Soma: Kaza, kader, fıtrat değil; cinayet
Yazar Tahir Şilkan, Soma Katliamını'nın 4. yıl dönümünde yazdı.
Fotoğraf: Fırat Turgut/EVRENSEL
Tahir ŞİLKAN
(4. yıl dönümünde Soma Madenleri’nde yaşamını yitirenlerin anısına...)
“...
kömür işçisine borcum var
kara ömrü kısacık...”
(Gülsüm Cengiz - Eylül Deyişleri)
***
Maden emekçileri, yerin yüzlerce metre altında en güç koşullarda her gün sevdikleriyle vedalaşarak, gün ışığına kavuşmayı, kazaya uğramadan geçen günlerin hesabını yaparak yaşayan, havasız, sağlıksız çalışma ortamından dolayı emeklilik sonrası yaşamı da uzun sürmeyen insanlardır.
Ülkemiz, madenlerde yaşanan ölümlü iş “kazalarında” (cinayetlerinde) dünyanın en sicili bozuk ülkelerinden biridir.
Soma faciası, 301 işçinin yaşamını yitirmesine yol açan bir facia olarak belleklerden silinmeyecektir. Günler öncesinden kendini belli eden sıcaklık artışı facianın habercisi olmasına karşın, daha fazla kâr için işçiler ölüme mahkum edilmiştir.
Yaşanan, kaza değildir, kader değildir, madenciliğin doğasında olduğu söylenen, fıtrat hiç değildir. Göz göre göre gelen bir cinayettir, faciadır. Patronların, egemenlerin gözünde maden işçisinin hiçbir önemi yoktur. Çünkü, işçiler istemediğin kadar çoktur; en güç, en sağlıksız koşullarda çalışmak zorundadır.
***
“...Yük taşıyan bir hayvan huysuzlanıp gitmezse, sahibi döver onu... Ama ne kadar döverse dövsün, hayvanını yaralamak, sakat bırakmak, öldürmek gelmez içinden... İşte! böyle sakınmalardan bile uzak bir çalışmadır: Mükellefiyet... Bir hayvan, bir eşya kadar değeri olmayan insanlar. Ayağı kırılan bir ocak katırı, kaybolan yiten bir kazma, yaşamını yitiren işçilerden daha çok üzerdi başımızdakileri... Çünkü ocakta çalışacak katır az bulunuyordu, kazma, kürek belli sayıdaydı; ama işçilere gelince, karıncalar kadar çoktuk biz...” ( Yaşlı Bir Madencinin Anlatısından...)
“Açılmış yerin altına
Sayısız kara kanlı kapak
Bu kapaklar üstüne kurulmuş
ZONGULDAK.”
(Mehmet Seyda - Yanartaş)
“...Üçüncü vardiya işçileriydi bunlar. Lambahane önünde toplanmış, İbraham Efendi’yi beklerken ayak değiştiriyorlardı. Gelecek, sayacak. “Yürü koçum!” diyecek. Kapalı, somurtuk bir kış gecesinin altında sokulmuşlardı birbirlerine. Kir, apış arası, koltuk altı teri, kömür tozu karışımı pis bir koku yayılmıştı havaya.
Çok üşüyorlardı. Sırtlarında, omuzbaşları dirsekleri yırtık, rengi atmış birer gömlek. Başlarında biçimini yitirmiş yağlı birer kasket, ya da enseden düğümlü birer mendil. Şalvar potur pantolon karışımı bacaklarında...
Çoğunda o bile yok. Ayak bileklerine varan kapkara donlarla fırlamış gelmişler. Çıplak ayakları ocağın sızıntı sularıyla şişik, mor, çatlak.”
(Mehmet Seyda - Yanartaş)
***
Karaman’da maden kazasında mahsur kalıp yaşamını yitiren işçilerden Hüseyin Gültekin’in eşi, kazadan saatler sonra doğum yaptı. Hayata gözlerini açan erkek bebek, Gültekin ailesine buruk bir mutluluk yaşattı. (2014 - Gazeteler)
“...
Fırtınalı bir kış oldu ertesi yıl
Aynı yılın teşrininde (ekim)
Üç arkadaş Zonguldak’a indiler.
Şurdan şu tarafa tut, bütün deniz
Girdi Ocağa.
Kanununda aynı yılın, ( aralık)
bir sabahtı,
Hamdi Şentürk’ü kömürün altından çıkardılar,
kan içinde yüzü gözü,
elleri simsiyahtı.
Bir beyaz karyolada
hayata veda etti (1939)
Rahmetli Hamdi Şentürk’ün bir oğlu doğdu (1940)...”
(Nazım Hikmet - Memleketimden İnsan Manzaraları)