Hayvana şiddete daha ne kadar müsamaha gösterilecek?
Hayvan Hakları İzleme Komitesi Koordinatörü Burak Özgüner, AKP iktidarının hayvanlara yönelik işkenceye ilişkin tutumunu Evrensel Pazar'a yazdı.
Fotoğraf: DHA
Burak ÖZGÜNER*
Geçen hafta, bir yavru köpek sosyal medyanın gündemine oturdu. Dört ayağı ve kuyruğu kesilerek işkence gören siyah yavru köpeğin fotoğrafı birçok kişinin hafızalarındadır. Yavru köpeğin gördüğü işkenceden sonra, toplum ya da sosyal medya kullanıcıları gibi siyasetçiler de #HayvanaŞiddetSuçtur etiketi altında birleşti, bu yönde görüş açıkladı. Hayvana şiddet gerçekten suç ise, hükümet neden adım atmadı, harekete geçmemek için direndi?
Türkiye, hayvanları korumak için bir kanuna sahip: Hayvanları Koruma Kanunu. Bu kanun, 2004 senesinde, AK Parti’nin ilk iktidar döneminde kabul edildi ve yürürlüğe girdi. 14 senelik kanunun varlığı, ne toplu zehirlemeleri, katliamları ne de hayvanat bahçesi, deney laboratuvarı gibi hapishane ve işkencehanelerde hak ihlallerini engelledi. Yürürlükteki kanunun, hayvanlar lehine düzenlenerek değiştirilmesi için yıllardır mücadele veriyoruz ancak hükümet, hayvanların hakları için sunduğumuz taleplere kulak tıkamayı, hayvanların haklarını yok saymaya karar verdi ve harekete geçmedi. Mecliste ve bakanlıklarda yaptığımız toplantılarda, bu taleplerimizi net bir şekilde hükümete, bürokratlara iletmiştik. Yedi senedir verdiğimiz mücadele, bu yasama döneminde de sonuçsuz kaldı. Bu yasama döneminden geriye ise Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Adalet Bakanlığının ayrı ayrı hazırlamış oldukları iki kanun tasarısı kaldı. İki tasarı da taleplerimizin yakından uzağından geçmiyor, hayvanların haklarını güvence altına almaktan çok uzakta ve hatta hayvanların haklarını yok sayıyor diyebiliriz.
Gördüğü işkencenin ardından kolsuz, bacaksız, kuyruksuz kalan siyah yavru köpeğin hayatını kaybetmesinin ardından Cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri, hayvanlara yönelik işkenceye müsamaha gösterilemeyeceğini, seçimden sonraki ilk icraatlarının, hayvanlara karşı suç işleyenlerin hapis cezası ile yargılanmasının önündeki yasal engellerin kaldırılması olacağını ifade ettiler. Yaptıkları, yapacaklarının teminatı olanlar, yani hükûmetin hazırladığı iki tasarının, hayvan haklarını korumak bir yana, nasıl cezasızlık ortamını devam ettireceğini sizlere anlatmak istiyorum.
2014’ten beri hâlâ gündemde olan ancak bir önceki genel seçimlerle birlikte son bulan 24. yasama döneminde kadük, yani geçersiz kalan tasarı, sokak hayvanlarını kentin uzağında, insanlardan izole edilmiş bir şekilde, ormanlık alanlarda tecrit etmeyi öngörüyordu. Biz hayvan hakları savunucularının da en başta karşı çıktığı nokta buydu. Neyse ki tasarı geçersiz kaldı, seçimlerin gelmesi ile son bulan 26. yasama döneminde de TBMM Genel Kurulu’na inemedi. Hükümetin “hayvan hakları devrimi” dediği, sokak hayvanlarının kent sokaklarından arındırılarak kentin dış çeperlerinde açlığa, ölüme, hastalığa mahkum edilmesi idi.
