31 Mayıs 2018 22:06

3600 ek gösterge kamu emekçilerinin sorunlarını çözer mi?

Özlem Yılmaz Yeşer yazdı: Kamu emekçilerinin sorunları 3600 ek gösterge ile örtülemeyecek kadar büyük. Saldırılara örgütlü güçle cevap vermeliyiz.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Özlem YILMAZ YEŞER
Büro Emekçileri Sendikası (BES) MYK Üyesi

İktidarın velinimet olarak sarıldığı OHAL ve KHK uygulamalarıyla birlikte; baskı, yoksulluk, güvencesizlik artarken, emekçilerin sorunları hiç olmadığı kadar birikti. Kamu emekçileri, sorunları en fazla biriken kesimlerin başında geliyor. Seçim sürecine girilmesiyle birlikte, gerek iktidar, gerekse muhalefet partileri kamu emekçilerinin yıllardır kangren haline gelen sorunlarından biri olan ek göstergeyi seçim döneminin en önemli vaatleri arasına koydular. Ancak bu hak sadece belli mesleklerle sınırlı tutuldu. Seçim öncesi gündeme gelen vaatler, her ne kadar kulağa hoş gelse de, üç milyona yakın kamu emekçisinin sadece bir bölümünü kapsadığı için ayrımcı bir söylem olarak dikkat çekiyor.  

EK GÖSTERGE AYRIMCILIĞI

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 43. maddesinin B bendinde ek göstergenin hangi hizmet sınıflarına verileceği düzenlenmiştir. Ek gösterge, aylık ücreti etkilediği gibi, emekli aylığı ve emekli ikramiyesinin miktarını da önemli ölçüde etkiliyor. Ama bu vaat hemşire, polis, din görevlisi, öğretmen, idareci vb. gibi sadece bir kısım kamu emekçisini kapsıyor. O zaman burada sormak gerekiyor, bir iyileştirme yapılacaksa neden kamu emekçileri arasında yeniden ayrım yapılıyor?

KESK 2018-2019 yıllarını kapsayan toplusözleşme dahil, tüm toplusözleşmelerde; yıllardır süren ek gösterge adaletsizliğinin sona ermesi için lisans mezunu tüm kamu emekçilerinin ek göstergeleri 3600’e, önlisans mezunu kamu emekçilerinin 3000’e çıkarılmasını, Yardımcı Hizmetler Sınıfında (YHS) çalışanların öğrenim durumlarına göre diğer hizmet sınıflarına bir defaya mahsus olmak üzere sınavsız atanmalarının sağlanmasını, ek göstergesi olmadığı için en çok mağdur olan bu sınıfa da ek gösterge cetveli çıkarılmasını talep etmiştir.

ANAYASANIN EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRI

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na ekli I ve II sayılı cetvelde sayılan hizmet sınıfları arasında YHS’ye yer verilmemiş, yardımcı hizmetler sınıfı için ek gösterge rakamı belirlenmemiştir. Yardımcı hizmetler sınıfı personeli hangi eğitim düzeyinde ve hangi kazanılmış hak aylık derecesinde olursa olsun, ek göstergeden yararlanamamaktadır. Yardımcı hizmetler sınıfı personeli açısından ek gösterge uygulanmaması hizmet sınıfları arasında yapılan ayrımcı bir uygulamadır ve bu durum Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırıdır.  

Ayrıca hükümet 2017 yılının ekim ayında torba yasada yer verdiği bir maddeyle, Terörle Mücadele Yasası kapsamında istihdam hakkından yararlananlar ile 15 Temmuz darbe kalkışmasının bastırılması sırasında yaralananlardan ilköğretim, ortaokul ve ilkokul mezunlarının bundan sonra memur unvanlı kadrolara atamalarının yapılmasına, daha önce hizmetli unvanlı kadro ve pozisyonlarda çalışanların da maddenin yayımından itibaren başka bir işleme gerek kalmaksızın memur olarak atanmalarına ilişkin düzenleme yapmıştı.

Bu yasanın görüşülmesi sırasında sendika olarak bu yasa teklifinin bütün yardımcı hizmetler sınıfını kapsaması için dilekçe kampanyası yürüttük ve Meclise gönderdik. Ancak hükümet bu taleplerimizi görmezden gelerek ikinci bir eşitsizlik yarattı.

