Seçime giderken politikanın ve şiddetin sınıf karakteri
İskender Bayhan, 24 Haziran seçimlerine iyice yaklaşırken iktidarın artan şiddet ve baskı politikalarıyla bunların sınıfsal temellerine dair yazdı.
Fotoğraf: DHA
İskender BAYHAN
Türkiye’de mevcut politik sistemin ve devlet düzeninin “Tek adam tek parti yönetimi” temelinde güçlenerek devam edip etmeyeceğinin belirlenmesinde önemli bir eşik olan 24 Haziran seçimlerine iki hafta kaldı.
“Cumhur İttifakı” bu politik yönetim biçimini ülkenin, devletin ve milletin bekası açısından olmazsa olmaz ilan etmiş durumda. Şaibeli 16 Nisan referandumu, Erdoğan’ın öncülüğünde egemen hale getirilmek istenen bu yeni politik düzeninin anayasal ve yasal temellerinin oluşturulması açısından birinci raund olarak tarihe geçti. 24 Haziran ve olası 8 Temmuz tarihlerinin de ikinci ve üçüncü raundlar olarak tarihe geçeceğini söylemek abartı olmayacaktır.
REFERANDUM VE BASKILAR İSTENEN SONUCU VERMEDİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan, arkasındaki sermaye güçleri ve kapitalistler, şaibeli 16 Nisan referandumunu “zafer olarak” ilan etmişlerdi. Ancak geride kalan yaklaşık 14 aylık süre bu “şaibeli-sahte zaferin” halk kitleleri tarafından benimsenmesi ve kitle tabanının genişlemesi için onları destekleyecek hiçbir ilerlemeye sahne olmadı. Dahası, “tek adam tek parti yönetimi”ne karşı çıkan halk kitleleri üzerindeki baskı, zor ve şiddet artırılmasına rağmen bu sağlanamadı.
Bu somut gerçeklik, Erdoğan ve hükümetinin saldırganlığının dozunun azaltılması değil, artırılarak sürdürülmesine dayanak yapılıyor. 24 Haziran günü baskın seçim tarihi olarak ilan edildiğinden bu yana, özellikle de son birkaç hafta içerisinde, zaten hakim olan olağanüstü koşulların üstüne provokatif saldırılar ekleniyor. Muhalif partilerin hemen hepsinin seçim büroları, stantları, propaganda araçları, bildiri-broşür dağıtan üye ve taraftarları saldırılara uğruyor. Hemen hepsinde de saldırıların üzeri örtülüyor, göstermelik soruşturmalarla saldırganlar ödüllendiriliyor.
Olağanüstü koşullardaki devlet baskısı, zor ve şiddet politikaları, paramiliter-çete örgütlenmelerinin provokatif saldırılarıyla tamamlanıyor. Bir anlamda 24 Haziran gecesi “Cumhur İttifakı” nın kaybetmesi halinde, memlekete nasıl “kötü-zorlu ve çirkin bir maliyetin” çıkarılacağının mesajları bugünden veriliyor.
Sömürülen ve ezilen halk kitlelerinin önemli bir kesimi bu gidişatı sorguluyor, doğru bulmuyor ve karşı çıkıyor. 24 Haziran’da çeşitli tercih kombinasyonları içerisinde “tek adam tek parti yönetimi”ne karşı oy kullanacağını ve “Cumhur İttifakı”na oy vermeyeceğini söylüyor. Ancak öte yandan hâlâ milyonlarca işçi ve emekçi Erdoğan’dan ve “Cumhur İttifakı”ndan medet umar durumda ve onların izlediği bu politikaları destekliyor.
Bu yazıda esas olarak “Cumhur İttifakı”nın içinde bulunduğu duruma ve hâlâ ona oy verme eğiliminde olan kitlelerin eğilimlerine dikkat çekerek; sınıf mücadelesinin ilerletilmesi bakımından bazı sonuçlara işaret etmeye çalışacağız.
POLİTİKA VE ŞİDDETİN BİR SINIF TEMELİ VAR
Evrensel'in işçi ve emekçilerin eğilimlerini yansıtan haber, mektup ve röportajlar başta olmak üzere; fabrika, işyeri ve emekçi mahallelerinde yansıyan seçim nabzının gösterdiği tablonun “Cumhur İttifakı” ağırlıklı bölümünü şöyle özetleyebiliriz: “Evet memleketin durumu iyiye gitmiyor. Bir çok sorun var. Hele işçilerin, emekçilerin çalışma ve yaşam koşulları her geçen gün daha kötüye gidiyor. Ama bu durumu hâlâ ve ancak Erdoğan değiştirebilir. Hatta o giderse biz elimizde olanları da kaybederiz.”
