Dünya kupasından bulaşan milliyetçilik
8 Temmuz’da Fransa-Hırvatistan finaliyle sona eren Rusya 2018 Dünya Futbol Şampiyonasından geriye asıl olarak milliyetçilik ve ırkçılık kaldı.
Fotoğraf: Fatih Aktaş/AA
Yücel ÖZDEMİR
Tam üç hafta önce, 8 Temmuz’da Fransa-Hırvatistan final karşılaşmasıyla sona eren Rusya 2018 Dünya Futbol Şampiyonasından geriye asıl olarak milliyetçilik ve ırkçılık kaldı. FIFA’nın kuralları ve reklam spotlarında her ne kadar şampiyonanın insanlar arasında dostluk köprüleri kuracağından söz edilse de gerçek hayat hiç de öyle olmuyor, olmadı.
Bunu bir önceki şampiyonanın kazananı, ancak bu kupanın erken havlu atanı Almanya ile final oynayan Hırvatistan özgülünde yaşanan tartışmalardan görmek mümkün. Zaten milli takımlar arasında rekabet söz konusu olduğu için bir ay boyunca ulusal kimliklerin, bayrakların, milliyetçiliğin öne çıktığı dünya şampiyonasından bir de geriye ırkçılık tartışması kalınca, dünya kupasının farklı ülkelerdeki halklar ve inançlar arasında yakınlaştırmadan çok uzaklaştırmaya yaradığını bugün söylemek mümkün.
Bunu en iyi geçmişi ırkçılıkla lekelenmiş Almanya’daki yapılan tartışmalar gösteriyor. Türkiye kökenli milli takım oyuncuları Mesut Özil ve İlkay Gündoğan’ın 24 Haziran seçimleri öncesinde Londra’da Erdoğan ile bir araya gelmesi ve sonradan bu görüşmenin fotoğrafları ve görüntülerinin AKP’nin sosyal medya hesaplarından paylaşılması geniş tartışmalara yol açmıştı. Alman kamuoyu, siyasetçiler, demokratik kurumlar doğal olarak milli takımında oynayan, Alman vatandaşı olan iki oyuncusunun, son iki-üç yıldır sıkça eleştirilen liderle bir araya gelmesini eleştirdi.
Bunun yarardan çok zarar getireceğine dikkat çekildi. Hatta Alman Cumhurbaşkanı Frank-Falter Steinmeier futbolcuları çağırarak, uygun bir dille bu türden hareketlerden kaçınmalarını, malzeme olmamalarını istedi. Kökenlerinin milli takım ve Almanya için zenginlik olduğuna işaret etti. Milli Takım Teknik Direktörü Joachim Löw de yoğun baskıya rağmen konuyu çok fazla uzatmadan, soğuk kanlı şekilde ele aldı. Oyuncuları kadrodan çıkarmayı aklına dahi getirmedi. Tersine maçları kazanmak için sahaya sürdü. Özil milli takımı bıraktıktan sonra Türkiye cephesinden yapılan açıklamalara bakılırsa, şampiyonanın daha başında Özil ve Gündoğan’ın kadrodan çıkarılması bekleniyormuş. O zaman da Alman Milli Takımı daha ırkçılık tartışmaların gölgesinde Rusya’ya gidecekti.
ELENMENİN FATURASI ÖZİL’E NEDEN ÇIKARILDI?
Ama Löw bu tuzağa düşmedi. Düşen ise Alman Futbol Federasyonu (DFB) ve onun başkanı Rheinhard Grindel oldu. Almanya’nın Meksika ve Güney Kore’ye yenilerek gruptan çıkmamasının faturasını Özil’in Erdoğan ile buluşmasına, dolayısıyla da Özil’e çıkardı. Bunun üzerine tartışmalara aslında kalındığı yerden devam etti. Hıristiyan Demokrat bir siyasetçi olan Grindel’in bu ayrımcı, ırkçı yaklaşımı Almanya’da ırkçılığı sadece görünen ırkçı partilerden ibaret olmadığını bir kez daha gösterdi. Özil’in bu açıklamalara tepki göstererek milli takımdan istifa etmesi ise deprem etkisi yarattı.
Zira, üzerinde bunca tartışmanın yürütüldüğü Özil’in sadece Grindel ve DFB’yi değil, bütün Almanya’yı ırkçılıkla suçlayarak formayı bırakması, doğal olarak öncekilerden daha büyük bir tartışmaya yol açtı. Bu tartışmanın en çok Alman ırkçıların işine yaradığı ise açıktı. Zira, onlar da Grindel gibi erken elenmenin faturasını Özil ve diğer göçmen kökenli futbolculara çıkarmaya başlamışlardı. Hem de yüksek sesle.
Zaten Bundesliga’da zaman zaman gündeme gelen ırkçı tezahüratlar, pankartlar ve dövizler bu kez ülke medyasında tartışılmaya başlanmıştı. Özil’in milli formayı bırakmasıyla kazanan ırkçı-milliyetçiler, kaybedenler ise entegrasyon adına Özil’e yıllarca destek verenler oldu. Özil’in bu hareketinin arkasında 2024 Avrupa şampiyonasına ev sahipliği konusunda Almanya ile Türkiye arasındaki rekabetin olduğu bir kaç gündür yüksek sesle ifade ediliyor. Halklar arasında düşmanlığı körükleme üzerine kurulu bu plan eğer doğruysa, ortada korkunç bir rekabetin olduğu anlamına geliyor. Ne de olsa her kupaya ev sahipliği, çok sayıda tekelin kasasını daha fazla doldurması anlamına geliyor. Özil ise bu rekabette olsa olsa basit bir figürandan ibarettir.
Bu nedenle dostluk ve kardeşliğin değil her türden kapitalist rekabetin hakim sürdüğü dünya ve Avrupa şampiyonaları artık ırkçılığın, milliyetçiliğin körüklendiği turnuvalar haline gelmiş bulunuyor.
HIRVAT FAŞİZMİNİN SAHADAKİ YÜZÜ
Bunu bu yılki şampiyonada ikincisi olan Hırvatistan’da yaşananlara bakarak daha iyi anlamak mümkün. Fransa ile oynanan final maçında, pek çok kişi “Büyük sömürge ülkelere karşı olma” adına Hırvatistan’ı destekledi. Hatta Hırvatların Med’lerden geldiği, dolayısıyla Kürt oldukları efsanesi bile uyduruldu. Hal böyle olunca da “çok renkli” Fransa yerine ‘tek’çi Hırvatistan’dan yana sempatiler arttı.
Ancak 18 Temmuz’da Krsto Lazarevic’in Neues Deutschland gazetesi için kaleme aldığı makaleden anlıyoruz ki, şampiyona sırasında Hırvat faşizmi zirve yapmış. Lazarovic şunları yazıyor: “3-0’lık Arjantin maçından sonra savunma oyuncuları Dejan Lovren ve Sime Vrsljanko soyunma odasında aşırı sağcı rock grubu “Thompson”un türkülerini söylediler ve faşist Ustaşa selamı verdiler. Parola faşist Hırvatlara ait. “Thompson” grubunun baş solisti Marko Perkovic, toplama kamplarının yalan olduğunu söylüyor. Thompson’un “ Lijepa li si” (Güzelsin) parçası 2016’da Hırvatistan Milli Takımının her maçtan önce söylediği marştı.”
Dünya kupasının en iyi futbolcusu seçilen Luka Modric de milli takım Zagreb’e vardığında Perkovic’in takım otobüsüne alınmasını istemiş. Aşırı sağcı, faşist görüşleriyle bilinen sağcı Perkovic’e Avrupa’nın bir çok ülkesi giriş yasağı koymuş durumda. Konserlere katılması da yasak.
1998 dünya kupasında da üçüncü olan Hırvatistan’da milliyetçiliğin yükselişi o zaman da gündeme gelmişti. Takımın Kaptanı Davor Suker de Ustaşa Lideri Ante Pavelic’in mezarını ziyaret ederek, faşist selamı vermişti.
Gerçi, faşist Hitler rejimine özenerek toplama kamplarını kuran Ustaşa rejimini öven bir tek Perkovic değil. Dünya basının dikkatini çeken, T24’te Hakan Aksay’ın da methiyeler dizdiği Hırvatistan’ın güzel Cumhurbaşkanı Kolinda Grabar-Kitarovic de aynı çizgiyi savunuyor. Faşist Ustaşa rejiminin toplama kampları kurarak 80 bin Sırpı, Roman-Sintiyi, devrimciyi toplama kamplarına koyduğuna inanmadığını belirterek, bunun araştırılması için bir komisyonun kurulmasını dahi önerdi. Lazarovic’in yazdığına göre Grabar-Kitarovic bugün Hırvat milliyetçiliğinin önemli temsilcilerinden birisi. Bu nedenle döktüğü gözyaşlarının arkasında şahlanan milliyetçi duygular bulunuyor.
Özetle, dünya kupasından geriye kalan ırkçılık ve milliyetçilik tartışması, aynı zamanda dünya geneline yükseliş içinde olan aşırı sağın devamı. Yükselen aşırı sağ hayatın her alanında daha fazla müdahale etmeye başladı. Buna karşı antifaşist cephenin yapacaklarını yeniden gözden geçirmesi, tarihsel birikimden yararlanması ise kaçınılmaz. Farklı inançlardan ve uluslardan emekçilerin, ırkından ve inancından bağımsız eşit, özgür ve barış içerisinde yaşaması için her yerde güçlü mücadele kaçınılmaz görünüyor. Özellikle de spor alanında.