15 Mayıs 2018 00:35

Türkiye'de bir hayalet dolaşıyor: Marksizm hayaleti

Marksizm Sempozyumu, liberal, yeni sol, kimlikçi, otonomcu kampanyaya karşı Marksist kuram ve yöntemin savunulduğu bir platform oldu.

Fotoğraf: İsmail Afacan/EVRENSEL

Paylaş

Arif KOŞAR*

Suriye’de savaş, Türkiye’de faşist bir rejimin inşa süreci, dünya genelinde artan gelir ve servet eşitsizliği, kutuplaşan sınıfsal konumlar, 10 senede bir patlak veren kapitalist krizler, ABD ve Rusya arasındaki gerilim, Afrika’da pazara egemen olma mücadeleleri...
Bütün bunlar Marksizmin gerçek hayatı en iyi kavrayan teori ve yöntem olduğunu anlatmak için yeterli bir açıklama olmasa da, en azından ana akım iktisat, sosyoloji ve uluslararası ilişkiler disiplinlerindeki ‘rasyonel’ ve toz pembe teorilerin geçersizliğini göstermek için yeterli.

Karl Marx’ın 200. yaşı dolayısıyla 4-5-6 Mayıs 2018 tarihlerinde Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezinde yapılan Marksizm Sempozyumu, işte bu ana akım ya da artık ana akımlaşmış muhalif, “sol”, “yeni sol” literatüre karşı en genel anlamıyla Marksist kuramın savunulduğu bir platform oldu. Engels’in deyimiyle, Marksizmin en önemli iki “buluşu” güçlü bir biçimde dile getirildi: İlki, kapitalist toplumun emekçinin ürettiği artı-değere kapitalist tarafından el konulmasına dayandığı, ikincisi son tahlilde toplumun üretim ilişkileri, yani sınıf mücadeleleri ile koşullandığı. Bu savunu; ilkesel bir tutum olmanın ötesinde, günümüz dünyasının radikal bir eleştirisini ve sömürüsüz bir toplum kurma hedefini içinde barındırdığı için kuşkusuz oldukça önemli ve anlamlı.

BİR SINIF TEORİSİ OLARAK MARKSİZM

Örneğin “Türkiye İşçi Sınıfının Görünümleri” oturumunda İrfan Kaygısız, Meryem Kurtulmuş ve Kurtar Tanyılmaz’ın “Türkiye İşçi Sınıfının Maddi Varlığı ve Değişen Yapısı” başlıklı sunumunda, sınıfsal kutuplaşma ve işçi sınıfının nicel artışı verilerle oldukça açık bir biçimde serimlendi. Aynı oturumda Deniz Pelek “Kır Proletaryası ve Köylü Arasında Mevsimlik İşçiler” sunumunda, tarımdaki proleterleşme sürecini kapitalist dinamiklerle mülteci işçiler ve etnisite bağlamında ele aldı. Erkan Aydoğanoğlu metal işçileri üzerindeki kapitalist tahakküm ve baskı süreçlerini yaptığı alan araştırması üzerinden anlattı. Serkan Öngel “Sendikal Mücadele ve Sınıf Bilinci: Metal Sektörü Örneği” sunumuyla, işçi sınıfının, mücadele süreçlerine katılımını ve bu mücadele içinde sınıf bilincinin nasıl oluştuğunu izleyen araştırmasını aktardı. Başka bir oturumda Yener Erköse, araştırması için kendisinin de bizzat çalıştığı tatil köylerindeki sınıf deneyimlerinden yola çıkarak işçiler üzerindeki denetim süreçlerini ayrıntılı bir biçimde ele alırken, Ebru Işıklı işe alımdan başlayarak “İşte Yoğunlaşmanın Yeni Biçimleri”ni anlattı. Mekan oturumunda ise Sezen Çilengir, cumhuriyetin ilk döneminde Nazilli Sümerbank Basma Fabrikasındaki işçilerin mekan ve fabrika ekseninde işçileşme deneyimlerini ele aldı.

Bu ampirik yanı kuvvetli çalışmaların yanında sınıfların varlığını ve etkisini reddeden kuramları karşısına alan teorik sunumlar da sempozyumda güçlü bir biçimde yer aldı. “Orta Sınıf Tartışmaları ve Proleterleşme” oturumunda Kasım Akbaş, avukatlar içerisinde yaşanan sınıfsal bölünmenin boyutlarını kuramsal ve ampirik yönleri ile anlatırken, meslekler üzerindeki kutsallık büyüsünü de bozuyordu. Yine Selin Pelek, “sol” camia içerisinde moda olan ve güvencesiz işçilerin ayrı bir sınıf olduğunu ileri süren “prekarya” kavramının kuramsal tutarsızlıklarını ve sınıf içindeki farklılıklara işçi sınıfının ortak mücadelesi bağlamında yaklaşılması gerektiğini savundu. Aynı oturumda Şafak Sağlam beyaz yakalı işçilerin içinde bulundukları sömürü ve denetim ağını betimlerken, işçi sınıfı içerisinde nasıl katmanlaştıklarını tartıştı.

