Ercan Kesal: Popülerliğin ne olduğunu başıma gelince daha net gördüm
Ercan Kesal'la sinema ve edebiyata dair konuştuk. İşte Serdal Keskin'in keyifli röportajı...
Fotoğraf: Evrensel
Serdal KESKİN
İstanbul
Ercan Kesal’ın bugüne kadar ‘Peri Gazozu’, ‘Cin Aynası’, ‘Evvel Zaman’, ‘Nasipse Adayız’, ‘Bozkırda Bir Gece Yarısı’, ‘Zamanın İzinde’ kitapları ve son olarak söyleşilerinden oluşmuş ‘Aslında’ eseri bizlere ulaştı. Kesal yazdığı eserlerde hep yaşadıklarından, gözlemlerinden yararlanmış bir yazardır. Gözlem, deneyim ve okuduklarını “Yeniden icat ederek” yazıya döker. Eserlerinde; çocukluğunu, toplumun sancılı yıllarını, toplumsal değişimleri, acıları, umutları merhametli bir dille anlatır. Sinema ve edebiyat ile ilgili düşünceleri de kitaplarında anlattığı diğer konulardır. Eserlerinde yaşadığı coğrafyadan ve okuduklarından yararlanan yazar aslında bize özlediğimiz geçmişimizi hatırlatır...
Kesal, aynı zamanda birçok filmde hem senarist hem de oyuncu olarak yer aldı. Şimdilerde ise çok izlenen Çukur dizisindeki karakterlerden “İdris Koçovalı” rolüne can veriyor. O sadece yazar değil aynı zamanda doktor, oyuncu, senarist ve yönetmen... Ercan Kesal’la edebiyata ve sinemaya dair sohbet ettik. Diziler için hızla tüketilen bir mecra olduğunu söyleyen Kesal, “Popülerliğin ne olduğunu başıma gelince daha net gördüm” dedi.
Yazmak sizin için neyi ifade ediyor? Hatta bir türlü meditasyon diyen bile var, ne dersiniz?
Yazmak, okumakla birlikte başlayan bir eylemdir. Okumadan yazılmıyor. Sizden öncekilerin yazdıkları önemli çünkü. Okumak da yazmak da, kelimelerin gücünü fark ettiren bir başlangıç. Sözcüklerin büyüsüyle buluştuğunuzda dışarıdaki dünyanın size dayattığı gerçekliğe de başkaldırmış olursunuz. Bu yüzden edebiyat esasında bir itirazdır, karşı çıkış ve isyandır. Bu dünyadan daha gerçek ve anlamlı bir başka dünyayı sözcüklerle yeniden icat edebilmektir.
Kitaplarınızla devam edersek; “Peri Gazozu” ve “ Cin Aynası” iyi bir gözlemin ürünü. Hayatınızdan izler taşıdığı ortada. Kitaplarınızda anlatılan daha çok toplumsal konular ve aslında kısa kısa da Türkiye tarihi. Bu tarihsel saptamaları bir filminizde, sinemaya aktarılmış olarak görecek miyiz?
Elbette. Belki de şu ana kadar çekemediklerimi yazıyordum. 2015’de yayımlanan Nasipse Adayız isimli novellamın senaryosunu yazdım. Yönetmenliğini de yapacağım bu hikayenin filmini Temmuz 2018’de çekeceğim.
‘Aslında’ kitabınız yaptığınız söyleşi ve röportajlardan oluşuyor. Böyle kitaplar genellikle yazar ve şairlerin yaşamını yitirdikten sonra derlenir. Sizi bu kitabı çıkarmaya ne sebep oldu?
Yazmaktan daha çok konuşmayı seven bir coğrafyanın çocuklarıyız. Konuşmayı, muhabbet etmeyi, söyleşmeyi elbette severim. Ama, “Konuştum bitti”, “Söyledim geçti” diyemiyorum. Hepsinin de en azından yazdıklarım kadar kıymetli olduğuna inanıyor ve kalıcı olmalarını istiyorum.