Bu dönem konuyla ilgili gündeme gelen başka bir yasama çalışması ise Adalet Bakanlığının hazırlamış olduğu kanun tasarısı taslağı oldu... “Hayvana şiddete hapis cezası geliyor” şeklinde basında yer bulan tasarı, işkenceye, tecavüze yine idari para cezası öngörüyordu. Tasarı, hayvanlara karşı suç işleyen faillerin soruşturulması için, Orman ve Su İşleri Bakanlığının yazılı başvuru yapması gerektiğini söylüyordu. Yani biz hayvan hakları örgütlerinin, vatandaşın şikayetleri dikkate alınmayacaktı. 14 senedir gerek yandaşı koruma-kollama gerekse kadrosuzluk nedeniyle mevzuatla kendisine verilen görev ve sorumlulukları yerine getirmeyen bakanlıktan, yüz ölçümü olarak Türkiye gibi koca bir ülkede yaşanan tüm hayvan hakları ihlalleri için yazılı başvuruda bulunması isteniyordu. Böyle bir şart koşmanın pratikte hiçbir gerçekliği var mı sizce? Tasarı, hayvanlara karşı gerçekleştirilen fiilleri de kendine göre kategorize etmişti. Bakanlık, fiiller “suç teşkil etmesi” halinde, savcılıklara yazılı başvuruda bulunacaktı. Ancak tasarıda neyin suç teşkil edip etmediği ya da neyin suç olup olmadığı tanımlanmamıştı. Fiillerin suç olup olmadığına karar verme konusunda, 14 senedir görevini yapmayan, neredeyse tamamı birer ölüm kampı olan belediye barınakları aleyhinde tek bir tutanak düzenlememiş olan Orman ve Su İşleri Bakanlığı yetkili kılınmıştı. Benim şahsi görüşüm, Sakarya’daki yavru köpek gibi toplumda infial oluşturacak olan vakalar suç olarak tanımlanacak, sadece hayvan hakları savunucularının duyduğu, basında yer bulmayan vakalar ise idari para cezaları ile geçiştirilecekti. Bu girişim ile de adalete ve hukuka olan inanç tazelenecekti ancak bu bile hayata geçirilemedi.
Bir seçim daha kapıdayken, hükümet tekrar “hapis cezası geliyor” bültenlerini servis etmeye başladı. Ne de olsa popülist bir siyaset yürütülüyor Türkiye’de. Yavru bir köpek işkence görmüş, hemen bunun ardından hükûmet, işkenceye karşı bir pozisyonda tavrını belli etmişti, sözde... Hükümetin tutumuna kronolojik olarak hep birlikte bakalım:
- 2011’de dönemin başbakanı Erdoğan, Dolmabahçe’de sanatçı ve hayvan hakları örgütleri ile bir araya gelerek talepleri dinledi.
- 2012 senesinde, Orman ve Su İşleri Bakanlığınca hazırlanan ve içinde “doğal yaşam parkı” ibaresi geçen tasarı, ülke genelinde düzenlenen ve sadece Taksim’de 30 bine yakın insanın katıldığı protestonun ardından geri çekildi. “Doğal yaşam parkı”, tüm sokak hayvanlarının toplatılarak belli alanlarda ömürlerinin sonuna kadar tecrit edileceği yerlerdi...
- 2014 senesinde, Orman ve Su İşleri Bakanlığınca revize edilen aynı tasarı, TBMM Başkanlığına sunularak TBMM Çevre Komisyonuna havale edildi. Tasarıdan haberi olan sivil toplum kuruluşları, komisyonca davet edilip edilmediklerine bakmaksızın, Meclise akın etti ve “ölüm yasası” olarak adlandırdıkları tasarıya muhalefet etti.
- Her komisyon toplantısına zorla da olsa giren hayvan hakları örgütleri, tasarının hayvanlara ölüm getireceği yönünde görüş ve önerilerini iletti ve komisyon, alt komisyon kurulmasına karar verdi. Mecliste grubu bulunan her partinin üye gönderdiği bu alt komisyon, bazı hayvan barınaklarını gezerek incelemelerde bulundu, STK’leri dinlemeye devam etti. Hazırlanan alt komisyon raporu ise komisyonda “itibar” görmedi; alt komisyon raporu sanki hiç yokmuş gibi davranıldı.
