AB, sığınmacılara karşı ırkçı ve liberal denge arayışında
Hümanizmin ve insan haklarının beşiği olarak görülen Avrupa Birliği, 'Sığınma temel bir insan hakkıdır' ilkesini giderek daha hızlı terk ediyor.
Fotoğraf: Pixabay
Yücel ÖZDEMİR
İki haftayı aşkın bir süredir Almanya’nın kapılarının sığınmacılara kapatılmasında ve geldikleri son Avrupa ülkesine geri gönderilmesinde ısrar eden Federal İçişleri Bakanı Horst Seehofer ile “başı dertte” olan Başbakan Angela Merkel, perşembe günü başlayan AB Zirvesine katılmadan önce Berlin’deki Bundestag’da şu konuşmayı yaptı: “Göç konusu AB’nin kaderini belirleyen sorun olabilir.”
Seehofer’in, Avusturya ve İtalya’nın muhafazakar-faşist koalisyon hükümetleriyle dirsek temasına geçerek kurduğu “Gönüllüler Koalisyonu” ve AB’den ayrı bir yol izlenmesi yönünde yaptığı hamleler üzerinden daha yeni göreve başlayabilen 4. Merkel Hükümetinin dağılabileceği bile yüksek sesle tartışılmaya başlandı. Merkel’in Seehofer’i azletmesi durumunda koalisyonun dağılacağı ileri sürülüyor. Seehofer ve partisi Hıristiyan Sosyal Birlik’in (CSU) sığınmacılar üzerinden Merkel ile tansiyonu artırmasının başlıca nedeni; elbette ekim ayında yapılacak eyalet seçimleri. Uzun yıllardır bu eyalette tek başına iktidarda olan CSU’nun hedefi, sığınmacı düşmanlığı üzerinden güç toplayan Almanya için Alternatif (AfD) partisine oy kaptırmamak.
2015’te “Başarabiliriz (Wie schaffen das)” diyerek Almanya’nın kapılarını Balkanlar üzerinden gelen sığınmacılara açan Merkel, bir taraftan “Avrupa’nın ortasında büyük bir insanlık trajedisinin önüne geçmeyi” hedeflediğini söylerken, diğer taraftan Almanya iş piyasasına yeni iş gücü katmayı hedefliyordu. Resmi rakamlara göre 2015’te toplam 750 bin yeni sığınmacı geldi ve bunların yüzde 41’i şu anda bir işte çalışıyor.
Ancak “Başarabiliriz” politikasının Almanya’daki faturası ırkçı-milliyetçi AfD’nin yüzde 12.6 gibi yüksek bir oranda federal parlamentoya girmesi oldu. AB çapındaki faturası ise pek çok ülkede aşırı sağcı-milliyetçi partilerin güç toplamasına, koalisyon ortağı olmasına ve bunların AB’nin geleceğini de tehdit eden bir düzeye ulaşması oldu.
AVRUPA ÇAPINDA ÇÖZÜM!
Merkel’in kardeş partisi CSU’yu sorunun AB çapında çözülmesi gerektiği yönünde baskılaması, tam da sözünü ettiği “Avrupa’nın kaderiyle” ilgili. Merkel her ülkenin kendi başına sığınmacılar politikası belirlemesi ve buna göre davranmasının AB’deki çatlakları büyüteceğini ve bundan birliğin yara alacağının farkında. Bu nedenle sürekli “Avrupa çapında geçerli olabilecek bir çözüm”e vurgu yapıyor.
Peki bu çözüm nasıl olacak? Bundan sonra asıl belirleyici olan bu sorunun yanıtı. Daha önceki AB zirvelerinde sorunun “dayanışmayla çözülmesi” için gelen sığınmacıların kota esasına göre ülkelere paylaştırılması kararlaştırılmıştı. Ancak başta Polonya, Macaristan ve Slovenya olmak üzere Doğu Avrupa ülkeleri bu kararı tanımadılar. “Tanıyoruz” diyenler ise gereklerini yerine getirmedi. Bunlar arasında Almanya da var. Bu demektir ki, AB sınırlarından içeriye giren sığınmacıların üye ülkeler arasında paylaştırılması pek mümkün görünmüyor ve Merkel de bunun geçerli bir model olmadığının farkında.
Bu durumda geriye bir tek; sığınmacıların Avrupa sınırlarına yanaştırılmaması kalıyor. Yani Avrupa’yı bir kale gibi muhafız ordularıyla savunmak! Merkel, zirve öncesinde mecliste yaptığı konuşmada, Türkiye ile yapılan anlaşma nedeniyle Ege Denizi üzerinden Avrupa’ya ulaşanların sayısında yüzde 97 azalma olduğunu söylüyordu. Zaten, seçimler nedeniyle Erdoğan’ı tebrik etmek için yayımladığı mesajında da sığınmacı anlaşmasından ötürü övgüler sıralıyor ve bunun devam etmesine vurgu yapıyordu. Başka bir deyişle, Merkel bunca tartışmaya rağmen Erdoğan’ın sığınmacıların Avrupa’ya geçişini engellemek için üstlendiği misyondan memnun. Nitekim AB Zirvesinde Türkiye’ye ödenmesi kararlaştırılan 3 milyar avro da bunun bir ifadesi.
Yine Merkel’in verdiği bilgiye göre Frontex’in Akdeniz üzerinde aldığı önlemler nedeniyle Libya üzerinden gelenlerde de yüzde 77 azalma olmuş. Özetle Angela Merkel, sığınmacıları Avrupa sınırlarına yanaştırmama üzerine kurulu politikanın başarılı olduğunu ve gelecekte de AB’nin bu temelde hareket etmesini öneriyor. Ama Avusturya ve İtalya başta olmak üzere sağcı hükümetlerin olduğu ülkeler bununla da yetinmiyor. Onların istediği; gelen ve gelecek sığınmacılara karşı savaş ilan edilerek içeride milliyetçiliğin-ırkçılığın yükseltilmesi ve siyasi güçlerini artırmak. Dolayısıyla onlar, Avrupa’nın liberal demokrasiyle hesaplaşıp, her açıdan gericiliğin hakim olmasını arzuluyorlar.
Ancak, kıta genelinde bugün sığınmacı, göçmen ve İslam düşmanlığı üzerinden güç toplayan söz konusu milliyetçi hareketlerin aynı zamanda AB için de büyük bir tehlike potansiyeli taşıdığı da sır değil. Burjuva liberal demokrasisini açıktan tehdit eden bu akımların, aynı zamanda AB’ye karşı da daha gerici temelde “ulus-devletçiliği” savundukları da biliniyor.
Almanya-Fransa ekseni ise, dünya üzerindeki paylaşım mücadelesinde AB’yi bir arada tutarak ilerlemeyi adeta birincil hedef olarak önüne koydu. AB’deki yeni bölünme ve geri çekilmelerin bu planı zayıflatması ise onlar için ciddi bir kaygı nedeni. Merkel’in “sığınmacılar sorununa AB çerçevesinde bir çözüm”de ısrar etmesinin arkasında da bu kaygılar yatıyor. Buna rağmen Avusturya, Danimarka, İtalya gibi ülkeler kendi başlarına hareket edeceklerini ve AB içinde sınır kontrolleri, dışına da sığınmacı kampları kurmak istediklerini açıkladılar.
AB KALESİ KORUNABİLECEK Mİ?
Öyle görünüyor ki, bundan sonra izlenecek politika AB sınırlarına sığınmacıların yanaştırılmaması üzerine kurulacak. Korku ve endişe içinde olan kesimlere, daha fazla sığınmacının Avrupa’ya ulaşmayacağının güvencesi verilecek.
Son iki haftadır sığınmacıları taşıyan yardım kuruluşu gemilerinin hemen limanlara yanaştırılmaması da bunun ifadesi. 629 sığınmacıyı taşıyan “Aquarius” gemisi günlerce açık denizde bekletilmiş, ardından İspanya kabul etmişti. Geçen hafta da 230 sığınmacıyı taşıyan “Lifeline” gemisinin İtalya limanlarına yanaşmasına izin verilmemişti. Bu uygulamalarla bir bakıma “Sığınmacıları kurtarmayın, bırakınız ölsünler” mesajı verildi.
Bir zamanlar medeniyetin, hümanizmin ve insan haklarının beşiği olarak görülen Avrupa Birliği, “Sığınma temel bir insan hakkıdır” ilkesini giderek daha hızlı terk ediyor. Sınırlarına yaptığı askeri yığınakla gelen mültecileri zorla geri göndermenin savaşı da bunun için. Üstelik muhafazakar-ırkçı hükümetin işbaşında olduğu Avusturya da bugün (1 Temmuz) itibariyle AB’nin dönem başkanlığını devraldı!
Savaştan, baskıdan, yoksulluktan kaçan sığınmacılar ise yaşam umudunu sürdürmek, güvenli bir limana varmak için çok tehlikeli yollardan Avrupa’da ulaşmaya devam edecekler. Bedeli çok ağır olsa da...