08 Temmuz 2018 23:09
Son Güncellenme Tarihi: 09 Temmuz 2018 14:15

Dr. Algül: Gerçeğin imal edilmesinde ölçek ve cüret artık daha büyük

Siyaset Bilimci Süreyya Algül: Bugün Tayyip Erdoğan’ın başında olduğu iktidarın ülkeyi olağan hukuk düzeniyle yönetmesinin koşulları artık yok.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Serpil İLGÜN

“15 Temmuz; Birinci Dünya Savaşı ile başlayan ve bugüne kadar gizlenen esaretin sona ermesidir, yüz yıl sonra yeniden var olmadır... özgürleşmedir, millileşmedir, yerlileşmedir, İslamlaşmadır. 15 Temmuz ‘acımasız direniş geleneği’nin bütün iklimlere yayıldığı tarihtir.”
Alıntı, Yenişafak Yazarı İbrahim Karagül’ün, “15 Temmuz: O gece yüzyılın rövanşını aldık. O gece biz aslında tarihi değiştirdik!” başlıklı 11 Temmuz 2017 tarihli köşe yazısından.

Yürütmenin tek adamda toplandığı “Türk tipi” başkanlık, Karagül’ün hemen her yazısında vurguladığı üzere darbe girişiminden sonra daha da yoğunluk kazanan “acımasız direniş” ikliminin büyük katkısıyla, bugünkü yemin töreniyle birlikte resmen yürürlüğe girmiş olacak. 

Pazartesi röportajında bu hafta, birkaç gün sonra ikinci yılını dolduracak olan 15 Temmuz darbe girişimini, devletin yeniden yapılandırılmasındaki rolü üzerinden ele aldık. TBMM’nin dahi bombalandığı darbe girişimine nasıl gelindi? OHAL ve KHK’ler tek adam yönetiminin hayata geçmesinde nasıl bir rol oynadı? Darbecilerle mücadele, savaşa karşı çıkan, iktidarı eleştiren yurttaşlara, akademisyenlere, hakları için greve giden işçiye nasıl yöneldi? OHAL’in kaldırılması bir değişiklik yaratacak mı? 

Şubat 2017’deki KHK ile Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’ndeki görevine son verilen barış bildirisi imzacılarından Dr. Süreyya Algül yanıtladı. 

Seçim sonuçlarını da değerlendiren Algül’ün, yine üniversitelerden ihraç edilen akademisyenler İsmet Akça, Hülya Dinçer, Erhan Keleşoğlu ile Barış Alp Özden’le birlikte 20 Temmuz 2016-27 Aralık 2017 tarihleri arasındaki KHK’ları inceledikleri, “Olağanlaşan OHAL/KHK’ların yasal mevzuat üzerindeki etkileri” başlıklı rapor, söyleşimize de kaynaklık etti. 

Hafıza tazelemek için önce, 15 Temmuz’a gelinen günlerdeki Türkiye siyasal tablosunu özetler misiniz? 2013’te Kürt sorununun çözümü iddiasıyla yaratılan demokrasi havasından darbe kalkışmasına nasıl gelindi?
Hafıza tazelemesi deyince, tam da hafızadan, ama bizlerin değil devletin hafızasından, söz eden bir konuşmayı hatırlatarak sorunuza cevap vermeye çalışayım. AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu’nun Nisan 2013’teki konuşmasından söz ediyorum. Babuşcu, AKP’nin hegemonik bir iktidar bloğu görüntüsü verdiği o günlerin özgüveniyle özetle demişti ki, “10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Onlar da şu ya da bu şekilde her ne kadar bizi hazmedemeseler de; diyelim ki liberal kesimler, şu ya da bu şekilde bu süreçte bir şekilde paydaş oldular ancak gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak. Çünkü inşa edilecek Türkiye ve ihya edilecek gelecek onların kabulleneceği bir gelecek ve bir dönem olmayacak. AK Parti iktidarı 10 yılda çok şey yaptı ancak yaptıkları bu devletin kurumsal hafızasına yazılmazsa bertaraf edilmesi çok kolay olacaktır. AK Parti daha çok, daha uzun süre iktidarda olmak durumundadır.”

Babuşcu ne mesaj vermiş oluyordu?
Bana kalırsa bu sözler, o günden bugüne AKP ve onun liderinin ülkenin yönetiminde sahip olmak istedikleri pozisyonu gayet iyi haber veriyor. Elbette Babuşçu’nun olacak her şeyi önceden gördüğünü, örneğin MİT krizi bir yana o günkü nitelemeleriyle ‘Cemaat’ ile devlete hakim olma yolunda ortaya çıkan çatışmalarının 17-25 Aralık sürecinde bir çeşit devlet krizi biçiminde açığa çıkarak bu noktaya geleceğini ve darbe girişimini öngördüğünü söylemiyorum. Anlaşılacağı üzere, Babuşcu’nun konuşması daha o günlerde AKP’nin ve bugün gelinen noktada AKP’den de daha çok Recep Tayyip Erdoğan’ın, iktidarının bekası ve kafasındaki rejimin tesisi için otoriter ve toplumu kutuplaştırıcı bir siyasete yöneleceğini ve dolayısıyla da, aslında bu amacın gerçekleşmesinin temel enstrümanı olan devlete “kurumsal hafızasını” değiştirme gibi büyük bir hedefle hakim olma kavgasının da şiddetleneceğini zımnen de olsa haber vermiş oluyordu. Bu noktada uluslararası konjonktürü de hatırlamak lazım; o zamanlar Arap Baharı adıyla anılan gelişmeleri ABD’nin desteğini alarak ve İhvan ittifaklarıyla yönlendirebileceği ve böylece belki de en azından Sünni İslam dünyasının liderliğine oynayabileceği hülyaları içinde olan iktidar, içeriyi de  kolayca düzenleyebileceği düşüncesiyle olsa gerek, “muhafazakar-demokrat” gösterinin demokrat kısmına artık ihtiyaç duymadığını belli etmeye başlamıştı aslında. TEKEL direnişine verilen tepki ve üç yıl aradan sonra Taksim’de 1 Mayıs’ın kutlanmasının yeniden yasaklanması önemli işaretlerdi. Nitekim Babuşçu’nun konuşmasından kısa süre sonra Taksim’e topçu kışlası dayatması gündeme getirildi. 

Bu da, AKP’nin hiç beklemediği bir direnişi tetiklemiş oldu...
Evet, yalnızca iktidarın değil hiç kimsenin beklemediği Gezi Direnişi gerçekleşti! Gezi, AKP iktidarının hegemonik görüntüsüne öncelikle toplumsal ve giderek de siyasal bir başkaldırı ile önemli ölçüde zarar verdi. Ardından da yine malum, 17-25 Aralık ile birlikte açığa çıkan ve temelde devlete hakim olma çatışması olarak tezahür eden gelişmeler bir devlet krizi durumu yaratmış oldu.  Bunlara bir de dışarıdaki gelişmeleri, Temmuz 2013’te Sisi darbesiyle Mısır’da İhvan’ın iktidardan uzaklaştırılmasını ve Eylül 2015’te Rusya’nın Suriye’ye girişini eklediğinizde, özellikle Kürt siyasal hareketinin Haziran 2015 seçimi sürecinde “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganında simgeleşen muhalefetiyle AKP’nin Meclis çoğunluğunu yitirmesinden sonra, AKP ve Tayyip Erdoğan’ın bir yerel seçim ve de cumhurbaşkanlığını kazanmış olmasına rağmen nasıl bir yönetim, dahası var olma krizi içine düşmüş olduğu daha iyi anlaşılır. Bu kriz ile birlikte Erdoğan’ın, başından beri araçsal bir işlev yüklediği anlaşılan Kürt sorununun çözümüne ilişkin politikadan vazgeçmesiyle -ki bunun yalnızca kendi kararı olmadığını, Suriye’deki gelişmelerin de etkisiyle, eski müttefiklerini tasfiye etme yolunda birlikte hareket ettiği devlet içinde ve dışındaki ulusalcı / milliyetçi çevrelerle ittifakla bu karara varıldığını unutmamalıyız- ülke Haziran 2015 ve özellikle de Kasım 2015 seçimleri sonrasında koşar adım Kürt sorununda yeniden çatışmalı bir sürece ve ancak darbe dönemleriyle kıyaslanabilecek bir baskı iklimine sürüklenmiş oldu. Malum, darbe girişimiyse, ordu içinde Fettullahçı örgütlenmeye yönelik bir kovuşturmanın yapılacağı iddiaları yazılıp çizilirken gerçekleşti. 

Üzerinden iki yıl geçti ama darbenin neden önlenmediğinden, bir binbaşının MİT’e giderek darbeyi haber ettiği halde ordu üst komutanlarının düğüne, evlerine gitmelerine dek bir dizi soru yanıtını bulmuş değil. Bunun için kurulan araştırma komisyonundan da bir şey çıkmadı. Emniyet, istihbarat, ordu içindeki hakimiyete karşın, darbenin aydınlatılmamasının izahı ne? 
Bu sorunuzun cevabı sorunuzda geçen hakimiyet kelimesinde gizli. Araştırma ve soruşturma komisyonları da dahil olmak üzere Meclis, yürütme erkinden bağımsız değilse, emniyet, iktidar erki karşısında yasal çerçeveyle sağlanmış ve sınırlanmış bir özerk statü içinde çalışamıyorsa ve yargı da bağımsız ve tarafsız olması gerekirken bu niteliklerini büyük ölçüde yitirme noktasındaysa, bir de bugünkü medya gibi bir medya varsa, yalın gerçekle değil ya maniple edilmiş ya da tümden imal edilmiş sözde gerçekle karşı karşıya kalırız. Olan da bu! Ama bu dün de oluyordu. Örneğin Meclis Darbeyi Araştırma Komisyonu bahsi özelinde şunu söylemeden edemeyeceğim; geçmişte de bir konuda Meclis araştırma veya soruşturma komisyonu kuruluyorsa kimi istisnalar dışında genellikle o konunun aslında araştırılıp soruşturulmasının değil, kamuoyunun beklentisinin soğrulmasının ve konunun hasıraltı edilmesinin hedeflendiği hemen herkesçe az çok tahmin edilirdi. Bu eskisiyle yenisiyle bir Türkiye geleneği aslında. Ama tabii bütün bu alanlarda sorun da, maniple edilmiş veya imal edilmiş sözde gerçeğin sunulmasında ölçek ve cüret de şimdi çok çok daha büyük, işte bu yeni Türkiye gerçeği!

'OHAL’İN BİLE HUKUKSAL BİR ZEMİNİ OLUR, BUGÜN O ZEMİN DE YOK'

Cemaatle ortaklığın iktidara bir maliyeti olmadığı gibi, darbenin siyasi ayağı da ortaya çıkmadı. ‘Aldatıldık, Rabbim, milletim affetsin’ demek yeterli sayılırken; ‘darbecilerle mücadele’ 15 Temmuz’da emirle yollara dikilen erlere veya barış isteyen akademisyenlere neden yöneldi? 
Çünkü bağımsız, tarafsız ve şeffaf bir hukuk düzenine ve demokratik bir siyasal sisteme sahip değiliz ne yazık ki. Hiçbir zaman çok da sahip olmadık evet ama bugün eskisinden de kötü bir durumdayız. Örneğin olağanüstü hal ve sıkıyönetimin bile bir hukuksal zemini olur, bugün o zemin bile yok! Devletin yönetiminde yapılan hataların işlenen suçların siyasal ve hukuksal karşılığının olmadığı, bilakis iktidar ve güç sahibi olanlar dışında potansiyel tehlike olarak görülen hemen herkesin her an suçlu durumuna düşebileceği bir düzende yaşıyoruz. Üstelik toplumsal ve siyasal kutuplaşmanın, çatışmanın sürekli körüklendiği bir iklimdeyiz çok uzun süredir. Böyle bir düzende ve bu iklimde demokrasi istemenin, barışı savunmanın kriminalize edilmesi şaşırtıcı değil. Ama alışmayalım ve kanıksamayalım elbette!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, darbe girişimini ‘Allah’ın bir lütfu’ olarak addetmişti. Bir darbe girişimi nasıl, kimin için lütuf olabilir? 
Elbette kendisi için. Nasılı da darbe girişimi sonrasındaki süreçle ilgili tabii ki. “FETÖ” ile mücadele bahanesiyle devlet kadrolarından iktidara muhalif olarak görülen binlerce insan temizlendi. Benzer biçimde muhalif görülen bir çoğu da sol/sosyalist eğilimli dernekler, sendikalar, vakıflar, gazeteler, radyo ve televizyonlar vs hukuk yolu kapatılarak, idari kararlar yargı kararının yerine geçirilerek kapatıldı. Siyasal alanda HDP sürekli kriminalize edilerek, eş başkanları, milletvekilleri, üye ve yöneticileri gözaltına alınıp birçoğu tutuklanarak tecrit edilmeye çalışıldı. CHP başta olmak üzere diğer muhalif partilerin ‘Yenikapı Ruhu’na ve dolayısıyla HDP’ye uzak durmaları sağlandı, sağlanıyor. Aynı süreçte KHK’lar ve anayasa değişiklikleri yoluyla devletin mimarisi başkanlığa ve dahası tek kişinin yönetim tekeli kurmasına olanak tanıyacak biçimde değiştirildi. Malum aynı düzenlemelerle Meclisin yetkileri de tırpanlandı vs. Hatırlarsanız, Bülent Arınç, ‘özgül ağırlığı’nın olduğu, yargıdaki atamalarla etkinliklerinin arttığı dönemde gülerek “Kurban olduğum Allah’ım verdikçe veriyor” demişti. Arınç’ın o sözü dönemi gayet güzel özetleyen veciz bir söz olarak kayıtlara geçmiş oldu. Erdoğan’ın “Allah’ın bir lütfu” sözünün de, bu sürecin veciz sözü olarak tarihe not düştüğünü söyleyebiliriz.

'OHAL’LE YÖNETMEK DURUMUNDALAR AMA BU SÜRDÜRÜLEBİLİR DEĞİL'

Hazırladığınız raporda da vurgulandığı üzere OHAL KHK’lerinin değmediği alan yok belki ama tek adam yönetimine geçişi hızlandırması, ‘yol temizliği’ yapılması açısından, en kritik alanlar hangileri oldu? 
Özellikle devletin mimarisinin yeniden şekillenmesine dönük düzenlemeler, istihbaratın, emniyetin, askeri kurum ve komutanlıkların neredeyse mesleğe özgü, korunması gereken hiyerarşik bütünlüklerinin dahi zedelenerek başkana bağlanması, Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nın başkana bağlanması, yargının gerek mimarisi ve gerekse yargı kurumlarına atama usul ve esaslarının başkanın etkinliğini artıracak yönde değiştirilmesi... Özelleştirmeler ve kamu yatırımları üzerinde yargı denetiminin zorlaştırılması ilk anda sayılabilecek alanlar.

OHAL ilanı ve OHAL KHK’leri için AKP gerekçesi şuydu: ‘Normal hukukla bu sinsi örgütle mücadele edemeyiz!’ Peki, darbeyle uzaktan yakından ilgisi olmayan-taşeron veya kış lastiği gibi- pek çok düzenlemenin OHAL KHK’leri eliyle yapılmasının izahı ne? 
Bu soruya tek cümlelik cevap vermekle yetineceğim; Allah’ın lütfuyla fırsat bulunmuşken çoğunlukta olunsa bile Meclisle, muhalefetle veya herhangi bir aykırı sesle uğraşmadan istenen düzenlemenin yapılması.

Bu yeni düzenlemenin toplumsal, siyasal alana yansımaları göz önüne alındığında ortaya çıkan sonuç, ‘sinsi örgütle mücadelenin’ neticeleri konusunda ne söylüyor?
Ortada bana göre de sinsi bir örgüt olduğu aşikar ama sinsiliği bizim gibi sıradan faniler için geçerli. Yoksa devletin istihbarat ve emniyet birimlerinin suçluları ve suç ortaklarını, onların da birbirlerini gayet iyi tanıyor ve biliyor olduklarını düşünüyorum. Ama elbette kişisel kanaatlerden öte adil bir yargılama, herkes için olduğu gibi bu örgütün mensubu olduğu iddia edilen kişiler için de temel bir hak ve dahası gerçek bir mücadele için de elzem. Ancak bu örgütün kendisiyle kurulan ittifak ve verilen desteğin katkısıyla yıllar içinde büyüyerek ülke yönetimine darbeyle el koymaya teşebbüs edecek kadar muazzam bir kapasiteye eriştiği gerçeğinin, örgütle mücadele ettiklerini söyleyenler için tehlikeli ve rahatsız edici bulunması, adil ve şeffaf bir yargılamanın önündeki en büyük engel sanırım.

15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL’in ve OHAL KHK’lerinin, öncekilerden nasıl bir farkı var? 
Dört KHK’lı akademisyen arkadaşımla söz konusu KHK’lar hakkında hazırladığımız raporun başlığına referansla tek cümlelik şu cevabı vermek durumu anlatmış olur sanırım: Bu KHK’lar eliyle “Olağanlaşan OHAL” ile karşı karşıyayız.  

OHAL’in kaldırılmasının durumu ne kadar değiştireceği tartışılmaktayken, Binali Yıldırım, ‘Yayınlayacağımız son kararnamede, OHAL kalktığında terörle mücadelenin zafiyete uğramaması için ihtiyaç olan düzenlemeler yer alacak’ açıklamasını yaptı. Bu açıklama, ‘OHAL şeklen kaldırılmış’ olacak görüşünü kuvvetlendirmiş mi oluyor? 
Aynen öyle. Bugün ülkeyi getirdikleri durumda Tayyip Erdoğan’ın başında olduğu iktidarın ülkeyi olağan hukuk düzeniyle yönetmesinin koşulları artık yok. Şeklen değil belki ama esasen OHAL’le yönetmek durumundalar. Böyle bir yönetme biçimini uzun bir süre ve de kolayca sürdürebileceklerinden de doğrusu hiç emin değilim.

'24 HAZİRAN’IN SONUCU, ÜZERİNDEKİ ŞAİBELERE RAĞMEN HEMEN KABUL EDİLDİ'

Bir iktidarın değişme koşullarının hemen hepsi mevcut olmasına rağmen Erdoğan’ın birinci turda seçilmesini ne sağladı?
Öncelikle belirtmeliyim ki, tıpkı Kasım seçimleri ve 2017 referandumu gibi bu seçimde de seçimin adil olmasından öte güvenliği açısından birçok belirsizlik,  sorun ve şaibe olduğuna dair cevabı verilmemiş sorular ve hatta muhalefetin Adil Seçim Platformu’nun sisteminin çalışmadığı, sonucun kabul edildiği saatlerde bile oldukça yüksek oranda oyun henüz sisteme girilmediğine yönelik ciddi şüpheler ortada. Dolayısıyla seçim gecesi ne yaşandığı bile karanlıktayken, (örnek kompleksli bulunabilir ama) sanki seçimler İsveç’te yapılmış gibi rahatça ilk geceden itibaren sosyolojik siyasal analizler yapılmasını anlayamıyorum. İddialar sorgulanmadan, tatmin edici cevaplar bulunmadan, verilen sonuçları doğru kabul edercesine yapılan analizler, eğer minare çalındıysa çalanın yerine kılıf uydurma sonucunu doğurmuş olmaz mı? 

Ancak belirttiğiniz gibi 24 Haziran’ın şaibeleri değil, CHP tartışılıyor...

Elbette sorun ve şaibe iddialarını sıradan vatandaşlar olarak bizlerin aydınlatamayacağının farkındayım. Ama pek kıymetli analizlerimizden önce eli kalem tutanıyla tutmayanıyla hepimizin oyumuzun hesabını muhalefete de, iktidara da sormayı öncelikli görevimiz olarak önümüze koymamız gerekmez mi? Erdoğan’ın birinci turda seçilmesi üzerinden sorayım; Erdoğan’ın ilk turda seçilmesini sağlayan oran YSK verilerine göre yüzde 52.59 civarında. Kullanılan oyun yaklaşık 51 milyon 197 bin 959 olduğu ve 1 milyon 198 bin civarında oyun geçersiz sayıldığını da bu arada belirteyim. Geçersiz oylar bir yana bırakılırsa Erdoğan, yurtdışı ve gümrük kapıları da dahil olmak üzere kullanılan ve geçerli sayılan 50 milyon 68 bin 627 oyun 26 milyon 330 binini almış görünüyor. Yani YSK verilerine göre Erdoğan ilk turda seçilmesini yaklaşık bir milyon üçyüz bin oya borçlu. Elbette bir milyon üçyüz bin ya da bir tek fazla oy alması sonuçta seçilmesi için yeterlidir. Ancak toplamda 51 milyon 197 bin 959’luk oy toplamı içinde küçük sayılabilecek bir sayı ve oranla Erdoğan seçilmişse, sözünü ettiğim iddialar yerinde dururken aceleci ve cevval analizlere girişmenin anlamı nedir? 

Oylara sahip çıkma konusunda büyük sözler sarfeden, bu nedenle de beklenti yaratan İnce’nin YSK önü yerine otele kapanması için ne söylersiniz?
İnce’nin, bu iddialara doyurucu bir yanıt vermeksizin, yalnızca kendisiyle Erdoğan arasındaki farka bakarak sonucu hemen kabullenmesi de en hafif deyimle talihsizlik. Ayrıca son olarak Meclis seçimlerinde MHP’nin oyunu hiçbir araştırma şirketinin tahmin edemediği ölçü ve coğrafyada artırmasına dönük analizleri de aynı nedenlerle anlayamadığımı vurgulayayım. 

'YÖNETME KRİZİNİ OLAĞAN KOŞULLARDA AŞMALARI ZOR'

24 Haziran sonuçları Erdoğan ve iktidar bloğu için, yönetme krizini aştıkları anlamına gelir mi?
Yönetme krizi dediğimiz durumu olağanüstü hal koşullarıyla aşmaları mümkün olabilir ama olağan koşullarda kendilerini çok zor ve aşılması güç bir sürecin beklediğini düşünüyorum. 

İçişleri Bakanı Soylu’nun tehditleri, Alaattin Çakıcı’nın gazetecileri hedef göstermesi yeni rejimin kodları açısından nasıl veriler sunuyor?Kimileri Soylu’nun çıkışlarını kişisel ikbal arayışının bir parçası olarak değerlendirmekle yetiniyor ama ikbal için bu çıkışları yapıyor olsa bile sonuç olarak ikbal beklentisinde olduğu makamın isteklerine uygun davrandığını gözden uzak tutamayız. Kaldı ki gerek HDP ve gerekse CHP’ye yönelik çıkışları ile Erdoğan’ın son günlerdeki demeçleri arasında paralellik olduğu açık. Çakıcı’nın çıkışlarıysa sanırım daha çok MHP’nin iktidar ortaklığından cesaret alıyor.

'MUHALEFETİN DEĞİŞİM UMUDUNU CHP’YE VE ONUN ADAYINA BAĞLAMAK DOĞRU OLMAZ'

Muharrem İnce ve CHP’nin seçim gecesi ‘performansı’ ve hemen sonrasında başlayan kurultay çağrılarının, değişim umudu taşıyan ve bu umutla muhalefete oy veren toplumun direnç gücüne nasıl etki eder? 
İnce’nin seçim gecesi performansı çok kötüydü elbette. Doğrusu başından beri İnce’nin CHP için doğru aday olduğunu düşünenlerdenim. Performansıyla bu kadar kısa sürede CHP’nin yaklaşık 8 puan üzerinde aldığı oy önemli. İlkesel nedenlerle dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı aldığı tavır ve Demirtaş’ı ziyareti ile meydanlarda Sünniler olarak Alevilere haksızlık yaptıklarını söylemesi ve dahası hitabet gücü, İnce’nin artıları. Ancak unutmayalım, karşımızdaki aday hala solu geçtim, sosyal demokrat bir siyasetçi profili çizmekten dahi uzak. Kimi zaman Suriyeli göçmenlere yönelik sert tutumu bir yana, seçimin son günleri ya da hemen sonrasında AKP’den kendisine yöneltilen Demirtaş’a özgürlük istediği yönündeki suçlamalara, ilkesel cevaplar vermek yerine yalnızca böyle bir istekte bulunmadığı cevabını vermekle yetinmesi dikkat çekici. Kılıçdaroğlu’yla liderlik yarışına girmekte gecikmeyeceğini ortaya koymuş ve liderliğe namzet gösterilen biri olarak kendisini izledikçe, giderek Demirel’in CHP’li suretini görür gibi oluyorum doğrusu. Sonuç olarak CHP bu. Muhalefetin değişim umutlarını yalnızca CHP ve onun umut vadeden adaylarına bağlaması doğru olmaz. Ben bu seçimlerin bütün baskılara ve diğer muhalefet partilerinin koydukları mesafeye rağmen Kürt siyasal hareketinin partisi olarak HDP’nin, muhalefetin ana unsurlarından biri olarak varlığının tescillediğinin ve ayrıca cumhurbaşkanı adayı olan Selahattin Demirtaş’ın da yalnızca HDP için değil ülkenin siyasal hayatı için de önemli bir figür olmaya devam ettiğinin işaretlerini verdiğini düşünüyorum.  

İşçi sınıfının, emekçilerin, işsizlerin, küçük esnafın AKP’ye bir ceza kesmekle birlikte, Erodğan’a desteği sürdürmelerini nasıl analiz edersiniz? 
AKP’nin her kitle partisi gibi bu kesimlerden epey oy aldığı açık. Solun ve gerçek sendikaların çok güçsüz olduğu, buna karşılık sağın gücünü koruduğu bir ülkede bu çok da şaşırmamamız gereken bir durum. 

Din ve kültürel kimlik politikalarının etkisinin kırılması açısından 24 Haziran sonuçları nasıl bir tablo sunmuş oldu?
24 Haziran ne yazık ki seçmenlerin hala din ve kültürel kimlik politikaları içinde kutuplaşmış halde oy kullandığı düşüncesini destekleyen sonuçlar veriyor. Bu bir sorun ama gözümüzü bütünüyle kapatarak çözemeyeceğimiz bir sorun. Örneğin Kürt meselesi gibi ülke için yaşamsal derecede önemli bir mesele çözülmek bir yana AKP politikalarıyla iyice ağırlaşan bir sorun olarak hala önümüz de duruyor maalesef. 

 

ÖNCEKİ HABER

Suriye'de son durum: Dera’da anlaşma, Kürtlerle müzakere

SONRAKİ HABER

Aşıların olmadığı bir dünyada neler olurdu?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa