Nick Cave’in anımsattıkları
Usta sanatçının 10 Temmuz’da verdiği konserden yola çıkan Volkan Çağlayan, Nick Cave’in müziğini tarihsel bağlamlarıyla değerlendirdi.
Fotoğraf: Arif Hüdaverdi Yaman/AA
Volkan ÇAĞLAYAN
Nick Cave’den hayatının şu döneminde kimse Türkiye için bir sürpriz beklemiyordu aslında. Böyle bir zamanda gelmesi başlı başına bir sürprizdi. Fakat herhalde tüm bu sürprizlerin arasında en büyük sürprizi aslında seyircinin yaptığını söylersek pek de hata etmiş olmayız. Çünkü ilk kez pozitif anlamda Nick Cave’i kendi kültürel bağlamı içinde anlayan, olgun, kalabalık bir dinleyicisinin bulunduğu tescillenmiş oldu binlerce insanın şahitliğinde. Bu, Türkiye açısından başlı başına bir sürpriz ve bugüne kadar alıştığımız biçimde “her şeyin bir Türkiye ya da Orta Doğu versiyonu” olduğu yolundaki önerme ile büsbütün zıt. Bu benim için de ayrıca çok şaşırtıcı. İster benim de içinde bulunduğum ’90’ların dünyasında Nick Cave’i dinleyen ve sırf dinlediği için uzaktan da olsa birbirini tanıyan İstanbul’un küçük alternatif müzik ortamında; isterse de ’90’lı yıllarda onun müziği ile tanışan üniversite kampüslerinin, kendisinden yaptığı müziğin Anglosakson ülkelerindeki anlamından çok daha başka değerler yükleyen dinleyicisi yoktu o gece. Bu bağlamda seyircinin karakteri ve olgunluğu 2000’li yıllardaki ilk Türkiye konserinden oldukça farklıydı. Türkiye’nin saat sisteminin kalıcı olarak değiştiği, parlamenter rejimin ve yönetimsellik biçiminin büyük değişimler gösterdiği ve ülkenin bariz bir biçimde içe kapandığı böyle bir dönemde Cave’i daha önceki yılların aksine kendi dünyasının içinden değil onun geldiği dünyanın değerleri içinden tanıyan özel bir dinleyicisi olduğuna şahit olmuş vaziyetteyiz çünkü. Herhalde konserin en büyük bıraktığı hatırlatma ve sürpriz buydu Türkiye için. Bu aslında yeni tür bir insan malzemesi imal etmenin kimi “Türkiyeler” açısından zorluğunu da göstermekte.
TÜRKİYE KONSERİNDE PROGRAMINI DEĞİŞTİRDİ
İçe kapalı ve kendi gündemini yaratmaya çalışan ülkeler arasına girmiş bulunan Türkiye için kentli insan topluluklarının buna hazır bulunmadığının sosyolojik bir örneği olarak okumak mümkün bu durumu, başka birçok benzer gelişmenin dışında. Cave istemeden de olsa Türkiye’deki şehirli ve elit olmayan hiç de azımsanamayacak içe kapanmaya hazır durumda bulunmayan büyük bir nüfusun bir kısmını topladı o gece konserinde. Yunanistan ve İsrail de dahil olmak üzere çaldığı şarkılar arasından Metallica’nın cover olarak yeniden kaydettiği Loverman yerine onun ’80’li yıllardaki dönemlerinden kalan, başyapıtı olan Mercy Seat’i seyircilerin isteği üzerine çalıp konser programını değiştirdiği tek Ortadoğu ülkesi oldu çünkü Türkiye. Eğer konsere gitmemiş olsaydım, bu dinleyiciye inanmakta güçlük çekebilirdim. ’93 yılında onun müziğinin henüz yeni tanınmaya başladığı dönemlerde Let LoveIn’in çıktığı gün İMÇ’de 4 bin adet basılıp yarısının iki ay içinde geri iade edildiği zamanları hatırlıyorum. Daha sonra onun üniversite kampüsleri ile tanışmasını da… Türkiye’de entelektüel dinleyiciler tarafından geniş yığınlarca dinlendiğini de. Ancak bu iki evre’nin hiçbiri onu kendi tarihi içinde değerlendirebilecek Anglosakson ülkelerinde olduğu gibi kendi scene’i içinde anlamlandırabilecek geniş kalabalıklar ortaya çıkarmadı 2000’li yıllar boyunca.1
İNSANLAR GÜVENÇ DUYGUSUYLA AYRILDI
Bu konser ise niteliksel olarak oldukça önemli, niceliksel olarak küçük bir toplumsal olay olmuş oldu, tarihi momentumun hassasiyeti ile birlikte. Bir gün sonraki Shakira konserinin ise beklenen ilgiyi görmeyişini tesadüfen duymam da ironik üstüne üstlük! Dolayısıyla konserden büyük bir güvenç duygusuyla ayrıldı insanlar. Birbirlerine karşı. Türkiye’nin OHAL durumu yüzünden uzun zamandır çoğu konserin yapılamıyor olmasının yanı sıra2, Nick Cave’in gelmeyi seçmiş olması. Doğrusu bir çocuğunu oynarken uçuruma düşmesiyle yakın zamanda kaybeden Cave’den böyle bir konser beklemiyordum fakat ben daha çok böyle bir izleyici beklemiyordum. Zira ’90’lı yılların sonunda geniş sayılabilecek kitlelerce dinlenmeye başlanmasından itibaren olan biten, onu bu tarihlerin öncesinde tanıyıp dinlemiş ve kimi saz arkadaşlarıyla tanışmaya imkan bulmuş benim için şok edici ve umut vericiydi. Giderken heyecansız, çıkarken ise bir o kadar umut dolu ve güvençle çıktım konserden… Hem de en olmadık zamanda!
ZAMANA GÖRE DEĞİŞEBİLEN SOSYAL BİR OLGU
Nick Cave Türkiye dışındaki hikayesi açısından da kendisi gibi minör alandan majör toplumsal alana geçen tarihsel örneklerin arasında en büyüklerinden biri olarak karşımızda durmakta. Soğuk Savaş sırasında Batı dünyasında müzik kartellerinin müzik endüstrisinde daha çok bağımsız alana yer bırakmasıyla doğrudan ilişkili çünkü Nick Cave gibi ikonların müzik endüstrisi içinde yer alabilmesinin imkanları ve hikayesi. 1980 yılında Avustralya’da Caullfield Teknoloji Enstitüsündeki resim bölümünden arkadaşlarıyla toplanıp 1980 yılında plak yapabilmek için yerleştikleri Londra’da; Cave’in müziğinde aslında hep ikircikli bir müzikal yapı söz konusuydu. Bunlardan biri gothic-punk, pulp edebiyatı, İncil’e göndermeler, dinlenmesi zor olan deneysel “gürültü” ögeleri, sesinin ve diğer enstrümanların hoyratça kullanımı ile onun daha dingin, toplumsal olarak dinleme alışkanlıklarına daha çok hitap eden hikaye anlatıcısı balladlarının arasındaki bir gidiş geliş, bohem hayatın içindeki bir ikon olarak geleneksel alan ile kurduğu ilişki ikircikliydi. Ancak tarihler 1997’yi gösterdiğinde The Boatman’s Call albümü ile tamamen dingin, aşk şarkıları yazan, bir müziğin ögelerinin ağır bastığına şahit olduk. İlginçtir tam da bu tarihlerde, müzik endüstrisinin dev şirketleri Cave’in de içinden geldiği minör labelları yutmak ile meşguldü.
Soğuk Savaş sırasında Batı Dünyasının Doğu Blokuna karşı gösterdiği reaktivite sayesinde popüler müzikte maddi olarak ne kâr beklentisine ne de estetik anlamda burjuvazinin kökensel olarak sahip olmadığı aristokrat sınıfın soyluluğunu arzulamasına cevap vermeyen ve bu bakımlardan herhangi bir toplumsal fonksiyonu olmayan bütün temelini yüksek sanat içindeki modern akımlardan alan o minör akımlar ’68-90 arasında majör toplumsal alanda belirmişti çünkü. Bugün o yıllardan kalan punkvari minör davranışları tekrar Warren Ellis’in de ağırlığı ile birlikte küçük de olsa müziğine ve sahnesine taşıdığına şahit oluyoruz Cave’in. Bugün içinde yaşadığımız dünya Trump’ın Avrupa Birliği’ni ilke defa “hasım” sözcüğü ile anmasıyla3 birlikte artık İkinci Dünya Savaşı sonrası varılan paktların dünyası değil ve bunun yanı sıra görüp görebildiğimiz müziğin virtüel olarak zamanlar ötesi bir biçimde kendi önermesine sahip oluşunun yanı sıra, aktüel olarak onun politik anlamının dinlendiği coğrafya ve zamana göre tamamen değişebilen dinamik bir sosyal olgu olduğu…
DİPNOT
(1) Herhangi bir Batılı müzik kültürünün Türkiye’de anlam ve değerler bağlamları açısından farklılaşmasının örneği olarak bk. İstanbul’da Rock Hayatı. Sosyolojik Bir bakış. Ali Akay, Derya Fırat, Mehmet Kutukhan, Pınar Göktürk. Bağlam Yayınları. 1995.
(2) Türkiye’de Müzik Sustu. Beril Köseoğlu. Gazete Duvar. 2017.
(3) www.cnbnc.com. Reuters. 15 Temmuz 2018. Trump, sonradan düşman yerine ya da hasım yerine rekabetçi olarak düzeltme yaptı sözlerine.