Ek gösterge konusunda bir adım atılacaksa, bugün seçim vaatlerinde olduğu gibi oy devşirmeye yönelik değil, bütün kamu emekçilerinin ek gösterge taleplerini karşılayacak bir adım atılmalı ve seçimden önce hayata geçirilmelidir.

ÖNCE İŞ GÜVENCESİ

Uzun yıllara yayılan kamu hizmetlerinin piyasa ilişkileri içine çekilerek adım adım özelleştirilmesi süreciyle birlikte, kamu emekçilerinin istihdam biçimlerinde önemli değişiklikler ve geriye gidişler yaşandı. Kamuda güvenceli çalışmanın yerini 4-B, 4-C olarak bilinen sözleşmeli ve geçici çalışma biçimleri aldı. Özellikle OHAL sonrasında tüm kamu kurumlarında 4-A kadrosuna alımlar istisna haline getirilirken, mülakata dayalı sözleşmeli (4-B) alımı ciddi anlamda yaygınlaştırıldı.

Öğretmen, sağlık personeli ve büro emekçileri başta olmak üzere ihtiyaç duyulan tüm alanlarda 4-B’li sözleşmeli personel alımı yapılmaya devam ediliyor. Büro iş kolunda özellikle adliyeler ve sosyal güvenlik kurumlarında 4-B kadrosuyla istihdam çok yoğun olarak yaşanıyor.

Hükümet sözleşmeli personel (4-B) ile kadrolu personel arasında bir fark olmadığını, sadece tayin hakları konusunda farklılık olduğunu iddia ediyor. Oysa sözleşmeli personel (4-B) izin hakkından arazi tazminatına, gelir vergisinden görevde yükselmeye kadar pek çok temel hakkın kullanımında kadrolu personelle nazaran daha dezavantajlı durumda.

Bu yılın başında 696 sayılı KHK’nin 17’nci maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4. maddesinin (c) fıkrasındaki “geçici personel” düzenlemesi kaldırılarak 4-C kapsamındaki geçici personelin, 4-B’ye yani “sözleşmeli personel” statüsüne geçirilmesi öngörülmüştü. Sayıları 20 bin civarında olan 4-C’li personelin 4-B’ye geçişi yapıldı ancak ne özlük hakları, ne de ücretleri değişti. Değişen sadece, sözleşmeli statü içerisinde mali ve özlük hakları farklı yeni bir istihdam modelinin yaratılması oldu.

OHAL süreciyle birlikte KHK’lerle yüz binin üzerinde kamu emekçisi hiçbir soruşturma, yargılama yapılmadan işinden edildi. Böylece hem sözleşmeli personel uygulaması hem KHK’lerle işten atma süreciyle birlikte kamu emekçilerinin iş güvencesi fiilen ortadan kaldırıldığı gibi, güvencesiz istihdam zemini yaratıldı. Bugün kamu emekçilerinin en temel sorunu olarak ‘iş güvencesi’ öne çıkmış durumda.

Bugün seçim vaatlerinin bir kısmında ücretli öğretmenliğin kaldırılması gerektiği, öğretmenin sözleşmeli çalıştırılamayacağı, güvenceli olması gerektiği söyleniyor. Bu bakış açısı doğru, fakat eksik. Sadece öğretmenler değil, tüm kamuda sözleşmeli personel uygulamasına son verilmeli, kamu hizmeti güvenceli istihdam edilmiş kamu emekçileri aracılığıyla verilmeli. 657 sayılı Yasa’da disiplin cezaları içerisindeki iş güvencesini zayıflatan hükümler çıkarılmalı, kamu emekçilerine grev ve siyaset yasağı kaldırılmalı.