Türk edebiyatındaki yazar ve şairlerden kimleri okuyorsunuz? Kimleri tavsiye edersiniz?
Yenilerin hepsi de heyecan verici ve güçlü kalemler. Benim eskilerden vazgeçemediklerim, dönüp dönüp okuduklarım vardır, onlardan söz etmek isterim. Refik Halit Karay, Sait Faik, Sabahattin Ali, Kemal Tahir, Haldun Taner, M. Ş. Esendal, Samet Ağaoğlu, A.H. Tanpınar. Bir mucize gibi Mehmet Günsür, V.O. Bener, Bilge Karasu... Şairlerden Edip Cansever, Turgut Uyar, Ergin Günçe, Didem Madak ve kendi yaş kuşağımın tüm iyi şairleri elbette...
Bu soru da dünya edebiyatı yazar ve şairleri için olsun. Yabancılardan kimleri okur ve önerirsiniz?
Çehov başta. Rus klasikleri mutlaka. Dostoyevski, Tolstoy, Gonçarov. Şairlerinden Puşkin, Lermontov, Yesenin. Yabancılardan, Camus, Borges, Galeano, Berger, Echenoz, Pessoa, Pavese, Calvino, E. A. Poe, Murakami, İshiguro, Kenzaburo Oe… İlk aklıma gelenler…
Dönüp dönüp okuduğunuz ve başucu kitaplarınız nelerdir, şimdi neler okuyorsunuz?
Antropoloji, psikoloji metinlerini daha çok okurum. E. Said, Bourdieu, C. Levi-Strauss’u özellikle. Sinema kitapları da tabii ki. Son dönemde en çok etkilendiğim kitaplardan biri “Haneke Haneke’yi Anlatıyor’’ kitabı oldu. Başucu kitaplarım, Tarkovski’den ‘‘Mühürlenmiş Zaman’’ kitabı. Ayrıca söyleşilerinin yer aldığı ‘‘Şiirsel Sinema’’ Brando’dan “Annemin Öğrettiği Şarkılar”, Elia Kazan’ın “Bir Yaşam”, Berger’in ve Galeano’nun tüm kitapları...
Edebiyattan sonra sinema hayatınızın neresinde?
Sinema hayatımın en önemli ögelerinden. En çok zaman ayırdığım ve üzerine en çok düşündüğüm alan.
‘KENDİME SAYGI DUYDUĞUM BİR YERDE OLMAK İSTİYORUM’
Ercan Kesal, sadece yazar kimliğiyle değil, tüm kimlikleriyle kendini bu hayatta nasıl bir yerde konumluyor?
Kendime saygı duyduğum bir yerde olmak istiyorum. Her koşulda diğerkam olmayı becerebildiğim, gece başımı yastığa koyduğumda rahat uyuyabildiğim bir vicdanla, yeryüzü sofrasının mütevazı bir konuğu olarak yaşamımı sürdürmek istiyorum.
‘HIZLA TÜKETİLEN BİR MECRA MAALESEF’
Ercan Kesal’ı dizilerde görmeye başladık. Önce konuk oyuncuydu, şimdi ise Çukur’un başrol oyuncusu. Bazı oyuncular dizi sürelerinin ve şartlarının ağır olduğunu söyleyerek internet dizilerine yöneldiler. Sizin dizi projelerinden sonra hayatınızda değişimler oldu mu?
Dizi süreleri uzun ve koşulları ağır, mutlaka düzeltilmeli. Çukur deneyimine gelirsem; popülerliğin ne olduğunu tahmin ediyordum ama başıma gelince daha net gördüm. Hızla tüketilen bir mecra maalesef. Ama seyirciyle buluşmanın yollarından biridir diye düşünüyorum. Kendi yapacağım sinemaya dair yeni deneyimler ediniyor, farklı ilham kapılarını açmaya çalışıyorum.
Son olarak Evrensel gazetesi okuyucularına neler söylemek istersiniz?
Hayatlarından sanat, edebiyat ve sinema hiç eksik olmasın.