Günümüz Türkiyesi’nde egemen olan kapitalist sömürü düzeninin ve onun temelleri üzerinde yükselen toplumsal ilişkilerin birçok açıdan irdelenip, sınıf bilincinden yoksunluğun nelere mal olduğu ve olmaya devam edeceği açısından sahiplerine geri anlatılması gereken çok şey var bu özette. İş/emek gücünü kapitaliste satarak yaşamaya mahkum edilen kadın-erkek, genç- yaşlı işçi ve emekçilerin, bunu özgürce yapabilen birer ücretli köle bile olamayışlarından tutalım da, zincirlerini bile kaybetmekten korkar hale gelmenin nedenlerini sorgulamaya kadar bir çok şey anlatıyor bu eğilimler. Yine bugün ülkeyi yönetenlerin nasıl büyük sömürücüler, muhafazakarlar ya da başka renkten iş birlikçi burjuvalar olduklarından tutalım da, uyguladıkları baskı, zor ve şiddet politikalarına kadar; işçi ve emekçileri kendi politikalarına nasıl yedeklediklerine de işaret ediyor bu haber ve röportajlar. Bu konumdan nasıl kurtulabileceklerini “Kabahatin çoğu senin canım kardeşim” tadında bir öğrenmeyle birleştirmeye ve insanlığın bundan başka bir kurtuluşunun olmadığını anlamaya-anlatmaya kadar çıkarılacak sonuçlar da var elbette. Çünkü gerek önümüzdeki iki haftalık süreç içerisinde gerekse sonrasında ülkenin nasıl yönetileceği üzerine tartışmaların politik bir bilinçle kavranması ve yürütülmesinin gelecek aylar ve yıllar açısından büyük önemi var.
Bu noktada, işçi ve emekçilerin politikanın partiler, liderleri ve destekçileri tarafından yapılan bir itiş-kakış, kavga-döğüş eşliğinde 4-5 yılda bir gün gidip sandıkta oy verme işi olmadığını görmelerini/kavramalarını sağlamak oldukça belirleyici bir halka olarak duruyor.
Politika, farklı toplumsal sınıf ve tabakaların çıkarları temelinde yapılan bir eylemdir. Partiler arası politik mücadele sınflar mücadelesinin bir arenasıdır ve politik bilinç esas olarak bir sınıf bilincidir. Politik mücadele alanında yaşanan her türlü baskı, zor ve şiddet eylemi de bunun bir parçasıdır. Bu gerçekliğin kavranması, sadece “Cumhur İttifakı”nı destekleyen işçiler, emekçiler açısından değil, “tek adam tek parti yönetimi”ne karşı olduğunu söyleyen işçi ve emekçiler açısından da ihmal edilemez bir ihtiyaç durumundadır.
Zira günümüz kapitalist dünyasında, sınıflar mücadelesinin karmaşık ilişkileri içerisinde kavganın her raundunda kaybeden ve kazananların kim olduğu açık ve net görülemeyebilir. Bunu netleştirmek için; “Sermaye güçlerinin, kapitalistlerin, onların siyasi temsilcilerinin kendi aralarındaki çatışmalarda tek tek kazananları ya da kaybedenleri olabilir. Ancak işçi sınıfı ve emekçiler kendi çıkarları temelinde birleşemezlerse sürekli kaybetmeye mahkumdurlar” şeklinde özetleyebileceğimiz “sihirli” formülü kullanmak gerekir.
BASKI, HİLE VE OYUNLARLA SONUÇ ALINAMAZ
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugün, kendisinin de ölümlü bir insan olduğunu unutmuş görünen bir ajitasyonla halk kitlelerine sesleniyor. Destekçilerini de, karşıtlarını da kaybetme kaygısında eşitleyerek kurduğu bir korku padişahlığı temelinde yol yürümeye çalışıyor. Bunu keyiften yapmadığı bir gerçek. Kendisinin, arkasındaki sermaye güçlerinin ve kapitalistlerin iktidarını sürdürebilmek için buna ihtiyaç duyuyor. Bunun ötesinde bütün söyledikleri, sınıf mücadelesinin politik pazarında satışa çıkmış bir tüccarın güzellemelerinden başka bir şey değil.
Halk kitlelerinin nabzının atışı, Erdoğan ve “Cumhur İttifakı”nın seçimleri şaibesiz bir şekilde kazanma ihtimalinin olmadığını gösteriyor. Ancak yaşananlar da gösteriyorki, baskılarla, sandık hileleri, oyunlar, oy hırsızlıkları ve şaibelerle elde edilecek “seçim zafarleri” dayanak yapılarak yeni bir politik düzen, kalıcı bir şekilde kurulamıyor. Bunu güçlü bir şekilde göstermek için 24 Haziran gecesine hazırlıklı olmak şart.