Sınıf analizi ve özne/sınıf-toplum ilişkisi üzerine yoğunlaştığım için burada verdiğim örnekler yanıltıcı olmasın. Osmanlı toplumu ve genel olarak tarihten kentsel politikalara, doğanın talanından doğrudan Grundrisse ve Kapital gibi Marx’ın eserlerinin incelenmesine, kadın sorunundan kültür-sanata ve Türkiye devrimine kadar çok sayıda konu sempozyumda ele alındı. 20 kadar oturumda hem çeşitli konulara Marksist bir yöntemle bakıldı, hem de Marksizmin kuramsal temellerine ilişkin tartışmalar yapıldı.

TÜRKİYE’DE MARKSİZM

Üç günlük ve yoğun bir programın ardından söylenebilir ki, Türkiye’de aşağıdan yukarıya yükselen bir Marksizm ilgisi söz konusu. Eski kuşaktan katılımla birlikte dikkat çeken genç katılımı bunun göstergesiydi. Ancak bu ilgi maalesef doğrudan Marksizmle sonuçlanmayabiliyor. Öncelikle Türkiye’de üniversite öğrencileri Marksizmi daha çok ikincil kaynaklardan ya da parça parça ezberlenecek metinler olarak okuyor. Böylece felsefi ve yöntemsel bir bütünlüğe sahip olan, kendinden önceki en ileri felsefi ve sosyal bilimler birikimine yaslanan bir kuram, bu bütünlüğü ve derinliği çerçevesinde değil popüler replikler olarak benimseniyor. Böylece “Marx şunu dedi, o nedenle doğru” gibi bir dogmatizm ile karşısında “Marx şunu ele almadı, Marksizm bu konuda bir şey diyemez” diyen başka bir dogmatizm ele ele gidebiliyor.

Diğer bir olgu ise “akademik Marksizm”. Bununla Marksist olan akademisyenler değil ama özellikle Batı akademisinde Marksizm’in siyasal sınıf mücadelesi ile bağının koparılıp onun akademik bir analiz yöntemine indirgenmesini kastediyoruz. Dolayısıyla Marksizmin “siyasetsiz” ve “pür” bir analiz yöntemi olarak ele alınması, onun çok iyi “bilinerek” “ruhsuzlaştırılması” güncel bir eğilim olarak varlığını koruyor. Sempozyum uzayda değil gerçek dünyada yapıldığı için yer yer bu eğilim ve etkilenmelerin yansımaları görüldü.
Ancak her şeye rağmen, Marksizmin gerçek dünyayı anlamak açısından sağladığı olanakların; burjuva ana akım ve düzen içine sıkışmış “sol”, kimlikçi, “muhalif” ana akımlaşma eğilimindeki görüşlerin sınırlılıklarının ortaya konulduğu bir sempozyum geçirdiğimizi gönül rahatlılığıyla söyleyebiliriz. Doğrudan Marksizm üzerine kurulu, bu açıdan çok az sayıdaki örnekten birisi olan sempozyum, gördüğü ilgi ve sunumlardaki nitelikle katılan herkes için moral ve umut oldu.

Kapitalist dünya gerçekliği içinde yeni bir dünya arayanlar kaçınılmaz bir biçimde Marksizme değiyor. Bu değinme, politika ve sosyalizmle, cinsel, ulusal ve tüm diğer baskı biçimleriyle birlikte artı-değer sömürüsü ve sınıfları kaldırma hedefiyle birleşecekse Marksizme varmalıdır. Bir kez daha gördük ki, Marksizm tüm karşı propagandaya ve resmi akademik  dünyadan kovulmasına rağmen gerçek dünyayı açıklama yeteneğiyle, onu değiştirmek isteyenlere yardımcı olmaya devam ediyor. Onun güçlenmesi sınıf hareketinin güçlenmesiyle yakından bağlantılı. Ancak azıcık önden gidebilsek fena da olmaz. Emeği geçen, katkı sunan herkese teşekkürler.

* Marksizm Sempozyumu Düzenleme Kurulu Üyesi

ÖNCEKİ HABER

KKTC'de sahile 9 mülteci cesedi vurdu

SONRAKİ HABER

Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde Ebola salgını: En az 19 ölü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa