13 Haziran 2018 00:34

Ahlat Ağacı huzursuzluğu

Akademisyen Volga Yılmaz Gümüş, Nuri Bilge Ceylan'ın 'Ahlat Ağacı' filmini yazdı: Taşra insanını ve ailesini damıtarak anlatan bir film...

Görsel 'Ahlat Ağacı' filminden alıntılanmıştır

Paylaş

Volga Yılmaz GÜMÜŞ
Akademisyen-Çevirmen

Ahlat Ağacı, üç saati aşan süresine rağmen hiç sıkılmadan izlediğim, beni çokça düşündüren ama pek yormayan bir Nuri Bilge Ceylan filmi. Taşra insanını ve ailesini damıtarak anlatan bir film. Her ne kadar bugün yaşadığım çevre o atmosferden uzak olsa da biliyorum ki çoğu Türk insanı benzer koşullarda, benzer duygularla, benzer iletişim biçimleriyle yaşıyor veya yaşadı. Üniversite eğitimi almış taşralı insanın ikilemlerini, çelişkilerini, kendini kanıtlama çabalarını, yalnızlığı yüceltme eğilimini de yakından gözlemliyoruz film boyunca.

Yazdığı kitabı yayımlatmayı yaşamının merkezine koymuş yeni mezun Sinan’ın taşrayla, babasıyla, içinde yaşadığı toplumla hesaplaşması üzerine kurulu Ahlat Ağacı. Yazar Süleyman, film henüz çok ilerlememişken, Sinan’ın toyluğuna dikkat çekiyor (Toyluk sözcüğü bugüne kadar hiç bu kadar anlamlı gelmemişti bana). Toyluğu Sinan’ın yalnızca yazarlıkla ilgili düşüncelerinde değil, hayata ve ailesine bakış açısında da görüyoruz. Sinan annesini babasıyla evlendiği için yargılarken, babasının doğa sevgisini küçümserken de tanık oluyoruz. Sinan’ın idealini gerçekleştirmek için Süleyman’ın “vicdanın izin verdiği sürece her yol mübahtır” anlamına gelen sözlerine kulak vererek babasını üzecek yolu seçmesi, üzerine bol gelen “büyük laflar” ederek kendini kanıtlama çabaları, sınava hazırlanamamaktan dem vurması günümüzde birçok “toy” mezunun yaşadığı boşluğu, ideallerle gerçekler arasında gidip gelen ikilemi de göz önüne seriyor. Zaman geçtikçe, doğa dönüştükçe, Sinan öğrendikçe -izleyici olarak- biz de toyluğu üzerimizden atarak büyüyoruz, olgunlaşıyoruz. 

‘TÜRK AİLE YAPISIYLA İLGİLİ İPUÇLARI VERİYOR’

Ahlat Ağacı büyük ölçüde baba-oğul ilişkisi üzerinden gitse de aslında (geleneksel) Türk aile yapısıyla ilgili de önemli ipuçları veriyor, çıkarımlarda bulunmamızı sağlıyor. Büyük umutlarla ve hayallerle başlayan evliliklerin bir süre sonra mutsuz bireyler yarattığına birebir tanık oluyoruz filmde (ve çoğu zaman günlük hayatta). Görünen neden para olsa da aslında evliliği bir kurtuluş veya zorunluluk olarak görmek, doğru iletişim kuramamak, ortak paydalarda buluşmak için çaba harcamamak, aile içinde üstünlük kurma çabasına girmek, vb. birçok neden yatıyor hayal kırıklıklarının ardında. Sonrası mutsuz kadınlar, mutsuz erkekler, mutsuz çocuklar…

Filmi izlemeden önce okuduğum yorumlarda Ahlat Ağacı, karınca ve kuyu metaforlarına dikkat çekilmişti. Bunların altı kırmızı kalemle çizilmeden, incelikle senaryoya yedirilmiş olması hoşuma gitti.

Dil sürçmelerinin, yarım kalan cümlelerin, tamamlanmamış diyalogların bulunması da dikkat çekici. Günlük hayatta nasıl iletişim kuruyorsak filmdeki iletişimler de aynı şekilde. “Diyaloglar” üzerine kurulu bir film olduğunu düşünürsek bunlar da iletişimin eksikliğini, zorluğunu, yarım kalmışlığını pekiştiren unsurlardı.

‘UZAK KALDIĞIM ERKEK HAKİMİYETİNİ HATIRLATTI’

Dikkatimi çeken diğer bir unsur da kadın karakterlerin geri planda kalmış olmasıydı. Anne dışındaki kadın karakterler olmasa da olurmuş hissine kapılıyorsunuz. “Erkek” egemen bir film olmuş, belki de taşra hayatının ta kendisi gibi. Baba-oğul ilişkileri bir yana, kahve veya ganyan bayii sohbetleri, Hatice’nin düğününden sonraki anlar, imamlarla diyalog, polis arkadaşla yapılan telefon muhabbeti ve havada uçuşan küfürler bana son yıllarda biraz uzak kaldığım erkek hakimiyetini hatırlattı ve beni biraz da rahatsız ve huzursuz etti açıkçası… Ama içinde yaşadığım toplumun gerçeklerini hatırlamak için bu huzursuzluğu yaşamam gerekiyor belki de…,

 

ÖNCEKİ HABER

UKOME: UBER aracının turizm taşımacılığı belgesi iptal edilecek

SONRAKİ HABER

Aydos Ormanı’nda belediye eliyle yapılaşma

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa