Ürdün halkı IMF hükümetine karşı ayakta
Ürdün'de vergilere ve temel tüketim maddelerine yapılan zamlar büyük eylemlere neden oldu.
Dosya kapağının içindeki fotoğraf AA'dan Shadi Nsoor'a aittir.
Geçtiğimiz hafta Ürdün, tarihinin en kitlesel halk hareketlerinden birine sahne oldu. Hareketin sebebi bir çok basın yayın organında yer aldığı gibi ülkede hem vergilere hem temel tüketim maddelerine yapılan zamlar. Ürdün basının yazdığına göre akaryakıta yüzde 5-10 arasında ve 164 temel tüketim maddesine yüzde 10 civarında ek vergi getirilmek istendi.
IMF’nin uyguladığı program çerçevesinde hükümet bu adımları hayata geçirmek istedi. Lakin hükümetin bu adımı, Ürdün halkı tarafından sokakta protesto edildi. Sokak olaylarında ve grevlerde 15 sendikadan oluşan ve 2013’te oluşturulan “Meclis” önemli bir rol oynadı.
Ürdün, 1989’dan bu yana IMF ile anlaşmalar imzalıyor. Suudi basının amiral gemisi Şarkul Avsat gazetesinden Süleyman Cevdet, sorunun yapılmak istenen zamlara karşı halkın sokağa inmesi değil, IMF programı olduğunu yazdı ve bugüne kadar uygulanan hiçbir IMF programının başarıya ulaşmadığını vurguladı. IMF’nin programının ülkeleri kalkındırmamasıyla ilgili olarak “Fakat burada iki sorun var. İlki, böyle bir geleceğin yakın ve uzak vadede asla gelmemiş olmasıdır” dedi.
Al Kuds al Arabi gazetesi ise protestolar karşısında güvenlik güçlerinin aşırı şiddet kullanmamasına dikkat çekti. Rai al Youm Yazarı Abdulbari Atwan da, Ürdün’de yaşanan gelişmelerle ilgili olarak Nasrettin hocanın eşeği ile ilgili “tam açlığa alışmışken öldü” fıkrasının Arapça versiyonunu hatırlattı.
IRAK’LA YENİ SORUN DİCLE’NİN SUYU
Türkiye’nin gerçekleştirdiği operasyonlar ve bulundurduğu askeri birlikler nedeniyle Irak-Türkiye ilişkileri zaman zaman gerginlikler yaşamıştı. Rai al youm gazetesi son olarak gerçekleştirilmesi planlanan Kandil, Sincar ve Mahmur operasyonlarına karşı Iraklı yetkililerden herhangi bir sesin çıkmamasını hükümetin zayıflığına ve parlamento seçimlerinden yeni çıkılmış olmasına bağladı. Gazete baş yazısında Dicle’nin üzerinde kurulu olan Ilısu barajının doldurulması kararı nedeniyle Irak’a giden suyun yüzde 50 azaltılmasının yeni bir krizin ve gerginliğin habercisi olarak değerlendirdi.
ÜRDÜN’DEKİ MESELENİN ASLI
Süleyman CEVDET
Şarkul Avsat*
ÜRDÜN’de şu ana kadar devam eden mesele belki de hükümetin bazı ürünlerin fiyatlarını artırması ya da yeni vergi kanun tasarısını parlamentoya sunması ve akabinde de insanların sokağa çıkarak yüksek sesle protesto etmeleri ve itirazda bulunmaları değildir. Hayır, mesele bu değil. Mesele sadece Ürdün’de değil aynı zamanda pek çok Arap ülkesindeki vatandaşın zorunlu hale gelen ekonomik reform programının yükünü ne kadar taşıyabileceğiyle ilgilidir. Aynı şekilde bu mesele, bölgedeki herhangi bir devletin Uluslararası Para Fonu’na (IMF) danışarak tavsiye almak istemesi ve onu kendisine yardım elini uzatmaya davet ettiği zaman IMF’nin önerdiği reform reçetesine ne kadar uyumlu olduğuyla da ilgilidir.
Ürdün’ün başkenti Amman’da olayların ardından istifa eden Hani el-Mulki hükümeti, Temsilciler Meclisi’ne vergi kanun tasarısını sundu. Fakat Ürdün örneğinde yeni olan, el-Mulki’nin kanun tasarısını parlamentoya gönderirken tasarının IMF’nin bir talebi olduğunu, hükümetin bu tasarıyı kabul edip hızlıca bitirmek istediğini söylemesidir.
Bundan daha önemli yeni bir şey daha var… Temsilciler Meclisi Başkanı, kanun tasarısını reddettiğini ve hükümete geri göndermeye karar verdiğini açıkladı. Yine Meclis Başkanı, meclisin IMF’nin diktelerine boyun eğmeyi ve hükümete bağlı hareket etmeyi reddettiğini ve doğru yerin halkın yanı olduğunu gördüğünü söyledi.
Ürdün hükümeti; attığı adımların ekonomik reform konusunda uluslararası alanda farklı hükümetlere yardım eden IMF’nin istekleriyle bağlantılı olduğunu ifade etti. Yardım etmesi karşılığında bir dizi istekleri bulunduğunu ve hükümeti bu istekleri göz ardı etmemeye çağırdığını gizlemek istemedi.
Özellikle de Güney Amerika ülkeleri başta olmak üzere pek çok hükümetin IMF’yle yaşadığı tecrübeler, IMF’nin tavsiyelerinin ve önerilerinin sonuçlarının garanti olmadığını gösterdi. Yine tecrübeler IMF’nin, bozukluklarını gidermek istediği ekonominin IMF içerisindeki nüfuz sahibi ülkelerin ekonomilerine bağlı hale getirecek bir politikaya göre çalıştığını söylüyor.
IMF içerisinde ekonomi alanında büyük uzmanlar var. Bu bir gerçek. IMF, çalışmalarını ve görevlerini, konuştuğu çevreyi bilen ve anlayan ekonomistler vasıtasıyla öneri ve rehberlik kapsamında planlıyor. Bu da başka bir gerçek. IMF, kendisinden öneri isteyen hükümete tavsiye noktasında cimrilik yapmıyor. Bu da üçüncü bir gerçek. Aksine IMF, herhangi bir devletle anlaşma girişiminin o devletin ekonomisinden vazgeçmediğine ve kendi imkanlarına dayanarak yakın gelecekte kendi kendine yeten bir ekonomiye dönüşeceğine delil olduğunu devamlı olarak dillendiriyor. IMF, bunu yeni bir kredi üzerine varılan her anlaşmada yeni hükümete tekrar tekrar söylüyor.
Fakat burada iki sorun var… Bu sorunlardan ilki, böyle bir geleceğin yakın ve uzak vadede asla gelmemiş olmasıdır. Bu geleceğin geldiğini görenler varsa lütfen bunu bize söylesinler. İkincisi ise tavsiye ve önerilerde bulunan IMF, önündeki kâğıdın üzerine yazılmış kuru açıklamalar, sessiz oranlar ve sabit rakamlarla kendisinden bunları uygulamasını istediği insanlar arasında neredeyse ayrım yapmıyor.
Ürdün’de ve başka bir ülkede meydana gelen benzer hadiselerdeki meselenin aslı budur. Aslında siz, IMF’nin her yeni kredide ülkelere nasıl bir tavsiyede bulunduğunu ve sonra da farklı bir netice beklediğini bilmiyorsunuz!
Siz bilmiyorsunuz ama IMF kesinlikle biliyor!
*Şarkul Avsat’ın Türkçe sitesinden alınmıştır.
TAM AÇLIĞA ALIŞMIŞKEN AT ÖLDÜ
Abdulbari ATWAN
Rai al Youm
Okulların “okul”, müfredatın “müfredat”, öğretmenlerin de “öğretmen” olduğu zamanda ilkokulda bizim için hazırlanan bir kitapta manidar bir hikaye vardı. Hikaye taşımacılık, toprak işleme ve hasatta yardımcı olmak için Bedevi’nin satın aldığı “asil bir attan” bahsediyordu. Bedevi, satıcının ata günde dört kilo arpa tavsiyesini çok buldu.
Hikayeye göre Bedevi, birinci gün azaltmadan yemini tam verdi. İkinci gün üç kiloya azaltmaya karar verdi. At toprağı sürdü diğer işleri de yaptı. Bu durum sahibini ikinci, üçüncü kez yemini azaltması için cesaretlendirdi. Günden güne çöken at, bir gün son nefesini verdi. O an Bedevi meşhur sözünü söyledi; “Tam açlığa alışmışken öldü”.
Geçen çarşamba günü Ürdün’de sendikaların çağrısıyla gerçekleşen ve bütün uluslararası haber ajanslarında başarılı olduğu ilan edilen grevi izlerken bu hikaye aklıma geldi. Tabi ki bir farkla; Asil Ürdün halkı o at gibi ölümü beklemedi. Ayaklandı ve açlıktan öldürmek isteyenler karşısında bu sonuca ulaşmamaları için “Hayır” dedi. Önceki hükümetlerin siyasetlerinin ve uyguladıkları ekonominin bedelini ezilmiş halk tabakalarının bir kerede ödemesi isteniyor.
IMF fiili olarak ekonomi bakanlığına dönüştü. Şişman kediler için fakirlerin emeklerini emen, çocuklarının ağzından lokmaları çalan politikalarını kendisi belirliyor.
Ürdün, diğer Arap ülkeleri gibi yolsuzluktan ve kamu mallarının yağmalanmasından muzdarip. Yoksullar ve zenginler arasındaki uçurumda görülmemiş bir genişlemeden sonra Ürdün halkı bir sınıf savaşının önünde duruyor.
ÜRDÜN DERSLERİ; YETKİLİLER NİYE GÖSTERİCİLERE SALDIRMIYOR?
Al Kuds al Arabi
Başyazı
SON zamanlarda Ürdünlü protestocular, Arap yönetimlerin protesto hareketlerine davranış biçimlerinde benzersiz bir değişiklik yaptı. Tunus’ta Halk Devrimi sonrasında ortaya çıkan seçilmiş bir hükümet tarafından yönetilen Mayıs 2017’deki olayları hatırlamak önemlidir. Gaz, fosfat ve petrol alanlarında çalışan işçilerin protestolarını bir ay ertelemeyi denedi. Tutuklamalar ve protestoculara yönelik baskılar bitmedi. Cumhurbaşkanı Baci Kaid Essibsi’nin müdahale için çağırdığı ordu, Mısır ordusunun Rabia ve el Nahda alanında yaptığı gibi büyük bir katliam için bu talebi sömürmedi.
Her şeyden önce, Ürdün’de güvenlik güçlerinin büyük gücü göz ardı edilmemelidir. Diğer makamların kontrol edilmesinde (ve dolayısıyla zayıflatılmasında) güvenlik güçleri bir rol oynamaktadır. Burada kastedilen tabi ki yasama ve yargı organlarının yetkilerinin yanı sıra, hükümet ve onların bakanlıklarıdır. Bazen Kral’ın kararlarını ve direktiflerini engellemeye cesaret edebiliyorlar. Bu durum şüphesiz sadece Ürdün için değil, Fakat tüm Arap rejimleri için büyük sorunların bir parçasıdır. Güvenlik hizmetleri ve diğer kurumlar arasındaki ilişki; aynı zamanda politikanın işlevindeki büyük yapısal dengesizliğin bir parçasıdır.
Pek çok Ürdün yetkilisi protestoculara halk devrimlerinin gerçekleştiği Suriye, Yemen ve Libya’nın koşullarını düşünmelerini istedi. Bu talep tamamen boş. Çünkü büyük protestolar, sadece insanların sokağa inmekten başka bir seçeneği olmadığı durumlarda gerçekleşiyor.
Belki de sözü edilen ülkelerin koşulları protestocuların olduğu gibi yetkililerin ve Ürdün’de karar sahibi kişilerinde de akıllarındaydı. Devrimler iki yönlü okunabilir. Yöneticiler baskıya doğru eğilim gösterdiklerinde, pratik olarak ülkesin dağılmasına kapıyı açıyorlar. Muammer Kaddafi ve Ali Abdullah Salih’te (Yemen) yaşandığı gibi, öldürülebilecek acımasız bir tirana çeviriyor. Veya Zeynel Abidin bin Ali’de (Tunus) olduğu gibi kovulabiliyor.
Ürdün’ün etrafını saran Suriye, Irak ve Filistin’den gelen ciddi bölgesel koşullar; Amerika ve İsrail’in maruz bıraktığı muazzam baskılar ve Suudi Arabistan ve BAE’den gelen destek ve ekonomik yardımların engellenmesi durumları karşısında Kral Abdullah tarafından temsil edilen Ürdün kurumları sorumluluk üstlenmiyor. Bu durum Arap ülkelerini cehenneme çeviren hatalara yol açar. Suriye’de Yemen, Libya’da ve ateşin küller altında yandığı Arap ülkeleri olduğu gibi.
IRAK İLE BU SEFER SU SORUNU
Rai al youm
Başyazı
DİCLE Nehri’ni yaya olarak geçen Iraklı kardeşlerimizi görmek acı verici. Bunun nedeni Türk hükümetinin nehir üzerinde kurulu olan Ilısu Barajını doldurma kararı neticesinde su seviyelerinde görülmemiş bir düşüşün yaşanması. Akan su miktarı yüzde 50 azaldı. Geçen yıla oranla akan su 8 milyar metreküpten 3 milyar metreküpe düştü.
Türkiye hükümeti; Suriye’nin kuzey doğusunu emniyete aldıktan ve Amerikan Savunma Bakanı Jim Mattis ile Menbic krizinde iki ülkenin ortak devriye konusunda anlaşmasından sonra Kuzey Irak’a odaklanmaya başladı. Türkiye hükümetinin yaptığı açıklamaya göre, PKK’nin bulunduğu Sincar (Şengal), Kandil hatta Mahmur’a yönelik askeri hazırlık yapılmaya başlandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, cuma günü yayınlanan bir televizyon röportajında tehdit etmişti.
Kuzey Irak’a saldırı ve Dicle Nehri’nde su miktarını önemli ölçüde azaltılması; Irak hükümetinin ve halkının kabul etmesi zor olan iki durumdur. Aksine bu durum Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı’na karşı düşmanlık duygularını körüklüyor. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dicle Nehri’nde suyun tekrar yükselmesine neden olacak olan Ilısu Barajını doldurma sürecini durdurma talimatı verseydi iyiydi.
Saddam Hüseyin zamanında Türk kuvvetlerinin, bahsi geçen partiye (PKK) karşı herhangi bir kısıtlama olmaksızın Irak topraklarına girmesine izin veren bir Türk-Irak anlaşması vardı.
Ancak bilgimize göre, bu anlaşma yenilenmedi.
Yazı yazıldığı sırada Türk tehditlerine ilişkin olarak Bağdat merkezi hükümetinin resmi bir beyanı veya açıklaması yoktu. Belki de açıklama yapılmaması, Haydar İbadi hükümetinin zayıflığı ve son parlamento seçimlerinin sonuçlarının takibi ile uğraşması nedeniyledir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye ve Irak hükümetlerini aynı anda kaybetmesi siyasi açıdan akıllıca değildir. Özellikle de Türkiye için önemli olan başkanlık ve parlamento seçimlerine iki hafta kalmışken... Kendi şahsı ve partisi Adalet ve Kalkınma Partisi açısından da bu böyledir.
Türkiye bu günlerde birçok yönden özellikle civar ülkeleri olan Suriye, Irak’tan gelen tehlikelerle karşı karşıya. Burada ana başlık, zeminde iki ülkenin egemenliğini tanımaktır. Dicle ve Fırat’taki su paylarını olumsuz yönde etkileyecek herhangi bir adım atmamalıdır. Tarihi ilişkilerle suları bulandırmamanın yolunun bu olduğunu düşünüyoruz.