KAMU EMEKÇİLERİNİN EKONOMİK KAYIPLARI

Mayıs 2018 itibariyle Türk-İş’in açıkladığı açlık sınırı 1686.12 TL, yoksulluk sınırı ise 5 bin 492.24 TL’dir.  Kamu emekçilerinin önemli bir kısmı yoksulluk sınırının altında ücret alıyor. 2017 yılında yapılan toplusözleşmede uğranılan hak kayıpları, temel gıda, ulaşım, barınmaya gelen zamlar, enflasyon ve vergi dilimleri düşünüldüğünde kamu emekçileri her geçen gün yoksullaşıyor. Öncelikle bu kayıpları karşılayacak bir ücret artışına ihtiyaç var.

Yine kamu emekçilerinin; bütün ek ödemelerinin emekli maaşı ve emekli ikramiyesi hesaplanmasında esas alınması, vergi adaletsizliğine son verilerek gelir vergisi dilimlerinin yeniden düzenlenmesi ve sabitlenmesi, özel hizmet tazminatı oranlarının arttırılması, nöbet ücretlerinin yeniden belirlenmesi, aile yardımı, çocuk parası gibi ödeneklerin arttırılması vb. gibi talepleri de yıllardır çözülmedi.

Her TİS ve bütçe görüşmeleri döneminde bütün bu talepler ifade edilmesine rağmen hükümet kamu emekçilerinin kayıplarını karşılayacak adımlar atmadı. Bugün eğer seçim nedeniyle kamu emekçileri tartışılacaksa ekonomik ve sosyal bütün talepleriyle birlikte tartışılmalı.

KAMUDA LİYAKAT DEĞİL SADAKAT DEVRİ

Son süreçte yoğun olarak uygulanan, kamuda liyakatı ortadan kaldırarak sadakat ve yandaşlığa zorlayan mülakat uygulaması kamu emekçilerinin haksızlığa uğramasına ve çalışma barışının bozulmasına yol açtı.

Büro iş kolundaki bütün kurumlarda görevde yükselmelerde mülakat uygulanıyor. Adalet Bakanlığı, SGK, İŞKUR, Maliye, Gümrük gibi ve sayamadığımız diğer kurumlarda yapılan yazılı sınavlarda başarılı olan, yüksek puan alan kamu emekçileri mülakatlarda ne olduğu belirsiz sebeplerle elendi.

Bu nedenle kamuda atama ve görevde yükselme sınavlarında objektiflikten yoksun, kayırmacılığa açık, ayrımcı, eşitlikçi olmayan, torpil ilişkileriyle yürütülen mülakat uygulaması kaldırılmalı. Siyasi düşüncesine, inancına, kimliğine, cinsiyetine, bakılmaksızın tek kriteri liyakat olan objektif yöntemlerle sınavlar yapılmalı.

KAMU BÜTÜNÜYLE TAHRİP EDİLDİ

AKP’nin geldiği günden bugüne istikrarlı bir biçimde söylediği ve yaptığı ülkeyi bir anonim şirket gibi yönetmek oldu. Bu yönetme şekline uygun olarak da kamu kurumları yeniden düzenlendi, kamu emekçilerinin pozisyonları belirlendi.

Bugün büro emekçileri, iş kollarındaki kurumlarda yapılan düzenlemelerle kadrolu-sözleşmeli, uzman olan olmayan, taşra-merkez ayrımı, performans ölçümleri, zorunlu rotasyon, zorunlu fazla mesailer gibi adil ve eşitlikçi olmayan uygulamalarla karşı karşıyadır.

Bu 16 yıllık süreç içinde kamu emekçileri ekonomik, siyasal ve sosyal haklarda önemli oranda geriye gidiş yaşadı. Kurumlara ait sosyal tesislerin birçoğu satıldı, kreşler, kurum tabiplikleri kapatıldı. Bütün bunlarla beraber hükümet sendikacılığı diye bir sendikacılık icat edildi ve bu hakların geriye gitmesinin altına imza atıldı.

Kamu emekçilerinin sorunları, 3600 ek gösterge verilmesiyle örtülemeyecek kadar büyüktür.  Seçim sürecinde bile ayrımcı söylemlere konu olan bu vaatlere kamu emekçileri örgütlü güçleriyle cevap vermek zorundadır.

ÖNCEKİ HABER

Krizde ücretimizi kesenler şimdi kâra ortak edecek mi?

SONRAKİ HABER

Doların yükselişi üzerine ampirik bir sınıflandırma

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa