04 Haziran 2018 22:56

Gazeteci-Yazar Ercüment Akdeniz, 'En Güzel Şarkı'yı anlattı

'En Güzel Şarkı' romanının yazarı Ercüment Akdeniz ve kitaptaki çizimleri yapan Ressam Günay Karakuş kitabın ikinci baskısı sonrası Evrensel'e konuştu

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

İsmail AFACAN
İstanbul

Mülteci İşçiler, Sığınamayanlar isimli araştırma-inceleme kitaplarının yazarı Ercüment Akdeniz bu sefer okurlarının karşısına “En Güzel Şarkı” romanıyla çıktı. Romanında mültecilerin, özellikle mülteci işçilerin hikayelerine odaklanıyor. Dışarıdan gözlemle değil, alanda çalışmaları sırasında tanık olduğu hikayelerden yola çıkarak...  Sadece mülteci hikayeleri anlatmıyor Akdeniz, sorunun temelinde yatan nedenleri aktarıyor, çözümünü okura hissettiriyor. Romanın yazarı Ercüment Akdeniz ve kitaptaki çizimleri yapan Ressam Günay Karakuş’la kısa sürede ikinci baskısını yapan “En Güzel Şarkı”yı, edebiyatı ve sanatı konuştuk.

-“En Güzel Şarkı” romanın kahramanları mülteci işçiler…  Türkiye’deki mülteci sorunu özellikle mülteci işçiler üzerinden anlatıyorsun. Sonuçta mülteciler sadece işçilerden oluşmuyor. Bu tercihin sebepleri nelerdir?

Savaşlar ve göçler en genel anlamıyla mülteci nüfusu yaratıyor, bu doğru. Fakat bu göç hareketlerinin içinde muazzam bir emek transferi, muazzam bir proleterleşme var. Dolayısıyla göçle oluşan temaslarda farklı dillerden, farklı kültürlerden emeğin, emekçinin kucaklaşması var. Tezgah kardeşliği diyorum ben buna. İş cinayetlerinde de kan kardeşliğisöz konusu maalesef. Bakın iş cinayeti raporlarına bunu görürsünüz. Uluslararası sınıf kardeşliği fikri de ilk ve en kolay makine başında başlıyor, yeşeriyor. Dolayısıyla ön yargı duvarlarını yıkacak ana dinamizm de bence proleter mülteci nüfusta toplanıyor. Ki bunun 4 milyon Suriyeli nüfus içindeki sayısı en az 1 milyon 300 bin.  

-Buna paralel olarak. İşçi edebiyatına pek ilgi gösterilmiyor. Hem yazar hem de okur açısından. Bunun nedeni nelerdir?

İşçi edebiyatı düne nazaran hem nitel hem sayıca daha zayıf, bu doğru. Bunda ülkemiz kadar dünya işçi hareketi ve sendikaların zayıf olmasının etkisi var. Grevler, direnişler, hak alma mücadeleleri yaygınlaştıkça durum değişecektir. Ama bugün yapılması gereken, görece dingin duran emek dünyasının içine girmek ve orada mayalanan sınıf çelişkilerini gün yüzüne çıkarmak olmalı. Elbette mülteci emeği de bunun bir parçası. Yüz yıl önce yakasına üç altın dikerek Amerika’dan Doğu Londra’ya giden ve orada işçi yaşamını edebiyata aktaran Jack London bunu yaptı örneğin. Yakın zamanda, Almanya'da yaşayan Türkiyeli göçmenlerin arasına karışarak bunu başaranlardan biri de Günter Wallraff’tı. Peki bütün bunlar bugün, burada, Türkiye’de neden yapılamasın? Sanat sadece hareketin peşinde koşmaz ya da onu beklemez; dingin yüzeyin altına inerek çelişkinin dinamizmine de mercek tutar bazen. Sanırım tartışılması gereken bir mevzu da bu.

-Bu süreçte mültecileri anlatan birçok roman, öykü yazıldı. Filmler çekildi. Bu eserler çerçevesinde sanatın mültecilere yaklaşımı nasıl?

Ne kadar roman, öykü ya da belgesel filmden bahsedersek edelim, yaşanan büyük trajedi karşısında şu ana kadar ortaya çıkan eserler devede kulak kalır. Yani çok daha fazlası olmalıydı ve çok daha fazlası olmalı. Elbette ben yayınlanan her kitabı okumuş değilim. Ama okuduklarım -içlerinde iyi olanları tenzih ederek söylüyorum- bana genel olarak şunu gösterdi; mültecilere bakışta, özellikle son dönem edebiyat ürünlerinde bir “Türk oryantalizmi” kendini hissettiriyor. Batı oryantalizmini eleştirirken benzer bir hataya bizim yazarlarımız düşüyor sanki. Özne değil nesne, merkezde değil periferde görülüyor ne yazık ki mülteciler. Kanımca bu birlikte yaşayamamaktan; onları, üreten ve  değiştirebilen bir topluluk olarak görmemekten kaynaklanıyor. Dolayısıyla ortaya son derece ağlak, önyargı kalıplarıyla örülmüş, acıma duygusunu aşmayan ve “acıyana” üstünlük sağlayan garip bir anlatım çıkıyor. Hele de mültecilerin “yerli macera kahramanları”nın fonu haline getirilmesine doğrusu pek katlanamıyorum. 

- En Güzel Şarkı, okurlara ne demek  istiyor?

Göç ve mülteci olgusu karşısında herkese yüzleşme çağrısı yapıyor. Bu soruyu izin verirsen okurlardan gelen geri dönüşlerle yanıtlamaya çalışayım: Kitabı daha önce Tekel Sigara Fabrikası direnişine katılmış bir işçi okudu mesela. “Ben de kendimi Suriyelilere karşı duyarlı biri sanırdım ama kitabı okuyunca kendimden utandım” dedi. Suriyeli komşuları varmış; uzaktaki mülteci yerine yakındaki komşu olarak onlarla ilişkilerini yenilemeye karar vermiş. Bir başka örnek: elektrik elektronik mühendisi bir arkadaş, mendil satan mülteci çocuklar bölümünü metrobüste okumuş. O an otobüsün içinde gözü sürekli mülteci çocukları arar olmuş. “O güne kadar hep karşılaştığım çocukları gözüm bir başka arar oldu” diyor.

Okurlardan gelen yorumlarda, enteresandır, “Hayvanlar hapishanesi” bölümü en çok beğenilen bölüm oldu. Savaşta sadece insanların değil, doğa ve diğer canlıların da bir yürek acısı vardı çünkü. Okurların bu duyguyu nauraların çığlığında, hayvanların yaşadığı ızdırapta yaşamaları başka bir yüzleşme sahnesiydi onlar için. Elbette burada Günay’ın resimleme gücü de oldukça etkili oldu.

Ya mülteciler, onlardan geri dönüşler oldu mu hiç?

Adana’da imza gününde Halepli bir gençle tanıştık. Türkçe okuyabiliyordu ve En Güzel Şarkı’yı bitirmişti. Romanda adı geçen hayvanat bahçesine gitmiş mesela. Ama bazı mahallelerin adlarını çıkaramamış, babasına sorup doğrulatmış. Yani roman Halepli gence de başka bir şey anlatmış oldu. Okuyan herkes, kendini en derinden sarsan yerlerinden yakaladı romanı.

Romanın içinde bir sürpriz şarkı vardı şüphesiz. Ama okur o şarkıya gelene kadar her bir bölümde bambaşka şarkılar dinledi. Bence okur  kitabın vermek istediği mesajı aldı. Başıma bu arada ilginç bir olay geldi: Çağlayan’dayız ve o gün kitap üzerine bir söyleşi yapılacak. Ne var ki mülteci işçilerin hiç biri okuma yazma bilmiyor. Peki ne yapmalı? İşte orada yardıma Günay’ın çizgileri koştu. Resim dil duvarını aştı. Ben onlara resimlerle romanı anlattım. Muhtemelen onlar da benden dinlediklerini yine resimler üzerinden arkadaşlarına, çocuklarına anlatacaklar. İşin güzelliği de burada. O kadar şey yaşamış ki bu insanlar, onlar için bazen söze de gerek yok; resimler yeter dertlerini anlatmak için.

-Son olarak kitap hakkındaki eleştiriler nasıldı?

Elbette okur, yazar, çizer, eleştirmen birçok kişiden eleştiri aldım. Hem teşvik edici hem de derinleşmemize yardımcı olan eleştirilerdi bunlar. Ama benim en merak ettiğim şey; daha çok işçilerin, ev kadınları ve gençlerin kitabı nasıl bulduğuydu. Antep’te bir işçi önderi vardır, adı Mecit Bozkurt. Aradı beni sağ olsun, “Bu kitabı işyerlerinde bütün işçilere okutmalı” dedi. Bu sözler en büyük referans, en büyük mutluluk benim için.

SANAT, MEYDAN OKUMADIR VE DİRENÇ KAYNAĞIDIR

Kitaptaki çizimler Ressam Günay Karakuş’a ait... Mülteci hikayelerini çizgilerin ve renklerin diliyle kağıda aktardı. Karakuş’un kitaptaki çizimleri hikayelere yazılan bir önsöz niteliğinde... Sorularımızı Karakuş’a da yönelttik.  

-Mülteci hikayelerini  soyutlayarak resme dönüştürürken zorluk yaşadın mı?

Çizgilerin sözcüklerden farklı olarak daha evrensel bir anlatımı var aslında daha özgür ve daha kolay. Bir imge bir hikaye demek. Örneğin kitabın 7. bölümünde çizdiğim tel örgülerin öte yanına öylece yorgun düşmüş ters el, zorunlu göçün çaresiz insanlarının metaforuydu. Göçün benim zihnimdeki yansımasıydı. Yani zihnimde oluşan kavramı görselleştirme yolunda çok sıkıntı çekmedim.

-Kitaptaki hikayeleri okuyup, onları resimlerken neler düşündün, neler hissettin?

Kitapta, savaştan kaçan, kendilerine tekrar bir yaşam alanı yaratmaya çalışan  insanların direniş hikayeleri var. Savaşın soğuk yüzünü görüp, ölümün kıyısından dönülen bu travmaların üzüntüsünü yaşamaya dahi fırsat bulamadan hayatta kalma mücadelesi veren insanlar. Bu noktada deneyimlenen acı kayıpların yanı sıra yaşama ve direnme zorunluluğu  onları anlamak açısından bana yakın duygulardı. Çünkü aynı karanlığın kurbanlarıyız, Suriye iç savaşının  bu topraklara sıçramasına tanıklık ettiğimiz 10 Ekim sabahı  insan kıyımının ortasında yerde yatarken artık savaşın ne anlama geldiğini biliyordum. Kitap için çizmeye başladığımda hikayeleri okurken o acıları hissetmek kaçınılmazdı fakat  öyle güzel bir amaca hizmet ediyor ki bunun bir parçası olmak ve katkı sağlamak benim için gurur vericiydi. Çünkü mültecilerin hayatlarını sorgulamanın, yorumlamanın yanı sıra  varolan bir önyargı duvarını değiştirmeyi de amaçlıyor, başka bir pencereden bakmayı hedefliyor. Aynı zamanda 'mazlum' sıfatından ibaret olmayan dünyalarını gösteriyor.

-Edebiyat ve resim birlikteliği... Neler söylemek istersin...

Edebiyatın ve resmin birlikteliği kitabın içindeki sosyo politik mücadelenin betimlemesi için birbirini tamamlar nitelikte oldu. Resim açısından bu alanda karikatürleme dışında pek örneğe rastlamıyoruz. Oysa resim sanatını yalnızca entellektüel zevklere hitap eden bir iş alanı olmaktan çıkarıp toplumsal konulara ayna tutan bir hal almasını sağlamaya daha çok ihtiyaç var. Sistemin öğrettiği estetik bir nesne gibi sunulan rituelden daha fazlasıdır sanat.  Toplum mücadelesine katkı sağlayacak güçtedir. Duvar süsü olmaktan sıyrılmış, özgürleşmiş, meydan okumadır ve direnç kaynağıdır.

ÖNCEKİ HABER

Diyarbakır'da baz istasyonuna çevrilen minareye yıldırım düştü

SONRAKİ HABER

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası'ndan Kanal İstanbul teknik gezisi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa