Rejim katılaşırken buharlaşan
'Halkın talepleriyle açıkça karşılaşma zorunluluğunun, rejimin zayıf yanı olacağını tahmin etmek zor değil. Katı olanın buharlaşacağı yerdir burası.'
Fotoğraf: Ex13/Wikimedia Commons (CC BY-SA 4.0)
Nuray Sancar
Referandumda “tek adam rejimine hayır” diyen, yüzde ellinin sınırındaki seçmene, sonradan aymış olanları da dahil etmeyi hedefleyerek seçim çalışması yürüten Millet İttifakı partilerinin görünürdeki uzlaşma noktası parlamenter sistemin devam etmesiydi. Ne var ki iktidarın çok önceden açmış olduğu rejim tartışmasına, dersini iyi çalışmamış ittifak partilerinin bir dahli olamadı.
Muharrem İnce meydanlarda cumhurbaşkanı seçilirse kullanmayacağı yetkileri açıklamakla yetinirken aslında çoktan beri alışkın olduğumuz keyfiyeti yeniden üretmekten başka bir şey yapmadı. Karamollaoğlu Meclisle desteklenmiş başkanlık sistemine bir itirazlarının olmadığını söylüyordu. Meral Akşener parlamenter sisteme dönüş için bir protokol yapılmasını istiyordu ama aşırı yetkilendirilmiş cumhurbaşkanlığına adaylığı sırasında parlamenter sistem onun için de bir değinmeden ibaretti. Özetle sanki hiçbir şey değişmiyormuş, ortada bir rejim sorunu yokmuş gibi suyun kıyısında gezinen Millet İttifakının liderleri için yaşadığımız seçim, herhangi bir seçim muamelesi gördü. Böylece rejim tartışması gibi kılçıklı konuya hiç değinmeden, siyasetin nasıl bir değişime maruz kalacağından hiç söz etmeyerek kendilerine oy veren seçmenleri yanılttılar. Buna hala devam ediyorlar.
Seçimden hemen sonra çıkan KHK, Binali Yıldırım’ın sözüne bakılacak olursa OHAL’de çıkarılan son kararnamelerden. Aşırı yetkilendirilmiş cumhurbaşkanlığı icraatını OHAL süresince fiili hale getiren, adı sonradan konulmuş Cumhur İttifakı elementleri zaten sonsuz bir OHAL uygulamaya olanak veren dönüşümü önceden gerçekleştirmişlerdi. Dolayısıyla OHAL’in uzatmalı varlığı, süreklileştirilmesi sayesinde gereksizleşecekti zaten.
Yeni rejimde, yasa çıkarma, gensoru verme yetkisi, hükümetin uygulamalarına karşı tartışma olanağı elinden alınmış olan parlamento, aslında yok sayılır. Bunların ortadan kaldırılması iktidar partisi ya da partilerinin ve müstakbel hükümetin Meclisin diğer unsurları tarafından müzakere yoluyla ortalamaya çekilmesi imkanını toptan ortadan kaldırıyor. Parlamentodan emdiği siyaseti kendi bünyesine aktaran Cumhurbaşkanlığı kurumu, karar alırken siyasetin gelgitlerinden, Meclis aritmetiğinin cilvelerinden azade, ortalamanın zorlayıcılığına kapalı bir Hükümet kurma “hakkına” da sahip. Hafta başı açıklanacak, önceden ilan edildiği gibi, ağırlığını paramento dışından atanmış isimlerin oluşturacağı bakanlar kurulunun, her birinin devlet şirketinin belirli bölümlerinin icrasından sorumlu olacağı bir tabloyla karşı karşıyayız. Bu aşırı teknokratlaşmış hükümetin bakanları yani bir bakıma CEO’larının birlikte çalışacağı bürokratların, bakanla gelip bakanla gideceği göz önüne alınırsa, CB’nin bünyesinde merkezileşmiş, katı bir hükümet etme/hükmetme rejiminin, kendi bekasını bürokrasi ve devlet kurumlarındaki istihdamın esnekleştirilmesine bağladığı söylenebilir. Erdoğan’ın seçim öncesinde kamuoyuna sunduğu yönetim şeması aslında bir şirket resmidir. Sokaktaki hak ve talep mücadelelerinin, grevlerin, boykotların yaptırım gücüne kapalı ve katı, meclis içindeki ve dışındaki müzakereye bağışık, kendi dışındaki siyasi tekliflere ve denetime olanak tanımayan böyle bir yönetim mantığı devlet yönetimini şirket yönetimiyle özdeşleştirir.
Umulandan fazla oy aldıkları için sevinen MHP kurmaylarının bile kendilerini, erkenden kilit parti olarak ilan ederken pek anlamadıkları bir mevzudur bu. Böyle bir rejim bu partiye de hala “fikri iktidarda olmak”la yetinme rolü oynamaktan fazlasını sunmaz. Çünkü iktidar partisi yöneticileri, Cumhur İttifakı için “seçim sonrasında da sürecektir” demelerine rağmen bu söz aslında boş gösteren sayılır. Meclis’te oya sunulacak her konu için ayrı bir ittifak kurmaya meyyal olan yasa yapıcı için MHP’nin çekiştirmelerinin, kilit parti oluşunun da sınırları var. Meral Akşener’in partisi bunu hemen anladığı için Millet İttifakını bitirerek, sınır ötesi operasyonlar ve terörizmle mücadele gibi konularda esnek ittifaka müsait olduklarını boşuna açıklamadı.
Sadece parlamentodan değil kendi partisinden bile özerkleşen ve böylece her şeyin esası haline gelen Cumhurbaşkanı’nın hala başkanlığını yürüttüğü partinin vekilleri ise, öyle görünüyor ki, merkezi politikaları belirlemekten çok, asıl olarak merkezden yerele doğru kurulan ağın sürekliliğini sağlamakla mükellef. Siyaset değil gönül adamı filan olacaklar, etrafı toparlayacaklar! İktidar siyasetini sahada tercüme ederek popülerleştirici propaganda görevlileri olma misyonu vekillere verildi. Partililerin elitleşerek (sınıfsal ayrışmayı göze sokan) tabandan ayrışma eğilimini tersine çevirmekle meşgul olacaklar.
***
Tek adam rejiminde sadece siyaset merkezileşmez aynı zamanda bölüşüm sistemi de bir kişinin kontrolü altına girer. Uluslararası sermaye kurumlarıyla ortak işlerinde, sermaye ve mal transferinde hukuk ve hakkaniyet gözetmeyen AKP devletinin piyasaya siyasi müdahalesinden rahatsız, ihale ve rant dağıtımı sürecinde kardan zarar eden büyük sermaye grupları ile AKP döneminde serpilen yandaş sermaye grupları arasındaki; bir kesimin Millet İttifakı diğerinin Cumhur İttifakını desteklemek biçiminde ortaya çıkan eğilim farklılıkları ve aralarındaki çelişki, seçim sonucuyla birlikte yatışacak nitelikte görünmüyor. Ama bir TÜSİAD toplantısında sermayedarlara aralarından birinin bakan bile olabileceğini söylediğine tanık olduğumuz Erdoğan, yeni sistemden alabilecekleri payı da bu grubun önüne koymuş oldu. Açık bir sınıf iktidarı olarak kurgulanan rejimin etrafında kenetlenmeleri için burjuvaziye OHAL’de verilen grevleri engelleme teminatı, zaten toplumsal sınıfların sözleşme ve müzakere taleplerinin bastırılacağının işaretiydi. Kararlar ve yasalar toplumsal taleplerin çekiştirmesiyle doğan bir ortalamanın baskısı ötelenerek alınacak.
Tek adam piyasa hareketlerinin trafiğini denetleme, devlet olanaklarının taksimi, şirket sübvansiyonları ve borç yapılandırmalarını düzenleme işini, yap-işlet-devret ihalelerinin kimlere verileceğinin belirleyiciliğini de kendisinde merkezileştirmiş durumda. Bunun burjuvazinin çeşitli kanatlarını bu merkezi iktidara nasıl kenetleyeceğini veya ne gibi ayrışmalara yol açacağını zaman gösterecek.
Ama bu yeni bölüşüm rejiminde, kendilerine, hilelerin yapılabildiği seçimden seçime oy kullanmak dışında hesap sorma seçeneği bırakılmamış emekçilere en az payın düşeceği gayet açık. Enflasyonun resmi açıklamaya göre yüzde 15 düzeyinde seyrettiği, ardı ardına zam ve vergilerin gündeme geldiği, ekonomik dengesizliğin yıkıcı etkisinin şimdiden hissedildiği göz önünde bulundurulursa finans krizinin bütün yükünü onlar taşıyacaklar. Milyonlarca dolarlık iç ve dış borç emekçilere ödetilmeye çalışılacak.
Her fırsatta taşeronluğun ve esnek çalışmanın kaldırılmasını isteyen işçiler eskisinden daha katı bir rejimle karşı karşıya. Pazarlık ve müzakere imkanlarından şimdi daha ağır bir biçimde yoksun bırakılan ezilenler için her talep, ister istemez bu yeni bölüşüm rejimini siyaseten sorgulamanın da önünü açıyor. Emekçilerin oy verdikleri muhalefet partilerinin iktidarla kolay uzlaşan inisiyatifinde ötelenen halk siyasetinin kendi başının çaresine bakacağı, oradan özerkleşebileceği bir dönem bu aynı zamanda. Bütün sorumluluğun aynı bünyede toplandığı, ara kademeleri devreden çıkarmış bir rejim, toplumsal çelişkileri barışçıl biçimde çözebilecek mercileri, küçük ödünler mekanizmasını da dağıtmış demektir. Bu yüzden halkın talepleriyle açıkça karşılaşma zorunluluğunun böyle bir rejimin zayıf yanı olacağını tahmin etmek zor değil. Hangi partiye oy verdiğinden bağımsız olarak bütün emekçiler için açık bir yüzleşme alanı, katı olanın buharlaşacağı yerdir burası.