Tarım işçilerinin fotoğrafı: Bereketli topraklarda katmerli sömürü
Tarım işçileri için 150 yılda değişen bir şey yok. Barındıkları yerler ise Orhan Kemal’in romanındaki gibi. Toprak bereketli, iş tutmak eziyetli.
Adana'da karpuz işçileri. Fotoğraf: Volkan Pekal/EVRENSEL
Volkan PEKAL
Mesut BAYLAV
Adana
Adana’da tarımda çalışan işçilerin yaşamı 150 yıl öncesinden çok da farklı değil. Sigortasız, sendikasız, uzun saatler, düşük ücretle çalıştırılan işçilerin barındıkları yerler ise Orhan Kemal’in romanındaki gibi: Atölyeden bozma, duvarları delinerek açılan pencerelerinden hava giren, 45 kişinin yaşadığı tek bir oda.
Orhan Kemal’in kendi deneyimlerinden de yola çıkarak kaleme aldığı "Bereketli Topraklar Üzerinde" romanında ustalıkla yansıttığı çalışma ilişkileri ve o dönem yaşayan kahramanlar bugün de çeşitli iş kollarında varlığını sürdürüyor. Bugün de bu kahramanların hikayesi ve çalışma ilişkileri ile koşulları 50’li yıllar Türkiye’sindeki koşullarla benzer.
"Bereketli Topraklar Üzerinde" romanının kahramanları bir ayağı köyde bir ayağı şehirde iş peşinde ırgatlardır. Memleketlerinden, Çukurova’nın bereketli topraklarına iş bulma ümidi ile gelirler. Sivas’taki köylerinden Çukurova’ya göç eden üç köylü arkadaş Pehlivan Ali, İflahsızın Yusuf ve Köse Hasan’ın etrafında gelişen olaylar anlatılır. Köylerinde geçinemeyen işçiler başka seçenekleri olmadığından şehre göç eder. Irgatlar romanın başında göç nedenlerini dile getirir. “Yusuf: (…) Tarlamız marlamız yok bizim. Şunun bunun yanında çalışırız harmana marmana gideriz, çift mift süreriz... n’olacak, köy yeri işte (…) Hepimizinki de bir ekmek derdi mesela. Öyle değil mi?’ Köse: ‘Ne diyorsun Yusuf? Gözü çıksın. Yurdumuzu, yuvamızı ne diye teptik?”
‘TOPRAĞIMIZ OLSA GELMEZDİK’
Dün Sivaslı Ali, Yusuf, Hasan’dı... Bugün Suruçlu Hasan, Halil, İbrahim, Ömer... Adana Tuzla’da Cırık köyü civarında karpuz yüklerken tanıştığımız mevsimlik tarım işçileri de aynı sebeple Çukurova’nın uçsuz bucaksız topraklarında tohumu meyve, sebzeye çevirmek için ter akıtıyor. 23 yaşındaki Hasan Çeliksoy, “Memlekette 30 yıldır su sorunu vardı. Tarlası olan kendi tarlasını ekti. Ama bizde yok. Hiçbirimizin toprağı yok. Bir gelirimiz olmadığı için tarlalara çalışmaya geliyoruz. Ne bir fabrika var çalışacak, ne başka bir iş imkanı var. Bazen gece 10-12’ye kadar tarlada çalışıyoruz. İmkan olsaydı sabahtan akşama kadar çalışmazdık” diyor. Halil Kaplaner de “Fabrika iş imkanı olsa biz de buraya gelmezdik. Biz sabah 5’te kalkmaya meraklı değiliz. Bir dönüm tarlam olsa yeterdi” diyor.
AHIRDAN BOZMA ODAYA KİŞİ BAŞI 250 LİRA
Sabah Tuzla’da karpuz toplarken tanıştığımız karpuz işçileri ile akşam saatlerinde Adana’nın Yüreğir İlçesinde bulunan Karşıyaka Sanayi Sitesi’nde eski bir atölyeden bozma tek göz evde buluşuyoruz. İşçilerin barındığı alanlar da "Bereketli Topraklar Üzerinde" romanında ve Friedrich Engels’in on dokuzuncu yüzyılın sonlarındaki koşulları anlattığı “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” kitabında bahsettiği, ahırdan bozma tek göz işçi evlerini hatırlatıyor. 45 kişinin kaldığı yere 50-60 gün için kişi başına 250 lira para ödüyorlar.
KABALA ÇALIŞMANIN BİR BEDELİ VAR
Karpuzda çalışan işçilerin tamamı erkek. Yerlere döşekler sererek yatıyorlar. Karpuz işini, kabala (parça başı) para aldıkları için daha fazla ücret almak için seçmişler. Ancak kabala çalışmanın bedeli de gece geç saatlere kadar çalışmak oluyor. Bazı günler gece 12’lere kadar çalışan işçiler evi sadece uyumak için kullanıyor. 60 yıl öncesinden farkları taşlı pilavlar, kurtlu ekmeklerin olmaması ve tarlaya servisle götürülmeleri. Kahvaltı ve öğle yemeğini tarlada yiyen işçiler akşam yemeğini de geç saatte geldikleri için sitenin içinde geç saatlere kadar açık olan işçi lokantasında yiyorlar. Çıplak ayak döküldükleri tozlu tarla yolları yerine ise gece geç saatlerde kendilerini eve taşıyan servisler var.
YAZIN ÇALIŞIYORUZ KIŞIN ZAR ZOR GEÇİNİYORUZ
23 yaşındaki Hasan Çeliksoy’un hayatında tarım işçiliğine karar vermek diye bir şey yok. “Kendimi bildim bileli çalışıyorum. Yokluktan başladık” diyor: “Memlekette iş imkanları olmadığı için gelip çalıştık. Burada çalışma koşulları zor. Bazen gece 10-12’ye kadar tarlada çalışıyoruz, geliyoruz banyo, yemek ihtiyacımızı giderene kadar saat 1 oluyor, sabah da 4.30- 5.00 gibi kalkıp tarlaya gidiyoruz. Bazen bir ay böyle devam ediyor. Çalışmayana ekmek yok. Memleketimizde bir fabrika olsa, iş imkanı olsa, asgari ücret artsa... Çoğumuz kirada oturuyor. 300-400 lira kira veriyoruz. Çocuğun sütü var, evin genel ihtiyacı var; ayı zor kurtarıyoruz. Bunca yıl tarlada çalışıyorum İstanbullu, İzmirli görmedim. Hep bizim doğulu insanlar çalışıyor. Kendi toprağımız da yok. 20 dönüm yerim olsa bugün burada çalışmam. O toprağı almam için para biriktirme şansım yok. Çünkü biz yazın çalışıp kışın zar zor geçiniyoruz. Başka işe gidenler de var sigortalı çalışmak için. Ya inşaatta ya da başka bir sektörde çalışıyorlar. İşlerini tuttururlarsa dönmüyorlar.”
‘İŞİ A’SINDAN Z’İNE BİZ YAPIYORUZ SİGORTAMIZ YOK’
Hiç sigortasının yatmadığını ifade eden Çeliksoy’un tarım işçilerinin nasıl sigortalı olacağı konusunda kafası karışık. “Sigorta olsa iyi olur” diyor ama parça parça çalışarak nasıl olacağını düşünüyor. “Tarım işçisinde sigorta nasıl olacak? Benim ailemde benim bir de biraderimin yaşı sigortayı kurtarıyor. Çoğu 40-50 yaşında arkadaşlarımız. Bu yaşına kadar sigortalı olmamışsa nasıl emekli olacak? Bu ülkenin meyve sebze işini A’sından Z’sine biz yapıyoruz. Kendimiz ekmiyoruz ama işçiliğini biz yapıyoruz. Benim elimden, ailemin elinden geçiyor. Ama çiftçiye de hak vermek gerekir. Mazot 6 lira olmuş... Devlet büyüklerinin bu işe el atması lazım” diyor.
‘OKUMA YAZMA BİLMEYENLER VAR’
Eğitim, Çeliksoy’a sadece ehliyet kazandırmış. “Eğitim almadık. Fakirin eğitim hakkı yok” diyor. 3’üncü sınıfa kadar okumuş, ancak açık öğretimden okuryazar belgesi alınca ehliyet alarak yolda yediği cezalardan kurtulmuş. Çocuğunu okutmak istediğini ifade eden Çeliksoy, “Ben kendimi bildim bileli tarım işinde çalışıyorum. 1.5 yaşında bir kızım var ben de istiyorum çocuğum okusun. Benim gibi olmasın. Hakim olsun, doktor olsun, öğretmen olsun. Ama bunun için düzenli işimiz olması lazım” diyor.
Kardeşi 14 yaşındaki Ömer de eğitimini iki yıl önce 6’ıncı sınıfta bırakmış. “Okumaya yeteneğim yok” diyor ama gerçek sebebi abisi açıklıyor: “Çalıştığı için bir yılda 4.5-5 ay okula gidiyordu. Devam edebilseydi şimdi 8’inci sınıfı bitirirdi. İmkanlar el vermediği için o da çalışmaya başladı.” Mehmet Ali Çeliksoy da okuyup polis olmak istediğini ancak bugün okuma yazması bile olmadığını söylüyor. İşçiler tarımda çalışıp okuma yazması olmayan çok sayıda kişi olduğunu vurguluyor.
‘İŞ İSTİYORUZ, OKUMAK İSTİYORUZ’
22 yaşındaki İbrahim Halil Yürüboğa bir çocuğunu ve eşini köyde bırakarak gelmiş. “Biz karınca gibiyiz, yazın çalışırız, kışın yeriz” diyor. Bayramda da işin devam ettiğini dile getiren Yürüboğa, “Bazıları çalışır bazıları ailesinin yanına gider. Ben uzakta olduğum için çalışacağım. İlk gün olmasa da diğer günler çalışacağım. Bayrama bir pantolon, bir tişört, bir çift ayakkabı en fazla 100 lira harcayacağım. Hepimiz masraf yapmamak için dışarıya adımımızı atmıyoruz. Çünkü ben burada yersem ailem orada aç kalırsa olmuyor. Onlar da bizi düşünüp yemiyor, biriktiriyor” diyor. Mecburiyetten bu şartlarda çalıştıklarını dile getiren Yürüboğa, “Ben çok mu meraklıyım sabah 3-4’de kalkıp gece geç saatte geleyim. Benim mesleğim fırıncılık ama Suruç’ta yevmiye sabah 5’ten akşam 9’uza 40 lira. İş istiyoruz, okumak istiyoruz, eğitim, bilgi istiyoruz. Biz de bu bayrağın altında yaşıyorsak bunlar bizim de hakkımız” diyor.
'EVLENMEK İÇİN PARA BİRİKTİRİYOR’
22 yaşındaki Halil Kaplaner, yoksulluktan evlenemediğini belirterek evlenmek için para biriktirdiğini söylüyor. Ailede 34 kişi çalıştıklarını ifade eden Kaplaner, “Bir asgari ücretle 2-3 kişilik aile geçim sağlayamaz. Evleri olmayan zorluk çekiyor. Biz de mecburen dışarı çıkıyoruz. Kışın çalışıp yazın yiyoruz. Karınca misali gibi. Mesela Konya’da hepimiz 2-3 ay çalışıyoruz 20-25 bin kazanıyoruz. 7 bin lira kadar masraflara gidiyor. Geri kalanı 3 ayda harcayıp, kalanı evlilik masrafı için biriktireceğiz” diyor.
‘YAĞMUR YAĞIYOR YATAKLARIMIZ ISLANIYOR’
Kardeşleri ile Adana’da çalışan Sercan Kaplaner’in anne babası Konya’da karpuz ekiminde çalışıyor. Kendilerinin 90 lira yevmiye için Adana’da olduğunu söyleyen Kaplaner, “Burada adam başı 250 lira kira ödüyoruz. Günde 20 lira yemek masrafı oluyor. Akşam 2’de yatıyoruz, 4.30’da kalkıyoruz. Akşam 10’da bırakırsak yemek yiyoruz, duş alıyoruz saat 1 olmuş. Karanlıkta işe başlıyoruz karanlıkta bitiriyoruz. Bayramda üstümüze elbise alacak paramız yok. Herkes bayram yaparken biz çalışacağız. Görüyorsunuz yağmur yağıyor yataklarımız ıslanıyor” diyor.
‘MÜLTECİ İŞÇİYE DE BAYRAM YOK’
Aziz Müslüm 18 yaşında, Rakka’dan üç sene önce altı kardeş ve anne babası ile gelmişler Türkiye’ye. “IŞİD vardı, çok kötü davranıyorlardı bize, evimizi arabamızı yakıp yıktılar” diyor Aziz. Amcasının çocukları savaşta öldürülmüş. Suriye’de iken 7’nci sınıfa kadar okumuş ve dersleri çok iyiymiş. “İleride doktor olacaktım ama savaştan dolayı olamadım” diyerek okula gitmeyi çok istediğini söylüyor. Ailesi şimdi Adana Karataş’ta çadırda kalıyor. Kendisi ise karpuz işinde çalıştığı için burada kalmak zorunda. Bayramın yaklaştığını ve Suriye’de yaşadığı bayramların nasıl olduğunu soruyoruz. “Babam her bayram kıyafetler alırdı, babam tek çalışıyordu orada ama geçinebiliyorduk, burada ise öyle değil, hepimiz çalışmak zorundayız. Bu bayramda bir pantolon, bir ayakkabı bir de atlet alacağım kendime” diyen Aziz bayramda ailesinin yanına, çadırlara gideceğini söylüyor.
AİLELER FARKLI ŞEHİRLERE DAĞILMIŞ
Ocak ayında karpuz ekimi ve bakımı ile Adana’da başlayan yolculukları daha sonra Konya, Diyarbakır, Bursa’da devam eden işçilerin aileleri de dağılmış. Bir kısmı Adana’da Solaklı’da, Karataş’ta sebze topluyor; kimi Konya’da karpuz ekiminde. Onlar da her türlü denetimden uzak sağlıksız, havasız, elektriksiz çadırlarda barınıyor.