Avrupa'nın Gündemi: Müttefiklerin arası açılıyor
Trump'ın AB’nin ABD’nin rakibi olduğunu açıklaması, Brexit gündemini alevlendirmesi ve Macron'un Fransa'yı kendine göre dizayn etme çabaları gündemde.
Fotoğraflar: AA | Kolaj: Evrensel
NATO zirvesi sonrası Avrupa ile ABD arasındaki çelişkiler daha da derinleşti. Trump, AB’yi bir karşıt, rakip olarak gördüğünü resmen açıkladı. NATO zirvesi ile aynı günlerde gerçekleşen Çin ile AB temsilcileri arasında ise “Ticaret savaşlarının kaosa götürebileceği”ne dikkat çekildi ve ABD’nin sert ve sarsıcı tavırlarına karşı yakınlaşmaya yönelik kararlar alındı.
TRUMP’IN HAMLELERİ TARTIŞILIYOR
Trump’ın İngiltere ziyareti ise ülkedeki hassas Brexit gündemini yine alevlendirdi ve iki ülke arasındaki “özel ilişki” bugünlerde pek de olumlu sonuçlara neden olmuyor. Trump’ın Putin’le görüşmesi de ülkede başka tartışmalara neden oldu ve genel olarak ana akım medyada olumlu karşılanmadı. Trump’ın Putin gibi liderlerle yakın ilişki sürdürmesini yorumlayan The Guardian gazetesi, “şiddetli ve karanlık bir dünya” uyarısı yaptı.
MACRON, KUPAYI KENDİNE İSTİYOR
Öte yandan Dünya Kupası, Fransa’nın şampiyonluğuyla sona erdi. İlgi odağının maçlar olduğu koşullarda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, güçler dengesini kendi lehine sarsan bir sisteme doğru anayasal değişikliği tartışmalarını gündeme getirdi. Fransa’dan çevirdiğimiz yazı bu konuyu işliyor.
TRUMP’IN PUTİN ZİRVESİ: ŞİDDETLİ, KARANLIK BİR DÜNYAYA KAYGAN BİR YAMAÇ
Michael H. FUCH
The Guardian
DIŞ politika, genellikle yavaş gelişme kaydeder ve sonuçları aylar veya yıllar sonra ortaya çıkar. ABD, 1950’lerde Güney Vietnam hükümetine yardım ettiği zaman, az sayıda insan, 58 bin Amerikan askerinin Vietnam savaşında ölebileceğini öngörebiliyordu. ABD 1953’te demokratik yollarla seçilmiş İran liderini devirdiğinde, 1979 devriminin Amerika için Ortadoğu’daki başlıca düşmanı olacak bir diktatörlüğe yol açacağını o zamanlar öngörmedi ve çok az sayıda yetkili 2003’te Irak’ı işgal etmenin tüm Ortadoğu’yu tahrip edeceğini öngördü.
Geçtiğimiz ay Donald Trump, Amerika’nın demokratik müttefikleri ile ilişkilerini sürekli zayıflattı ve ABD’nin çıkarlarına saldırmaya niyetli otokratlar ile yakınlaştı. Bu şekilde devam ederse, kendimizi ikinci dünya savaşından sonra başlatılan ve soğuk savaştan sonra güvence altına alınan jeopolitik sistemin yıkımının içinde bulabiliriz.
Bu süreçte olaylar hızla gelişti. Amerika en yakın demokratik müttefikleriyle bir ticaret savaşına başladıktan sonra, Trump, Kanada’nın haziran ayında yaptığı toplantıda G7’nin bir sonuç açıklamasını imzalamayı reddeden ilk ABD başkanı oldu ve ardından Kanada Başbakanı Justin Trudeau’yu “Güçsüz ve dürüst olmamakla” suçladı. Kanada ve Avrupa buna karşılık tepkisel yaptırımlar uyguladı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, açıklamasında diğer G7 demokrat liderlerinin Amerika’ya rağmen demokratik ilkeleri koruyacağını söyledi. Alman dışişleri bakanı ise Trump’ın politikalarına karşı bir Avrupa stratejisi oluşturma çağrısında bulundu.
G7 fiyaskosundan hemen sonra Trump, Kuzey Kore lideri ile ilk kez bir araya gelmek için Singapur’a uçtu. Toplantı sırasında Trump tek taraflı olarak ABD-Güney Kore ortak askeri tatbikatlarını ABD’nin müttefiki Güney Kore’ye danışmadan ve karşılığında bir şey almadan dondurmayı kabul etti (Kuzey Kore ve Çin’in uzun zamandır talebi). Bu gelişme Trump’ın, Güney Kore’den asker çekmeye çalıştığı bir rapordan sonra oldu. Trump, bu zirvede dünyanın en acımasız diktatörüyle bir fotoğraf çekiminden başka bir şey elde edemedi, ama Kim Jong’a özendi ve şöyle söyledi; “O konuştuğu zaman halkı bütün dikkatiyle onu dinler. Benim insanlarımın da bana aynı şekilde davranmasını istiyorum.”
Geçen hafta Trump, NATO zirvesinde Amerikan liderlik ve ilkelerini geri çekmeye devam etti ve “Ne işe yarar NATO….” diyerek, zirvedeki diğer ülkelerin savunma konusunda daha fazla harcama yapmaması durumunda ABD’yi NATO’dan çekmekle tehdit ettiği bildiriliyor. NATO hâlâ var olabilir ama ittifakın temeli -saldırı anında ülkelerin birbirine savunacağı anlayışı- eksik.
Trump kasırgasının bir sonraki yolu büyük protestolarla karşılandığı Birleşik Krallık ziyaretiydi. Theresa May hükümetinin Brexit kriziyle karşı karşıya olduğu bir sırada, Trump, Theresa May’i Brexit yaklaşımından dolayı eleştirdi. Trump daha öncede söylediği “Göçün kültürü değiştirdiği ve göçlerin Avrupa için çok olumsuz” olduğu ırkçı iddiasını tekrar dile getirdi. Buna karşılık Theresa May kamuoyuna yaptığı açıklamada “Ülkemize gelmek isteyen insanlara olan konukseverliğimizle gurur duyduğumuz bir tarihimiz var...” dedi. Şu anda iki ülke arasındaki ilişki çokta özel görünmüyor.
Bir de Trump’ın Vladimir Putin’le görüşmesi var. Rus lider, 2016’da, ABD seçimlerinde Trump’ın kazanmasına yardımcı olmak için müdahale etmişti (Trump’ın açıkça talep ettiği bir şey). Bu konu hakkında federal bir soruşturma var. Rusya’nın, Amerika’ya ve Avrupa’ya yönelik saldırılarına rağmen Trump sürekli, Amerika’nın çıkarları ve müttefiklerinin üstünde Putin’in tarafında oldu.
Avrupa’dan Asya’ya kadar Trump, demokrasilerle ittifakları yok ederken, otoriter liderlerle arkadaşlıklar kurdu. Müttefiklerimize “Amerika’ya güvenilmeyeceği” ve düşmanlarımıza ise “İstediklerini almalarına engel olmayacağımız” sinyalleri gönderdi. Trump, Avrupa Birliği’ni “düşman” ve Putin’i de “iyi bir rakip” olarak belirleyip açıkça fikrini belirtti...
Bunların birkaç diplomatik hareket olduğunu düşünüyorsanız, tekrar düşünün. Bu kaygan eğimin sonuçları, G3’un size getirdiği çok daha şiddetli ve karanlık bir dünya olabilir.
(Çeviren: Bircan Güneş)
ATLANTİK ÖTESİ RAKİPLER
German Foreign Policy
ABD Başkanı Donald Trump’ın Avrupa Birliği’nin ABD’ye karşı olduğunu saptaması Berlin ve Brüksel’i epey öfkelendirdi. Trump, bir röportajında AB’nin ABD’nin rakibi olduğunu açıklayarak, AB’yi Rusya ve Çin’le aynı kefeye koymuştu. Almanya Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Michael Roth, Trump’ın açıklamasından üzüntü duyulduğunu, Almanya’nın ABD’yi bir karşıt, bir rakip olarak görmediğini bildirdi. Böylesine yapıcı olmayan açıklamaların gazına gelmemek gerektiğine dikkat çeken Roth’a AB Konsey Başkanı Donald Tusk da destek vererek, AB ile ABD’nin rakip olduğu türden yapılan açıklamaların yalan olduğunu ve Transantlantik ittifakını tahrip etmeyi hedeflediğini ifade etti.
ALMANYA YILLARDIR DÜNYA LİDERİ OLMAYA ÇALIŞIYOR
Aslına bakarsanız Federal Almanya, yıllardan beri AB’nin de yardımıyla ABD’ye rakip olmak için çaba harcıyor. Bu iddia ta 2003 yılında Dönemin Hükümet Danışmanı Werner Weidenfeld tarafından ‚uyumlu bir Avrupa, kısa süre içinde dünya devi olabilir, oldukça önemli alanlarda ABD’yi sollayabilir bile…” şeklinde formüle edilmişti. Almanya’nın ve AB’nin dünya devi olma iddiası sürekli olarak Alman politikacıları tarafından da dile getirildi, özellikle de Trump’ın başkan olması sonrası ABD’nin dünya lideri olma iddiasından vazgeçmesi gerektiği/vazgeçtiği belirtildi. Dönemin Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, AB ile eşit göz hizasında ilişki sürdürmeye zorlanmasının zorunlu olduğunu söylerken Münih Güvenlik Konferansı Düzenleyicisi Wolfgang Ischinger, AB’nin ABD karşısında kendine güvenli hareket etmesine az kaldığını söyledi. Artık AB ve Almanya, ABD’nin takipçisi pozisyonundan çıkmalıydı, Ortadoğu, İran’la nükleer sözleşme vb. konularda kendi fikriyle ortaya çıkmalı ve ABD’yi pazarlığa zorlamalıydı.
ALMANYA AB’Yİ KULLANIYOR
Trump başkanlığa gelmeden önce açık ve net şekilde AB’nin dünya liderliği iddiasına tüm araçlarla karşı çıkacağını açıklamıştı. 2017 başında bir Alman bulvar gazetesine verdiği demeçte; “AB’ye bakıldığında Almanya’nın liderlik rolü açıkça görülür, Almanya, kendi hedefi için AB’yi kullanıyor” demişti. Başkan olduktan sonra da AB’nin liderlik iddiasına sert şekilde karşı çıktı. Çelik ve alüminyum ihracatına
getirilen gümrük cezalarının en fazla Almanya’yı etkileyeceğini bilmekteydi. Otomobil ihracatına getirilecek gümrük cezasının esas hedefi ise zaten Alman otomobil tekelleriydi.
ESAS HEDEF ALMANYA
Tüm NATO ülkelerinin ülke içi gayrisafi hasılanın en az yüzde 2’sini askeri bütçeye ayırması talebinin esas hedefinin de Almanya olduğu NATO zirvesinde bir kez daha ortaya çıktı. Trump’ın Brüksel’de yaptığı açıklamaya bağlı olarak Federal İçişleri Bakanlığı müsteşarı Roth, ABD Başkanının AB’yi bölmeyi hedeflediğini iddia etti.
Trump, NATO zirvesinde özellikle de Federal Almanya’nın silahlanmaya ayırdığı paranın azlığına ve Rusya ile Nord Stream 2 petrol boru hattı projesine bağlılığına sert eleştiriler yöneltti. Boru hattına bağlı olarak Rusya’nın Almanya’yı tamamıyla kontrol altında tutacağını söyleyen Trump, Almanya’yı Rusya’nın tutsağı ilan etti. Ardından askeri bütçesini arttırmayan Almanya’nın Rusya ile petrol boru hattına milyarlar ayırmasının kabul edilemeyeceğini belirterek Polonya ve Baltık ülkelerini Almanya’ya karşı kışkırtma çizgisi izledi. Başkanın AB ülkelerini birbirine düşürme çizgisi istikrarlı şekilde devam etti. Trump, daha önce de İngiltere’nin AB’den çıkmasının hızlandırılması ve Brexit taraftarlarının güçlü şekilde desteklenmesi yönünde açıklama yapmıştı. Almanya ile Fransa arasında AB liderliği rekabeti konusunda da Macron’u arkalayan açıklamalar yapmıştı. ABD Başkanı, geçen yıl Polonya’yı ziyareti sırasında da AB ile Polonya arasındaki çelişkilerde Polonya’ya destek vermişti.
TRUMP IRKÇILARI GÜÇLENDİRİYOR
Bunun dışında ABD Başkanı AB’nin mülteci politikasını da sert sözlerle eleştiriyor. Geçen yıl yaptığı Londra Belediye Başkanı Sadiq Khan’la ilgili aşağılayıcı açıklamaların ardından, bu yıl da Khan’ın Londra’ya çok sayıda göçmenin gelmesini sağlayarak terörizme katkı sunduğunu belirtti. Ayrıca Avrupa’ya bu kadar çok mülteci gelmesine izin verilmesini eleştirerek, Avrupa içinde insanlık dışı göç politikasına destek veren ırkçı ve faşistlerin yanında yer aldı, AB içi rekabette Almanya’nın rolünü zayıflatmak için onlara arka çıktı. Almanya ve AB tarafından yıllar önce başlatılan dünya devi olma rekabetine tüm hızıyla katılan Trump, Avrupa’da aşırı sağın yükselmesine katkı sunmaya devam etti.
(Çeviren: Semra Çelik)
EMMANUEL MACRON KENDİSİNE UYGUN BİR REJİM İSTİYOR
Aurélien SOUCHEYRE
Humanité
MİLLİ takımın kazanmasından bu yana tribünlerde artık istediği her reformu geçirebileceği fikrine sevindiği belirtilen Emmanuel Macron’un video montajı sosyal medyada dönüp dolaşıyor. Bu montaja göre her şey gündemde artık: Emeklilik yaşının 75’e çıkartılması, KDV’nin patlaması, sosyal sigortanın yok edilmesi… Burada Cumhurbaşkanının fırsatçılığı ve iki yüzlülüğü üzerine yapılan bir şaka denilip geçilebilir fakat aslında bu sadece bir şakadan ibadet değil. 10 Temmuz’dan bu yana Ulusal Meclis, devlet kurumlarının reforme edilmesi tasarısını tartışıyor. Sessizce, yaz ortasında ve çoğu zamanda gece yarısında Macron, Anayasa’yı yeniden yazma niyetinde. Ülkenin temel yasasında tasarlanan değişiklikler söz konusu olduğunda, demokrasilerde gerekli ve zorunlu olan yurttaşlar içinde yürütülmesi gereken büyük tartışmayı başlatmak ve beslemek için hiçbir şey yapılmıyor. Bundan dolayı Komünist Parti parlamenterleri, milletvekili ve senatörler, 9 Temmuz’da Versay şatosunun “Jeu de Paume”* salonunda bu konuda bir referandum gerçekleştirebilmek için her şeyi yapmaya yemin içtiler. Zira var olan reform tasarısı cumhuriyetin demokratik işleyişinin merkezine, kuvvetler ayrılığına, hatta Parlamentodaki tartışmaların gösterdiği gibi sosyal sigortaya karşı tam cepheden bir saldırı planlıyor.
PARLAMENTERLERİN SAYISI AZALTILIYOR
Kuşkusuz, Komünistlerin (Fransa Komünist Partisi kastediliyor) yıllardır önerdiği gibi, Anayasa’da “ırk” kelimesinin kaldırılması ve “Cinsel ayrım yapmaksızın” herkesin eşitliliğini sağlama konusunda herkes hem fikirdi. “Çevrenin korunması” eylemi de onaylandı. Fakat birçok muhalif grup, gelecekte hükümetin ulusal temsiliyetin budanarak sayısının azaltılmamasına karsı şu an var olan sayının belirlenmesini istediklerinde sürtüşmeler başladı.
Yürütmeye göre milletvekili ve senatörlerin sayısının azaltılmasıyla demokrasi daha “iyi temsil edilir, daha sorumlu ve etkili” olabilirmiş. Temel önerilerden birisi parlamenterlerin sayısının yüzde 30 azaltılmasıdır. Diğer bir öneri yasa tasarılarında değişiklik önergesi sunma hakkını sınırlamayı öngörüyor. Bu değişiklik önerileri sadece komisyonlarda yapılabilecek ve parlamenterlerin yasama rolü büyük oranda sınırlandırılacak. Menüde sunulan diğer şeyler arasında yasa tasarılarının incelenme süresini kısaltma, milletvekili seçimlerinde çok düşük bir sayıyı oy oranına göre belirleme, dar seçim bölgelerini kabaca tekrar belirleme, Ekonomik, Sosyal ve Çevresel Konseyi, bir “sivil toplum odasına” çevirme önerileri de bulunuyor.
‘GÜÇLER AYRIMINA KARŞI CİDDİ BİR SALDIRI’
Macron, 9 Temmuz’da Kongrede yaptığı konuşmada, Anayasa reformunu amaçlayan bir öneri yapacağını duyurdu. Bu teklif, FKP’li Sebastien Jumel’e göre “Güçler ayrımına eşi olmayan, çok ciddi bir saldırı”dır. Meclis karşısında tek sorumlu Başbakanlık makamı olması nedeniyle birçok meclis grup sözcüsü Macron’u hem Başkan hem Başbakan olmakla suçladı. (Aslında) cumhurbaşkanı ne yasaları değiştirebilir ne de meclisle tartışabilir.
Elize Sarayı’nın sakini (Macron), tamamen hizaya geçirilmiş ve tüm isteklerinin önünde boyun eğmiş meclisteki birliklerini tam denetim altında tutuyor.
HÜKÜMET VE SENATO ARASINDA KULVAR PAZARLIĞI
Güçler dengesi ve konsantrasyonunun temel sorunları bugün temmuz ayının sessizliği içinde tartışılıyor. Boyun Eğmeyen Fransa (Fİ) Milletvekili Eric Coquerel’e göre “Amerikan başkanlık sistemine doğru gidiyoruz, fakat Fransız Meclisi, Amerikan Kongresinden çok daha az yetkilere sahip olacak. Yani iki sistemin kötü yanlarını birleştireceğiz”.
Eğer bu mümkün olursa hükümet ve senato arasında kulvar pazarlığı sayesinde olacaktır. Sessiz sedasız bir şekilde kaleme alınmış tasarıların gece yarısı tartışılması, hele de tüm Fransızların günlük hayatı ile doğrudan bağlantılı olan sosyal sigorta hakkını ilgilendirirse, bu büyük bir sorun olur. Toplumda bir tartışmanın yaratılması gerekir. İşte bundan dolayı FKP’li parlamenterler bir referandum çağrısında bulundu.
*Jeu de Paume : 1789 devrimi esnasında halkın temsilcileri ülkeye yeni bir anayasaya vermeyene kadar ayrılmama sözü verdikleri salonun adı.
(Çeviren : Deniz Uztopal)