Menderes Çınar: Erdoğan artık kendisinin tükettiği bir partinin lideri
'Erdoğan, 7 Haziran’ı hatırlatarak bir çeşit şantaj yapmaya girişmiş oluyor, ancak AKP’nin artık seçim tekrarlatma gücü olduğunu düşünmüyorum.'
Fotoğraf: Menderes Çınar
Serpil İLGÜN
Üç günlük bayram arası da kutuplaştıran ve hedef gösteren dilin insan hayatına mal olan gerilimli havasını dağıtmaya yetmedi.
Gerek ilan edilme biçimi, gerekse kurallarının değiştirilmesi ve elbette OHAL şartları nedeniyle, “adil, demokratik bir seçim” ortamından fersah fersah uzak bir halde karşıladığımız seçime altı gün kaldı.
Artık, birbiri ardına yayınlanan “24 Haziran’da kim, ne kadar oy alıyor” konulu anketlere daha fazla bakılıyor, aynı soru ve tartışma işyerlerine, sokağa, evlere taşınıyor...
Uzmanlar, “sonucu kestirmenin en zor olduğu seçim” vurgusu yapsa da, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan ile Cumhur İttifakı’nın yaşadığı kan kaybı, en iktidar yanlısı anket şirketleri tarafından bile gizlenemiyor. Bu durum, muhalefetin “Bu defa olacak” duygusunu yükseltirken; aynı aktörlerin “iktidarı ne pahasına olursa olsun koruma” refleksini daha görünür kılınmasını sağlıyor.
AKP’yi yakından izleyen Siyaset Bilimci Prof. Dr. Menderes Çınar’la işte bu refleksleri ve Erdoğan-Cumhur İttifakı cephesi üzerinden Türkiye’nin “kader seçimi”ni ele aldık.
Kandil operasyonundan kıraathane “müjdesi”ne, mahalle temsilcilerine “seçimleri başlamadan bitirme” talimatından AKP-MHP arasındaki krizin derinleşmesine, seçim gündeminin öne çıkan başlıklarını da değerlendiren Çınar’ın “Siyasal Bir Sorun Olarak İslamcılık”, “Vesayetçi Demokrasiden ‘Milli’ Demokrasiye” kitapları bulunuyor.
Türkiye’nin baskın erken seçiminde tercihlerin, kanaatlerin önemli ölçüde oluştuğu son haftaya giriyoruz. Atmosfere baktığınızda Cumhur İttifakı ve Erdoğan açısından genel tabloyu nasıl değerlendirirsiniz?
Cumhur İttifakı defans pozisyonunda. Hatırlayalım, bu ittifakı haklılaştıran husus beka problemiydi. Bu, özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında iktidarın topluma dayattığı bir problemdi, ama şimdi önemli ölçüde zayıfladı. Nitekim, meydanlarda beka problemi üzerinden yapılan bir siyaset yok. Daha çok, “proje” vs diye konuşuyor Erdoğan. O projeler de ayrı bir problem ama Cumhur İttifakı, artık çok gereksiz bir ittifakmış gibi duruyor. MHP’nin seçim barajını aşması, AKP’nin iddialarını, girdiği güvenlikçi hattı MHP’den başka destekleyecek bir parti olmaması gerekçeleri de sıralanabilir; ancak bu gerekçeler de esas olarak beka problemi çerçevesinde haklılaştırılmıştı. Artık o yok.
Kandil operasyonuyla beka problemi yeniden diriltilmeye, haklılaştırılmaya çalışılmıyor mu?
Bence öyle değil. Kandil’e operasyon esas olarak bir başarı hikayesi sunma ihtiyacının ürünü gibi geliyor. AKP seçim kazanmaya yönelik hareket eden bir parti. Bunun için de fırsat yaratıyor veya kolluyor. Kandil böyle bir girişim. AKP’nin bu özelliği artık biraz bilindiği için seçmende eskisi gibi büyük bir beklenti, coşku uyandırmış görünmüyor. Evet, tam da bugünlerde Adil Öksüz’ün yakınlarına ait görüntülerin servis edilmesi gibi girişimler de var. Ama bunların seçime yönelik hamleler olduğu bilindiği için beklenen etkiyi göstermediğini düşünüyorum.
‘Erdoğan en sıkıntılı seçimini yaşıyor, çünkü...’ devamını nasıl getirirsiniz?
Çünkü, tükenmiş bir partinin lideri. Ve kendisinin tükettiği bir parti aslında. En kısa yanıtı bu. Partiyi tamamıyla tekeline alarak, lider merkezli bir parti haline getirdi. Ben “partiyi kendi örgütsel aracı haline dönüştürdü” diyorum ona. Çok disiplinli ama bütünlüğü olan bir parti değil. Yani bir fikir, bir ideal ekseninde birleşilmiş değil. Aday vs anlamında partiye ilgi yüksek ama bu, “milletvekili olacaksak en yüksek şansımız bu partide” diye bakılmasından kaynaklanıyor. Bu açıdan baktığımızda siyaset tüccarı da diyebileceğimiz, kariyerist siyasetçilerin partisi haline gelmeye başladı. Bu halde bir süre yürüyebildi AKP, ama aslında 7 Haziran’da kaybetmişti iktidarı. Ondan sonraki kazanmaları şiddetin de kullanıldığı bir zorlamayla oldu. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a HDP’ye yönelik büyük tacizlerde veya Hürriyet gazetesi ve Ahmet Hakan’a yönelik saldırılarda olduğu gibi. Buradan geri dönebilecek bir kapasitesi yok artık AKP’nin. Parti, Erdoğan karizmasına fazlaca yaslanması nedeniyle kendini yenileme kapasitesini yitirmiş durumda. O nedenle, oyunun ya şartlarını zorluyor ya da kurallarını değiştiriyor.
Erdoğan’ın siyasi geleceği ile Türkiye’nin geleceği arasında kurulan özdeşlikte de, ‘Türkiye içerde ve dışarıda yüz yılın savaşını veriyor’ söyleminde de anahtar bir kavram olarak karşımıza çıkan ‘milli ve yerli’ vurgusunun etkisi için nasıl bir gözleminiz var?
Bunların da etkisi artık o kadar yüksek değil galiba. ‘Yerli ve milli’yi Erdoğan da, Cumhur İttifak’ı da daha az kullanıyor mesela. Memleketin yarısını milli, yarısını gayri milli ilan etmek kadar faşizan bir şey olamaz herhalde. Çünkü böyle diyerek memleketin yarısını potansiyel iç düşman ilan etmiş oluyor. Bu partinin temsil ettiği toplum kesimlerinin yakın geçmişte iç düşmanlaştırıldığını hatırlarsak, bugün aynısını yapar hale gelmesi elbette tarihten doğru bir ders çıkarmadığını gösteren, adalet ve demokrasiyle alakası olmayan bir tutum.
Milli ve yerlilik, aynı zamanda bir toplumsal mühendislik söylemi. O nedenle de kabul görmüyor bence. AKP’nin şöyle bir hatası var, sanıyor ki Türkiye’de laiklik, Kemalist modernleşme projesi sadece bir devlet ideolojisi olarak kaldı ve toplum onu külliyen reddetti. Yerli ve milli argümanı AKP’nin bu şablonuna uymayan muhalif veya mesafeli toplum kesimlerini yabancılaştırıp, düşmanlaştırıyor. Dolayısıyla oradan demokratik bir şey çıkmaz. Bana göre bu, yüzde 50+1’in alınması gereken böyle durumda kendisi açısından da bir açmaz yaratıyor. Bir yandan kendi söylemiyle kendisini köşeye sıkıştırıyor, diğer taraftan daha büyük bir oy oranına erişmeye çalışıyor. Bunu aşacak siyasi zeka görmüyorum AKP’de. O yüzden de rekabet şartlarının eşitsizliğine, o da yetmediğinde seçim yasasının, kurallarının değiştirilmesine oynuyor.
KIRAATHANELER, ‘YERLİ VE MİLLİ’ DİYEN AKLIN İŞİ
Erdoğan’ın ‘kıraathane açacağız, kekler, çaylar bedava olacak’ projesi, espri konusu olmayı sürdürüyor. Muhalefet, kıraathane projesinin, iktidarın artık cezbedeci bir vaat/proje üretememesinin doğurduğu sıkışmışlık içinde icat edildiğini söylüyor ama mesele bundan mı ibaret? Sözü edilen yeni Türkiye’de kıraathanelerin nasıl bir misyonu olabilir?
Bence kıraathaneler İslamcı akıldan çıkmış bir proje. Bir çeşit halk evi gibi düşünüyorlar. Kitleleri endoktrine ve seferber etme aracı olarak görüyorlar. “Ne tepki alırız” filan gibi üzerinde çok düşünüldüğünü sanmıyorum ama kesinlikle ‘yerli ve milli’ diyen aklın işi bu. Türkiye’yi huzura, refaha ve rahata kavuşturacak bir siyasi gündem üretme kapasitesi tükenince, devreye İslamcı refleksli kıraathane gibi projeler giriyor.
Proje meselesi, AKP’nin en avantajlı olduğunu iddia ettiği alanlardan biriydi ama orada da bir tükenmişlik görüyorum. Asıl sorun şu; AKP kendi içinde merkezileşip yukarıdan aşağıya ya da halkın gerçek talep ve ihtiyaçlarından kopuk bir parti haline geldiği ve bu nedenle bir gelecek vizyonu sunamadığı ölçüde, seçmeni cezbedecek mega inşaat projelerini gelecek vizyonu olarak sundu. Şehir hastaneleri, 3. köprü, Kanal İstanbul gibi projelerle bir modernleşme, gelişme hissi yaratmaya çalıştı. Fakat buraların kime, kaça ve nasıl yaptırıldığı bir problem. Ama bence daha da büyük problem, kimin için yapıldığı. Kimsenin üstünden geçmediği, köprüler yapıyorsunuz bunun faturasının da hepimize çıkarıyorsunuz. Yani, bu projeler, diyelim köprü, memleketin hangi sorununu çözmüş? Bu sorunun tek çözüm yolu bu köprü müymüş? Öyleyse bu şekilde yapılması doğru muymuş? Veya sınav sistemini değiştirince memleketin eğitim sorunu mu çözülmüş? Bu sorular artık sorulmaya başlandı. AKP bu konularda güvenilirliğini yitirmiş bir parti gibi görünüyor. Dolayısıyla kıraathanenin de çok karşılığı yok ve biraz da bu nedenle espri, alay konusu oluyor. Zaten Erdoğan, orada da defansta. AKP, “memleketin sosyolojisini biz biliyoruz” filan diyor ve bu konuda çok iddialı ama öyle bir durum yok. İnsanlar huzur, refah, güvenlik istiyor, siz kıraathane yapacağız diyorsunuz!
‘OHAL’İ KALDIRACAĞIM’ DEMEK HEYECANLA KARŞILANACAK BİR VAAT DEĞİL
Arka arkaya yayınlanan anketlere bakılırsa, başkanlık seçiminde Erdoğan’la rakipleri arasındaki fark çok yüksek olmamakla birlikte Erdoğan lehine. Belirttiğiniz olgulara rağmen seçmenin Erdoğan’ı tercihinde beklenenin altında bir değişiklik olmasının izahı ne?
Seçmen acaba Erdoğan’ı değiştirmeyecek mi? Ondan çok emin değiliz. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada anket mekanizmasının işlerliği sarsılmış durumda. Hele OHAL’deki Türkiye’de herkesin istediği gibi konuşamadığını da hatırlarsak, anketlere çok fazla güvenmemek lazım. Ama Erdoğan hâlâ yüksek bir teveccüh görüyor ise eğer bu, karizması nispeten az yıpranmış anlamına geliyor. Bu da hep kendi şartlarında oynayabildiği için mümkün oluyor. Yani süreç demokratik şartlarda, eşit rekabete açık şekilde cereyan etmiyor. Mesela, televizyona çıkıp soru sorabilen üç gazeteciye konuşuyor veya muhalefetle yan yana gelerek tartışabiliyor olsa veya parti içinde hâlâ var olduğunu bildiğimiz farklı/eleştirel sesleri duyabilsek, durum aynı olur muydu? Bana göre, Erdoğan’ın anlattığı hikaye artık daha az karşılık bulacak bir hikaye. Çünkü, 16 yıl iktidarda kaldıktan sonra vaat ettikleriniz, aslında bir çeşit özeleştiri gibi, fakat ortada bir özeleştiriniz de yok. O halde sizi destekleyecekler sadece size inananlardır. İnananların sayısının yeterli olacağını düşünmüyorum.
Seçim sürecinin başından bu yana ve beyannamesinde de ‘OHAL sürecek’ diyen Erdoğan’ın, 24 Haziran’a 10 gün kala ‘Seçimden sonra ilk iş kaldıracağız’ demesini nasıl değerlendirirsiniz?
Tıpkı bedelli askerliği reddetmenin olduğu gibi OHAL’de ısrar etmenin de şu seçim sürecinde bir maliyet ürettiğinin farkına varılmasının sonucu olduğu düşünülebilir. Fakat şuna da dikkatinizi çekmek isterim: Başkan seçildikten sonra kullanacağı yetkiler zaten aşağı yukarı OHAL yetkileri. O zaman zaten sürekli OHAL altında yönetileceğiz. O nedenle bu, heyecanla karşılanacak bir vaat değil bence. Dolayısıyla böyle bir beyan seçilince zaten OHAL’e ihtiyacın kalmayacağının hatırlanmasının sonucu da olabilir.
DURUMU EN ZOR OLAN MHP
Cumhur İttifakı’nı değerlendirirken, ‘İttifakı haklılaştıran gerekçeler ortadan kalktı veya zayıfladı’ dediniz. Analiziniz, seçime sayılı günler kala ortaklar arasında yaşanan krizin gizlenemez/örtülemez hale gelmesini açıklıyor elbette ama bunda Meclis çoğunluğunu kaybediyor olmanın da payı var mı?
Etkisi olabilir ama oradaki temel sorun yapısal, yani bizzat ittifakın kendisi. Özellikle de MHP açısından. MHP’nin pozisyonu nedir? MHP bir seçim beyannamesi açıkladı ama iktidara, yani yürütmeye talip değil. Bu, açıklaması ve yönetilmesi zor bir durum. “Cumhur İttifakı barajı aşmak için” dense, belki biraz daha kolay olur açıklamak ama “beka” denmiş. Dolayısıyla durumu en zor olan MHP. Erdoğan, MHP’yi küstürmemek için çok ihtimam gösterdi. Çünkü belirttiğim gibi tüm bu OHAL, güvenlik, beka gibi meselelerde MHP ile ittifak çok kritikti. Ama seçim süreci başladığından bu yana kampanyasını ayrı bir parti olarak yürütüyor, ittifak ortağı olarak değil. Krizi bu da büyütmüş olabilir.
HDP YOĞUN KRİMİNALİZE EDİLMESİNE RAĞMEN STRATEJİK OY KULLANMA EĞİLİMİ YÜKSELİYOR
Selahattin Demirtaş’ı ve HDP’yi düşmanlaştıran söylem doz artırılarak sürdürülüyor. Erdoğan son olarak, Demirtaş’ın aday olmaması gerektiğini söyledi. Bu propaganda, batıdaki stratejik oy kullanımının önünü kesebilir mi?
Ben ters etki yaratacağını düşünüyorum. Demirtaş ve HDP, başından beri yoğun bir şekilde kriminalize edilmesine rağmen stratejik oy kullanma eğilimi yükseliyor. Normal şartlarda oy vereceğini düşünmediğimiz insanlar var HDP’ye oy vermeyi planlayan. Aday olamaması fikri, Erdoğan’ın yeni fikri olabilir. Önceki bir fikri olsaydı bir şekilde engelleme kapasitesi vardı bence. HDP beklediği gibi çökmüş, ezilmiş, kaybolmuş, teslim olmuş bir parti gibi görünmüyor. Aynı şekilde Demirtaş da cezaevinde olmasına rağmen başarılı bir liderlik yapıyor ve bu sadece 24 Haziran sürecinde yaptığı bir şey değil, yaratıcı işlerle kendisini var ediyor, gösteriyor, seçmeniyle veya toplumla ilişki kuruyor. Bununla başa çıkamamış olmak da Erdoğan’ın konuşmalarına yansıyor olabilir.
Erdoğan’ın, ‘HDP’yi markaja alma, böylece İstanbul’u başlamadan bitirme’ konulu bir konuşma yaptığı videoyu da soralım. Talimatların bu kadar açıktan verilmesini nasıl değerlendirdiniz?
Evet, “başlamadan bitiririz” falan... Bunlar eğer sürçülisan değilse, ciddi endişe doğuracak sözler. Mahalle temsilcilerine verilen talimatlar, bu bakımdan genel olarak sandık güvenliği endişesi taşıyanların, özel olarak da HDP’nin argümanını güçlendirmiş oldu. Türkiye hiçbir zaman tam anlamıyla demokrasi olmadı ama en önemli özelliği doğru düzgün seçim yapabilmesiydi. Biz onu zaten son seçim ve referandumda epeyce zedeledik. Son yasa değişikliği ile beraber seçim güvenliği için artık ekstra bir çaba sarfetmek gerekiyor. Bu da o yerli milli demokrasi anlayışının sonuçlarından biri olsa gerek.
TOPLUMUN BİR KESİMİ AKP İKTİDARDA OLMAZSA GÜVENDE OLMAYACAĞINDAN KORKUYOR. ERDOĞAN O KORKUYA SESLENİYOR
Erdoğan’ın “bunlar kazanırsa köprüleri satacak, Saray’ı yıkacak” söylemini de içeren, “komünistler köprüyü satacaktı, Özal sattırmadı” veya “tek parti döneminin 75 kişilik sınıflarında okudum” yine, 98’de açılan Urfa havaalanı için “biz yaptık” şeklindeki beyanları da tartışma konusu. Erdoğan’ın doğru olmayan olay ve olguları doğruymuş gibi sunmasındaki maksat ne?
İki şey söyleyebilirim bu konuda. Birincisi; refahını, güvenliğini AKP’ye borçlu olan bir toplum kesimi elbette var. Bu toplum kesimi, AKP iktidarda olmazsa geleceğinin güvende olmayacağından korkuyor. AKP’nin en büyük mahareti dindar, muhafazakar, İslamcı kesimlerin varlığının, refahının garantisinin bir tek kendisi olduğu algısını yaratmasıydı. İslamcı kesim de, “hayır, garanti senin iktidarda olman değil, hukuktur, demokrasidir” gibi bir dil üretmedi. Dolayısıyla bu korkunun, özellikle 28 Şubat sürecini yaşamış toplum kesimleri üzerinde etkisi daha fazla. Bu nedenle, “Biz iktidarı kaybedersek sizin de durumunuz kötü olur” söylemi, iktidar bağımlılığı durumunu yeniden üretmesi açısından işlevsel. Erdoğan, bu korkuya sesleniyor olabilir.
Birinciye bağlı olarak ikinci husus da şu; aynı kesimlerdeki CHP veya İslamcı olmayan laik kesime yönelik önyargıdan yararlanarak, bütün Cumhuriyet dönemi ile kendi dönemini karşılaştırıyor. “Bunlar memlekete hiçbir şey yapmadılar, bir çivi bile çakmadılar” diyerek, bir avuç “dertsiz” mutlu azınlık önyargısını yeniden üretiyor. Memlekette yapılmış tüm iyi işlerin kendileri tarafından yapıldığı iddia ederek, özellikle CHP konusunda kendi önyargısını ifade etmiş oluyor. Bunu yaparken, seçmene “size bir fayda sağlanacaksa ben sağlarım, onlar sağlayamaz” demek istiyor. AKP elbette bütün cumhuriyet hükümetleri gibi bir takım hizmetler yaptı, yapmadı değil ama CHP’nin yaptığı fabrikaları satıp, “hiçbir şey yapmadılar, yapmazlar” demek biraz absürd kaçıyor! AKP tarafından efsunlanmış olmak gerekiyor bunu kabul etmek için.
ARTIK SEÇİMİ TEKRARLATMA GÜCÜ OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM
Erdoğan’ın başkan olması ama AKP’nin Mecliste çoğunluğu kaybetmesi halinde sistemin kilitleneceği, bunun da seçimleri yenilemeyi zorunlu kılacağı, iktidar cephesinde daha sık dillendiriliyor. Zaten Erdoğan da 7 Haziran’ı anımsatarak, buna izin verilmemesi gerektiğini söylüyor. 7 Haziran hatırlatmasındaki maksat ne? İkincisi, bu sonuç sistem krizini nereye taşır?
Bir kere getirilen başkanlık sistemi Meclisi epeyce zayıflatan bir sistem. Yine de Meclis önemli bir platform. Başkanı bloke edemez, engelleyemez ama önemli bir ses çıkarabilir ve bunun bir etkisi olur toplum nezdinde. Dolayısıyla, etkide bulunacak bir güç odağını kaybetmek istemiyor olabilir. Gerçekte bu bir kriz nedeni değil, seçmenin kabullenilmesi gereken tercihidir. Ancak gündeminiz bütün iktidar alanlarına hakim olmak olunca, bir kriz nedeni haline gelebilir.
Hala çıkacak uyum yasaları olması ve daha da önemlisi Meclis çoğunluğunu elde eden tarafın Cumhurbaşkanlığının ikinci turu için önemli bir momentum yakalayacak olması açısından önemli Meclis seçimleri.
Böyle söyleyerek seçmeni korkutmaya ve hatta ona bir çeşit şantaj yapmaya girişmiş oluyor, ancak AKP’nin artık seçim tekrarlatma gücü olduğunu düşünmüyorum.
AKP’DE KAMU HİZMETİ DİYE BİR ANLAYIŞ YOK
Malumunuz, Erdoğan, devleti şirket gibi yönetmekten bahsediyor, hastaları müşteri olarak niteliyor, grevleri yasaklamakla övünüyor vs. Bu ifadelere bakarak, 24 Haziran’ın Erdoğan ve partisinin sınıfsal tavrını açık etmesi üzerinden de ayırt edici bir yanı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Evet. Bence AKP’de kamu hizmeti diye bir anlayış yok zaten. Bir siyasi parti olarak bir hizmet yapıyor ve onun karşılığını almak üzere yapıyor. Müşteri ifadesi o açıdan kritik. Evet büyük hastaneler yapıldı ama mesele sadece binanın güzelliği, ihtişamı değil, nitelik. Bunun için de mesleğin doğasını anlamanız, ona saygı duymanız lazım. Doktorun, öğretmenin, hakimin yaptığı işin niteliksel farklılığını tanımadan uygulanacak her türlü iyileştirme politikası çeşitli arızalarla sonuçlanacaktır. Önceki dönemlerde sağlıkta yaptığı şeyler çok kritikti ve fark yarattı. Sosyal güvenlik kurumlarını birleştirdi, hastanelere erişim kolaylaştı ama geçen sürede sistemin metalaşmadan kaynaklanan bazı arızaları da görülmeye başlandı. Daha da görülecek. Bunlar medya kontrolü nedeniyle çok bilinmiyor olabilir ama bu sistemin çok büyük dezavantajları olacak, bunu insanlar bizzat tecrübe etmeye başlıyor.
KARŞISINDA CHP’Lİ BİR ADAY OLMASININ KENDİSİNE AVANTAJ SAĞLADIĞINI DÜŞÜNÜYOR
Başkanlık yarışı Erdoğan’la Muharrem İnce arasında geçiyormuş gibi bir hava bir süredir oluştu. Zaten Erdoğan da, Demirtaş ve İnce dışındaki rakiplerini ağzına almıyor. Muharrem İnce’nin beklenin üstünde ilgi görmesini ne sağladı sizce?
Aslında İnce de profesyonel bir siyasetçi. Erdoğan’la aşık atma kapasitesine sahip gibi görünüyor. Hep doğru hamleler yaptı, doğru yanıtlar verdi, karşılıksız bırakmadı Erdoğan’ı. Suriyeli göçmenler hariç, tepki doğuran ifadelerde bulunmadı. O da sol duyarlılığı olan insanlarda rahatsızlık yarattı. Bence bunlar kritik. Muhalefetin böyle bir enerjiye ihtiyacı var, sadece iktidar olmak için değil, sesini duyurabilecek, etkide bulanabilecek, ciddiye alınabilecek bir aktöre ihtiyacı olduğu için. İnce, o açığı kapatıyor gibi. İnce için şöyle bir şey daha söyleyebiliriz, Erdoğan gibi popülist bir lider imajı var onda, biraz da belki o nedenle de puan topluyor, fakat bu uzun vadede bir dezavantaj veya olumsuzluk haline gelebilir.
Erdoğan’ın Akşener’i muhatap almamasının iki nedeni var bence. Birincisi Akşener’in bir kadın olması ve Erdoğan’ın bir kadın rakiple yarışma, atışma kabiliyetine sahip olmaması. İnce veya Demirtaş için kullandığı dili Akşener için de kullandığını düşündüğümüzde süreç onun aleyhine dönebilir. İkincisi bir taktik olabilir. Erdoğan, karşısında CHP’li bir adayın olmasının kendisine daha fazla avantaj sunacağını düşünüyor bence. O nedenle de İnce’yi ön plana çıkarıyor.
Ya Karamollaoğlu?
Karamollaoğlu bence Millet İttifakı’na katılarak kritik ve çok önemli bir iş yaptı, çünkü siyasal süreçleri daha kolay yozlaştıracak, kutuplaştıracak, demokratik terbiyeyi daha hızlı tüketecek ve törpüleyecek bir bloğun oluşmasını engelledi bence.