destek kararımızı Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal koşulları, Türk ve Kürt milliyetinden işçiler başta olmak üzere bütün emekçi halk kitlelerinin ortak çıkarları ve önümüzdeki dönemin ihtiyaçları üzerinden verdik. Daha önceki seçim dönemlerinde olduğu gibi bugün de temel hareket noktamız budur. Bunun dışında bir önceliğimiz ve beklentimiz söz konusu değil. Diğer yandan parti olarak emek, demokrasi ve barış güçlerinin acil talepler temelinde bir ittifak zemininde birleşerek bir ortak adayla seçime girmesinin ve milletvekili seçimlerine de bir ittifakla katılmasının daha doğru olacağını düşünüyoruz. İttifak sağlanmadan herhangi bir partinin listesinden aday göstermeyi doğru bulmuyoruz. Fakat gelinen noktada ittifakın zemininin oldukça daraldığı görülüyor.
HDP’nin süreci yürütme şeklini nasıl değerlendirirsiniz? Söylemde demokrasi güçlerinin birlikteliğinin ne kadar elzem olduğunu ifade ederken, pratikte bu çabayı görünür kılmadığı yönündeki eleştirilere nasıl yaklaşıyorsunuz?
Bu baskın seçimlere demokratik bir ittifakla müdahale etmek gerçekten çok önemli bir ihtiyaç. Emekten, barıştan, demokrasiden yana güçlerin de bu konuda sorumlu ve tutarlı bir pratik tutum içerisinde olması beklenir. Dahası bu konuda, tabandan gelen bir istek ve beklenti olduğu da açık. Bu noktada söylemden öteye geçerek, pratik olarak bunun örgütlenmesi yönünde somut adımların atılması gerekiyordu. HDP yönetiminin bu konuda istekli ve etkili bir tutum içerisinde olmadığını düşünüyoruz. Eleştiriler de bu temelde gündeme geliyor. Bundan sonra da tartışmaların demokrasi mücadelesinin birleşik, ortak bir tutumla ilerletilmesi temelinde sürdürülmesi gereklidir.
İttifak konusunda tren kaçtı mı peki? Baskın seçim ilanından sonra demokrasi güçlerine ittifak ve ortak aday çağrısı yaptınız, fakat bu çağrınız gerekli desteği bulmadı. ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş, bunun için geç kalındığını belirterek, erken seçim ilanından önce ortak aday için çalışma yürüttüklerini ancak EMEP’in buna yanaşmadığı eleştirisini yöneltti. Neden yanaşmadınız?
Yürüttüğümüz tartışmalarda ÖDP’nin temel yaklaşımı ve ısrarı, demokratik bir ittifakın oluşmasından çok, CHP ve HDP’nin dışında bir sol-sosyalist seçenek oluşturma üzerinde yoğunlaşıyordu. İttifak ve adaylık hep bu eksende değerlendiriliyordu. Biz bu yaklaşımı doğru bulmuyorduk. Bunun için de görüşmelerde somut bir sonuca ulaşamadık.
Geç kalma konusuna gelince. Türkiye’nin en acil demokrasi talepleri etrafında, asgari müştereklerde ortaklaşılarak “biz şu şu partiler şu çerçevede bir ittifakla seçime gidiyoruz” biçiminde ortak bir platformun ilan edilmesi bugün de mümkündür ve bunun için yeterli zaman vardır. Yani tren kaçmış değil.
Diğer taraftan seçim çalışmalarının, sadece bir sandıktan çıkma çalışması değil, aynı zamanda ülkede demokrasiyi kazanma mücadelesi olarak 24 Haziran sonrasında da sürdürüleceği açık. Yani bu seçim süreci sadece adayların tanıtılması ve adaylara oy istenmesi şeklinde sürmeyecek. Çünkü yasaklarla, engellerle geçen, her şeyden önemlisi OHAL koşullarında KHK’larla işletilen bir seçim süreci var. Nitekim son KHK ile seçim yasaklarından cumhurbaşkanı muaf tutuldu. KHK’ler de yetmiyor olacak ki, iktidarın ortağı Devlet Bahçeli, aday olmak için yüz bin imza toplaması gereken adaylara imza verecek vatandaşları açıkça tehdit etti. Neticede hem 24 Haziran’a giden süreçte, hem de 24 Haziran sonrası demokrasi mücadelesinde güç birliklerine, ortaklıklara ihtiyacın artarak devam ettiği çok açık.
Partiniz nasıl bir seçim çalışması yürütecek?
Öncelikle bu siyasi iktidarın yöneldiği siyasal rejimi halka anlatmayı; Türk, Kürt, Arap bütün milliyetlerden işçi ve emekçi halk kitlelerinin “tek adam ve tek parti yönetimi”nin ülkeyi nasıl bir felaketin içine sürüklediğini görmesini sağlamayı esas alan bir çalışma yürüteceğiz. Erdoğan ve hükümetlerinin uyguladığı ekonomi politikaları; basın ve ifade özgürlüğünün, işçi sınıfı ve emekçi sınıfların örgütlenmesinin, kırıntı halinde de olsa siyasal hak ve özgürlüklerin önüne çıkarılan engelleri anlatacağız. İktidarın halk düşmanı, emek düşmanı politikalarını, kadınlara, gençlere ve çocuklara yaşamı zehir eden politikalarını teşhir eden bir çalışma yürüteceğiz. Bu bizim zaten temel sorumluluğumuz. Seçim sürecini de bunun bir dayanağı olarak değerlendireceğiz. Nerede bir sanayi havzası, nerede emekçilerin yaşadığı mahalleler varsa, nerede gençlerin okuduğu üniversiteler, liseler varsa bu çalışmaları sürdüreceğiz. Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesinin bir ihtiyacı olarak da cumhurbaşkanlığında Demirtaş’a, parlamento seçiminde HDP’ye oy isteyeceğiz. Çalışmamızın çerçevesi bu kapsamda olacak.
Adaylar belirlendiği için cumhurbaşkanlığı seçiminde nasıl bir tablo oluşacağı belirginleşmeye başladı. Seçimlerin ikinci tura kalması halinde partinizin tutumu ne olacak?
Bakalım sandık kurulabilecek mi? Öyle bir ihtimal bile var. Çünkü bu hükümetin sandıktan istediği sonuçları çıkaramadığında halkın tercihlerini nasıl yok saydığını, iktidarı kaybetmemek için her yol ve yöntemi deneyeceğini 7 Haziran ve 16 Nisan’da gördük. Zaten Erdoğan’ın, “7 Haziran’da bir yola yöneldiniz ama sonuçlarını hep birlikte yaşadık” şeklinde halka dönük tehdit ifadesi de bunu gösteriyor. Erdoğan ve hükümeti, 7 Haziran’ın sonuçlarını kabullenemediğinde neler yaşanmıştı? Patlayan bombalar, katliamlar, çatışmalar, kentlerin yıkımı ve yüzlerce insanın yaşamını yitirmesi... 7 Haziran’dan sonra siyasi iktidar ülkeyi tam bir kaos, tam bir çatışma içine sürükledi ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştirecek bir politika izledi. Dolayısıyla 24 Haziran’da istediği sonuçlar olmazsa, 7 Haziran’dan çok daha yıkıcı sonuçlar yaşayabileceğimizin mesajlarını veriyor.
Tabii ki sandıklara el koyma, kaos çıkarma, sandık başlarında çatışma çıkarma, toplumsal iç çatışma çıkarma, bütün bunları deneme ihtimali çok yüksek. Bu nedenle bizler demokrasi mücadelesini güçlendirme ve alternatif bir siyasal seçenek çıkarma konusunda bir çalışma yürütürken, aynı zamanda sandıkları korumak, halkın iradesinin şaibelere kurban edilmesini engelleyecek tedbirlerin alınması gibi bir perspektife de sahip olmalıyız.
Dolayısıyla bugün dikkatlerin yoğunlaşması gereken nokta seçimlerin ikinci tura kalması için “cumhur ittifakı”nın kaybetmesini sağlayacak etkili bir çalışmanın örgütlenmesidir. Biz ikinci turda da, birinci turda desteklediğimiz adaya oy vermek isteriz. Eğer 24 Haziran gecesi aksi bir durum ortaya çıkarsa partimizin yetkili kurulları o günkü tabloyu değerlendirip en doğru kararı verecektir.
KUTUPLAŞMA İKİNCİ BİR SAĞ BLOKLAŞMAYLA DEĞİL DEMOKRATİK TALEPLERİN YAŞAM BULMASIYLA DAĞITILABİLİR
HDP dışarıda tutularak son şekli verilen ‘millet ittifakı’, CHP-İyi Parti-SP ve DP ortaklığında kuruldu. AKP, MHP, BBP ittifakı karşısına yine sağ, milliyetçi, muhafazakar ağırlıklı bir seçenekle çıkılıyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle bu, özellikle CHP açısından Erdoğan’ın çizdiği sınırlar içinde siyaset yapmak anlamına geliyor. Millet ittifakı kısmen seküler, laik, sosyal demokratları içinde barındırsa da esas rengi değiştirmiyor. Zaten şimdiye kadar bu sınırlılıkta siyaset yapıldığı için Erdoğan başarılı oldu. Erdoğan’ın seçim vaatlerine bakıldığında bile, iktidar bloğu karşısına nasıl bir seçenekle çıkılması gerektiği görülecektir! Ne diyor Erodoğan? Daha çok demokrasi, daha fazla hukuk devleti, daha fazla refah, zenginlik diyor. Bunların olmadığını itiraf eden bir siyasal iktidar karşısında hak ve özgürlüklerin güvenceye alındığı bir siyasal rejim tartışması yürütülmesi gerekiyor. Dolayısıyla toplum içindeki her tür kutuplaşmayı dağıtacak ve toplumu birleştirecek olan şey, ikinci bir sağ bloklaşma değil, demokratik haklar, siyasal özgürlükler, acil ekonomik ve sosyal taleplerin yaşam bulmasıdır.
‘ERDOĞAN GİTSİN DE YERİNE KİM GELİRSE GELSİN’ ANLAYIŞI YANLIŞTIR
CHP-İYİ Parti-SP ve DP ittifakının temel uzlaşı noktalarından biri parlamenter sisteme dönüş olduğu için soralım: Mesele parlamenter sisteme dönüş mü? Parlamenter sistem Türkiye’nin yaşadığı siyasal krize deva olacak mı?
Bir defa Emek Partisi olarak evet, başkanlık rejimine karşıyız ama onun yerine de önceki parlamenter sistem olduğu gibi getirilsin demiyoruz. Ancak, Erdoğan ve ‘Cumhur İttifakı’nın temsil ettiği değerler ve siyasal gericilik açısından bu siyasal gidişin durdurulması önemli. Ama Erdoğan gitsin de yerine kim gelirse gelsin anlayışı yanlış bir anlayıştır. 24 Haziran’da veya sonrasında “Cumhur İttifakı”nın kaybetmesi ve diğer adaylardan birisinin kazanması memleketin düzlüğe çıktığı anlamına gelmez. Gerici, faşist bir politik sistem egemen hale getirmek isteyen bir hükümet yıkılmış olur. Elbette bu az şey değildir. Ama her şey de değildir.
Bağımsız, demokratik bir yargı sistemi, basın ifade özgürlüğü, halkın iradesinin ülke yönetimine egemen olması, bunun için seçim ve siyasi partiler yasalarının demokratikleştirilmesi, bütün bunların güvence altına alındığı demokratik bir anayasanın yapılması gibi talepleri içeren, işçi sınıfı ve emekçilerin egemenliğini esas alan bir politik sistem için mücadele bizim için temel olmaya devam edecektir.
HİÇBİR İKTİDARIN GÜCÜ, HALKIN ÖRGÜTLÜ TUTUMUNUN ÜSTÜNDE DEĞİLDİR
Bir diğer tartışma konusu da seçim güvenliği. Siz de değindiniz, OHAL ve KHK rejimine eklenen seçim yasasının iktidar lehine değiştirilmesi ve başkaca antidemokratik uygulamalar, Türkiye’ye 16 Nisan referandum koşullarını da aşan bir tablo sunuyor. Seçimin bu ‘zorlukları’ nasıl aşılacak?
Kolay bir seçim olmayacağı açık. Mühürsüz pusulaların geçerli sayılması, sandığa kolluk çağrılması gibi düzenlemelerle sandık yolsuzluklarını adeta yasalaştırmış oldular. Ancak tüm bunlara rağmen sandığın korunması imkansız değil. Eğer ortaya doğru bir çalışma konulursa ve güçler birleştirilebilirse sandık güvenliğini sağlama konusunda bu durumun tersine döneceğini söyleyebiliriz. Hangi güce sahip olursa olsun hiçbir iktidarın gücü, halkın örgütlü tutumunun üstünde değildir. Dolayısıyla nasılsa sandıklarda usulsüzlük olacak, nasılsa oyları çalacaklar duygusuna kapılmamak gerekir. Biz bunu engelleyebiliriz.
KÜRT SORUNUNUN DEMOKRASİ SORUNU OLDUĞUNU KABUL EDERSENİZ İKTİDARIN KOZUNU ELİNDEN ALMIŞ OLURSUNUZ
Kılıçdaroğlu’nun kimi açıklamaları, ittifakın HDP’yi de kapsaması yönünde çaba gösterdiği şekilinde yorumlansa da, CHP’nin HDP konusunda ‘direnmediği’ ortaya çıktı. Sizce bundaki temel faktör Akşener engeli mi, iktidar bloğundan gelecek ‘saldırılar’ çekincesi mi, yoksa CHP yönetiminin de zaten Kürt sorununun çözümü konusunda Akşener’le uyumlu bir bakış taşıması mı?
Hepsinin şöyle ya da böyle etkisi vardır. Zaten Kılıçdaroğlu ve ekibi her vesile ile HDP’nin seçimlere ayrı girmesinin ve barajı geçmesinin daha iyi olacağını ifade ediyordu. Bunda sistem partilerinin yıllardır Kürt sorununun demokratik çözümünden uzak bir tutum içerisinde olmasının önemli bir payı var. Kürt sorunu üzerinden şovenizmi ve ırkçılığı beslediler. Gelinen noktada siyaseti de bunun üstüne kurdukları için en ufak bir şeyde siyasi iktidar muhalefeti buradan baskılandırıyor. Bugün savaşa karşı barışı dillendirdiğinizde bile siyasal iktidar, sizi PKK’ye üye olmakla, onun propagandasını yapmakla ya da onu desteklemekle eşitliyor. Ancak bunun karşısında izlenecek tek yol, Kürt sorununun temel bir demokrasi sorunu olduğunu kabul etmek, eşit haklara dayalı demokratik, halkçı çözümü savunmaktır. Bunu yaptığınızda iktidarın elindeki önemli bir kozu almış olursunuz. Bunlar topluma rahatlıkla anlatılabilir. Hatırlayalım, 2013’te barış görüşmeleri söz konusu olduğunda toplumdaki iklim ne kadar değişmişti. Dolayısıyla yeter ki o ırkçılığı, şovenizmi engelleyecek, kutuplaşmayı dağıtacak bir politika izlensin, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü noktasında bir irade ortaya konsun. Toplumda bu karşılık görür. Bundan çekinmemek lazım. Ama CHP içerisindeki demokratik çözümden yana kimi cılız eğilimleri, sesleri saymazsak, CHP’nin merkezi politikası bu konuda hep mesafeli, ikircikli ve geleneksel devlet çizgisini sürdürme yönünde oldu.
GÜL’E ZİYARETİN, NEZAKET ZİYARETİ OLMADIĞI AÇIK
Malumunuz Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın Abdullah Gül’le yaptıkları görüşme, bir hafta sonra, bizzat Gül tarafından doğrulandı. Gül, ‘Baskı ya da telkin değil, nezaket ziyaretiydi’ dedi ama vesayet rejimi çerçevesinde yorumlanan görüşmeye sizin değerlendirmeniz ne?
Türkiye’nin siyasi tarihi darbeler ve muhtıralar tarihi. Dolayısıyla Genelkurmay Başkanı’nın Erdoğan’ın başdanışmanı ile birlikte devlet helikopteriyle Erdoğan’ın karşısında en güçlü aday şekilinde lanse edilen bir adayın evine yaptıkları ziyaretin herhalde nezaket ziyareti olmayacağı çok açık. Kamuyona söylenmiş nezaket sözleri, ikna edici değil. Yapılması gereken, görüşmenin içeriğinin bütün açıklığıyla halkla paylaşılmasıdır. Bu da eski yeni bu ülkeyi yöneten burjuva hükümetlerin, siyasetçilerin geleneğinde olmayan bir özelliktir. Dolayısıyla bu ziyaretin kendisi bile başlı başına ‘tek adam tek parti yönetimi’nin geldiği noktayı göstermesi bakımından çarpıcıdır.
İKTİDARIN SEÇİM OYUNLARINA VE RÜŞVETLERİNE KANMAYIN
Geçtiğimiz hafta emeklilere dini bayramlarda biner lira ikramiye, vergi ve imar afları gibi çok sayıda düzenlemeyi içeren bir paket açıklandı. AKP’nin daha önce ‘kaynak yok, ekonomi kaldırmaz’ diye reddettiği talepleri tam da seçim sürecinde halka sunması, AKP’ye murat ettiği neticeyi verir mi?
“Kaynak yok” gibi gerekçeler, işçi, emekçi halk kitlelerinin taleplerini karşılamamak için bütün sermaye hükümetlerinin yıllardır kullandığı klasik gerekçelerdir. Kapitalistlere 130 milyar dolarlık teşvik için kaynak vardır, ama emekçilere gelince yoktur.
Öte yandan ekonomik zorluklar ve yoksunluklar içinde biner lira ikramiyeye emekliler doğal olarak sevinceklerdir. Ya da vergi borçları olan küçük esnaf sevinecektir. Ama daha seçim gündemde yokken yüzde 2’lik, yüzde 3’lük zam taleplerini bile “Yüzünüze gözünüze dursun” diyerek emekçilere vermekten geri duran bir siyasi iktidarın halkın yaşadığı ekonomik sosyal problemleri çözme iradesinin olmadığı çok açık. Bu bir seçim rüşvetidir, halkımız da bunu böyle değerledirmektedir zaten.
Hükümetin dağıttığı ve dağıtacağı seçim rüşvetleri zaten halkın tasarruflarının halka dağıtılması ya da yine halktan alınacak vergilerin, faizlerin azaltılmasından oluşuyor. Elbette hükümet açısından oya dönüşme ihtimalini de barındırıyor. Ama bizim işçilere, emekçilere çağrımız bu seçim rüşvetlerine kanmamaları, burjuva hükümetlerinin bu klasik oyunlarına aldanmamaları, kapitalistlerin kararlı ve usta hizmetkarı olan Erdoğan ve “Cumhur İttifakı”na gerekli dersi vermeleridir.
1 MAYIS’TAN ALDIĞIMIZ GÜÇLE 24 HAZİRAN İÇİN ÇALIŞMALIYIZ
Tüm ülkede geçmiş yıllara göre oldukça yüksek bir katılım ve yaygınlıkta kutlanan 1 Mayıs, tüm bu konuştuklarımız açısından nasıl bir mesaj vermiş oldu?
Bütün yasaklara, engellere rağmen kadınlar 8 Mart’ta kendi talepleriyle sokağa çıktılar, 21 Mart’ta Kürt halkı barış ve demokrasi talepleriyle sokağa çıktı ve 1 Mayıs’ta her ne kadar yasal izinler verilse de hükümetin tüm terörize etme çabalarına rağmen yüzbinlerce işçi, emekçi ve demokrasi, barış, eşitlik isteyenler sokakları, alanları doldurdu. Bu, halkın sorunlarının derinleştiğini ve mücadele edeceğinin göstergesi oldu. Bu açıdan 8 Mart’tan aldığımız gücü 21 Mart’ın coşkusuna; 21 Mart’tan aldığımız coşkuyu da 1 Mayıs’ın dayanışmasına, birliğine ve mücadelesine taşıdık. Şimdi de 1 Mayıs’tan aldığımız güçle 24 Haziran’da tek adam tek parti yönetimininin gidişine ‘dur’ diyebiliriz. Siyasi iktidarın hedefinde olan kadınlar ve gençler, demokrasinin kazanılmasında her zaman olduğu gibi itici güç olacaklardır. Elbette bu çabalarımız 25 Haziran ve sonrasında demokratik bir ülke mücadelesine de yol verecek. Gücümüze güvenle, enseyi karartmadan, umutla, inatla demokrasiyi kazanmaya hazırlanmalıyız.