- Sivil toplumun muhalefeti sayesinde, tasarıdaki “doğal yaşam parkı” ibaresi kaldırıldı ancak yerine sokak hayvanlarını kentin dışına itecek olan bir madde eklendi: Hayvanlar, “okul, hastane, ibadethane, çocuk oyun alanı gibi toplumun yoğun olarak kullandığı yerler HARİÇ alındıkları ortama bırakılır.” Okulsuz, ibadethanesiz, hastanesiz bir kent düşünebiliyor musunuz? Sokak hayvanları için yine ıssız ormanlar, taş ocakları, dağlar, tepeler, yer olarak gösterildi...
- 24. yasama dönemi seçimlerle sonlandıktan sonra, bombalama, savaş ve çatışma ile son bulan, o kısa 25. yasama döneminin ardından başlayan 26. yasama döneminde tekrar Hayvanları Koruma Kanunu’nun değiştirileceği, dönemin Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ tarafından duyuruldu. Bunun, Ak Parti’nin sosyal sorumluluk projesi olduğu ifade edildi.
- 24. yasama döneminde TBMM Çevre Komisyonu’nda hayvanların aleyhinde, hayvan tüccarlarının ise lehinde kabul edilen kanun tasarısı, tekrar gündeme geldi. İçinde, yine, hayvanlar lehine tek bir düzenleme yoktu.
- 2016 ve 2017’de tasarı, Orman ve Su İşleri Bakanlığında, bürokrasi düzeyinde gündeme gelse de STK’lerin etkin muhalefeti nedeniyle sadece Başbakanlığa sunulabildi.
- İşin içinden çıkamayan Orman ve Su İşleri Bakanlığının haricinde, 2017 yılında Adalet Bakanlığı da hayvana tecavüze 2 bin işkenceye ise 3 bin TL idari para cezası öngören tasarıyı hazırladı ancak bu tasarı da neyse ki sadece Bakanlar Kuruluna sunulabildi.
Bilenler bilir, özellikle son beş senede, parlamento, toplumun taleplerini, toplumsal ihtiyaçları, problemleri çözmek yerine, alakasız konuları müzakare ediyor. Cinnet toplumuna dönüştürülen Türkiye’de insanlar, “yan baktın” diye birbirini öldürürken, kadın ve nefret cinayetleri tavan yaparken, rant projeleri ile tam bir ekolojik yıkım yaşanırken ve hayvanlara yönelik şiddet ile birlikte toplumsal şiddet, linç kültürü ve kutuplaşma günbegün artarken Meclis, Yunus Emre Vakfının mütevelli heyetinde değişikliği öngören yasa tasarısını tartışarak kanunlaştırıyor. Ne de olsa ülkemizde Yunus Emre Vakfının mütevelli heyetinden daha önemli mevzular yok. Demek ki, can taşıyan, stresi, korkuyu hissedebilen, bizlerden duygusal olarak bir farkı olmayan hayvanların her gün işkenceye, tecavüze, soykırıma tâbi tutulması hükümeti ilgilendirmiyor, hükümet yetkilileri bundan bir rahatsızlık duymuyor. Onlar rahatsızlık duymasa da bu toplumda milyonlarca insan, bu mezalimden, soykırımdan, cinnet halinden rahatsızlık duyuyor ve er ya da geç, toplumun bu talepleri, yani hayvanlara da bizlere de şiddetsiz bir Türkiye ihtiyacı kabul görecek.
Hayvanların lehine tek bir düzenleme içermeyen her iki tasarı da sivil toplumun etkin muhalefeti ile yasalaştırılmamış oldu. Tüm bu süreçleri düşündüğümüzde, hükümetin hayvana şiddete müsamaha göstermeyeceği, hayvanlara karşı suç işleyen faillerin hapse atılacağı yönündeki beyanları size ne derece gerçekçi ve samimi geliyor? Bana gerçekçi gelmiyor, bu konudaki niyet okumasını siz, okuyuculara bırakıyorum.
Hayvan haklarını yok sayan siyasilere oy yok! Boş vaatlere karnımız tok!
* Hayvan Hakları İzleme Komitesi Koordinatörü