İktidarlar ve bilim insanlarına yaklaşımları üzerine
İktidarlar gelip geçer ancak bilim insanlarının verdiği bilimsel veriler kalıcıdır. Onları tarih her zaman haklı kılar ve hak ettikleri değeri verir.
Fotoğraf: Kenan Çetin/EVRENSEL
Uzm. Dr. Gökmen ÖZCEYLAN
İşyeri Hekimi
Bu gazete sayfasında işçi sağlığı ve iş güvenliği-meslek hastalıkları üzerine yazılarımı takip edenler bilir ki elimden geldiğince bu sorunları ve çözüm önerilerimi, ayrıca eleştirilerimi mutlaka bilimsel rakamlara ve verilere dayandırmaya azami özen gösteriyorum. Ülkemizin işçi sağlığı, iş güvenliği ve meslek hastalıkları bakımından rakamlarını yorumladıkça hep aynı sonuca ulaşıyoruz. İş cinayetlerinde her yıl bir önceki yılı aratan artışlar... Meslek hastalığı tanısı koyamayan bir işçi sağlıksızlık politikası ile karşılaşıyoruz. Sadece seçim dönemlerinde veya kamuoyunu altüst eden bir iş faciasından sonra gelen bununla mücadele edileceğine dair açıklamalar, denetimin sıklaştırılacağına veya kimsenin gözünün yaşına bakılmayacağına dair televizyon kameralarına verilen siyasi açıklamalar... Bilimsel verilere yaslanmayan, bilim insanlarını dinlemeyen veya dinlese de onların fikirlerine öncelik vermeyen yaklaşımlarla dolu tarihimiz...
Sonuçlarını hepimizin bütün sıcaklığıyla aslında gündelik hayatımızda yaşadığımız bu ağır faturanın nedenleri hâlâ kamuoyuyla paylaşılmadan, sanki birbirlerinden farklı olaylarmış gibi incelenmeyen, gözlerden uzak tutulan sebepleri açığa çıkarmak önceliğimiz olmalı diye düşünüyorum. 2018 yılının ilk altı ayındaki meslek hastalığı tanısı koymadaki başarısızlığımız, iş cinayetlerinde hiçbir azalma olmadan her ay daha fazla iş cinayetine kurban verdiğimiz işçilerimiz, halk sağlığında inanılmaz artan kanser sayıları, çocuklarımızda görülen kronik astım, demir eksikliği anemisi veya buna bağlı kronik hastalıklar sayılarımızdaki artışlar. Aslında hiçbirisi bu parçaların tek tek birbirinden bağımsız veriler değildir. Bu sağlık sorunlarımızla mücadele etmenin yolu öncelikle bu parçaların aslında birbirinden ayrı olmadığını bilmekten geçiyor. Tüm bu sağlık sorunlarımız bir bütünün sadece birer parçalarıdır. Bu bütün tablonun yarattığı yıkımı görmek için bilim insanlarımıza kulak kabartıp, bilimsel çalışmalarından çıkan verileri halkın sağlığı için kullanmaktan ve çözüm yolları üretmekten geçiyor.
Peki! bu çok kesin bilinen doğrunun biz neresindeyiz?
Birincisi, biz ülke olarak gerçekten halkın sağlığını önceleyen bilim insanları yetiştirip, bu insanların bilimsel çalışmalar yapmasını sağlayacak ekonomik ve özerk kolaylıklar sağlayabiliyor muyuz?
İkincisi aslında birinci soruyla da biraz ilintili; eğer bunu sağlayabiliyorsak bu bilim insanlarının verilerini gerçekten dinleyip, onların da sunduğu çözüm önerilerini ciddiyetle bir politika haline getirip çözüme odaklanıyor muyuz?
Üçüncüsü, bu bilimsel verilere ulaşmaya çalışacak yeni bilim insanları yetiştirip, fedakarca çalışmalarını özendirebiliyor muyuz?
Bütün bu soruları istediğimiz kadar çeşitlendirip sayılarını arttırabiliriz. Ama bence gerek yok. Bu yazının amacına ulaşabilmesi için bu var olan üç kritik soruya cevap aramak daha önemlidir.
Öncelikle ülkemizdeki bilim insanlarının durumunu ve halk sağlığına yönelik bilimsel çalışmalarının yeterli bilimsellikte olup olmadığını söyleyecek bir konumda değilim. Haddimi aşmak istemem. Ancak çalıştıkları kurumların özerk yapılarına, iktidar organlarıyla ilişkilerine, özellikle son on yıldır önemli halk sağlığı sorunlarına yaklaşımlarına bakınca bu çalışmaların bir elin parmağını geçmediğini, bunlardaki belirtilen çalışmaların halkın duyumuna yeterince açılamadığını, eğer bir şekilde bu çalışmayı yapmış hocalarımız varsa ki var, bu hocalarımızın başına gelenleri takip edince birinci sorumuzun cevabı açıkça ortaya çıkıyor ki; HAYIR.
İkinci soruya gelince. İktidarın ve hükümetin bu tip bilimsel çalışmaları tamamlayan kamuoyuna sunan hocalarımıza bakışına bakarsanız cevabımız kendini gösteriyor. Eğer halk arasında bu verileri açıklayıp, bununla kamuoyu yaratırlarsa hemen bir kılıf bulunarak üniversiteyle koordineli bir şekilde ya görevden el çektiriliyor. Ya da unvan değişiklikleri çeşitli gerekçelerle durduruluyor. Sayısız örneklerle dolu bir alan burası bizim için. Üniversitede kalabilen tüm hocalarımı tenzih ederek şu gerçekliği söylemeden edemeyeceğim. Çalışmalarını yapıp sessiz sedasız bilimsel yayınlarda kalıyorsa – ki bu yayınlar ciddi kamuoyu oluşturmaktan uzak, sadece bilim çevrelerinde etkili saygın dergi ve kuruluşlar- o zaman sorun olmuyor. Bu da gösteriyor ki ikinci sorumuzun cevabı bu verileri kullanmak şöyle dursun, iktidar bu verilerin açığa çıkmasını önleyemiyorsan bari halkın bilgisinden uzak tutulsun davranışını benimsemiş görünüyor.
Üçüncü sorumuzun cevabına gelince. Bilimle uğraşan yeni nesil gençlerimize nasıl bir gelecek öngörüyor. Bence aynı bu minvali analiz edin ona göre davranın diyor. Yani kısacası korkun diyor. Bilimsel çalışmalarınız olacaksa da suya sabuna fazla dokunmayın, dokunursanız da bu verilerle kamuoyu oluşturmayın diyor. Oluşturacak olanları da net korkutmak için güzel örnekleri halkın gözü önünde sunuyor. Yani bu iklimi yaratarak baştan bu üç sorunun sonunda oluşabilecek gediklerden sızabilecek yeni bilim insanları çıkarsa ki çıkacaktır her zaman. Çünkü bu ülke Nusret Hocaların, Türkan Hocaların, Korkut Hocaların, Onur Hocaların ülkesidir. Her dönemde bedel ödemelerine rağmen çok azınlıkta da olsalar, susmayan bir yüreğin var olduğunu bildiğimiz değerli bilim insanlarının ülkesidir.
İktidarlar gelip geçerler, ancak bilim insanlarının verdiği bilimsel veriler kalıcıdır. Onları tarih her zaman haklı kılar ve hak ettikleri değeri verir. Bizlere düşense onların açtığı o bembeyaz ve parlak yolda ilerlemektir. Bu bir bilimsel mücadele geleneğidir. Soma’da faciada ölen işçi kardeşimin haberi olmazsa da, Dilovası’da kanser olan bir sanayi işçisi arkadaşım o makaleyi okumamış olsa da, veya annesinin karnından ağır metallerle doğan bir bebeğin onun geleceği için içerde olan bir hocadan haberi olmasa da onlar hep vardılar. Onlar hep var olacaklar. Bize düşen onları doğru anlatmak, onların öğrettiği gibi halkın sağlığı için gerçekleri yanımıza alarak çalışmak.
Bu yazdıklarımın doğruluğundan şüphe eden olursa onlara Prof. Dr Onur Hamzaoğlu’yu hatırlatmak isterim. Dilovası’daki kanser vakalarının yüksekliği ve çocukların anne karnında ağır metal maruziyetini konu alan çalışmalarıyla bilim dünyasında hak ettiği saygın yerini alırken, iktidarın hedefi olması kaçınılmazdı. Şu anda cezaevinde bulunan hocamızla 2001 yılında Şanlıurfa Viranşehir'de bilimsel danışmanlığını yaptığı bir projede öğrencisi ve proje yürütücülerinden birisi olarak çalışma onuruna erişmiştim. Orada yaptığımız çalışmalarda onunla birlikte TTB Nusret Fişek Halk Sağlığı Ödülü’ne layık görülmüştük. Hocamızın o ilçeye neler yaptığını ve neler kazandırdığını o kadar iyi bilen birisiyim ki. O su depolarına ve su şebekesine yönelik çalışmaları, çöp ve atık alanlarına yönelik çalışmaları, Tifo ile mücadelesini hiç ama hiç unutamam.
Eğer gerçekten iş cinayetleri, meslek hastalıkları, halk sağlığı sorunlarıyla doğru mücadele etmeye başlanacaksa, gerçek bir yaklaşım değişikliği yapılacaksa öncelikle bir elin parmağını geçemeyen bu değerli bilim insanlarına yaklaşımı değiştirerek başlanmalı. Bunu adım gibi biliyorum.
Saygılar
NOT : Geçen hafta annesini kaybeden değerli hocama başsağlığı dilemenin bir yolu olarak kaleme alınmıştır.