Yeni rejimin üniversiteleri
'Tek adam rejiminde üniversite; bilimsel aklın yerini hurafelerin aldığı, tamamıyla sermayenin hizmetine amade kurumlara dönüşecektir.'
Akademisyen Özgür Müftüoğlu | Fotoğraf: Evrensel
Elif TURGUT
İstanbul Teknik Üniversitesi
OHAL döneminde çıkarılan birçok KHK, yeni sistem ve yeni kabine değişiklikleri eğitim sistemini ve üniversiteleri birçok açıdan kıskaca alıyor. Yeni düzenlemelerin üniversiteler açısından etkilerini Marmara Üniversitesi’ndeki görevinden 2017’de KHK ile ihraç edilen barış akademisyenlerinden Özgür Müftüoğlu ile konuştuk.
Geçtiğimiz günlerde uzun zamandır içinde bulunduğumuz OHAL kaldırıldı. Bu süreçte üniversitelerde de OHAL bahanesiyle birçok hak gaspıyla, etkinliklerin ve eylemlerin engellenmesiyle karşılaştık. Peki OHAL’in kaldırılması üniversitelerde bu baskıların son bulduğu anlamına mı geliyor?
OHAL’le birlikte 1980’lerin başında YÖK düzeniyle üniversite özerkliğini fiilen ortadan kaldıran siyasi iktidar ve sermaye baskısı daha da arttı. Yani OHAL öncesinde de baskılar vardı ve AKP iktidarı bu baskıyı giderek arttırıyordu. 15 Temmuz darbe girişimi vesilesiyle çıkartılan OHAL sonrasında rektör seçimi, akademik ve yönetsel kurulların oluşumunda katılımcılık gibi göstermelik de olsa mevzuatta yer alan akademik özerkliğin temel ilkelerine yönelik düzenlemeler göstermelik olmaktan çıktı ve siyasi iktidar (saray) üniversiteleri doğrudan yönetmeye başladı. Öte yandan iktidar kendisine muhalif gördüğü akademisyenleri KHK’larla üniversiteden ihraç ederek, tüm akademi üzerinde baskı oluşturdu. Böylece iki yıllık OHAL döneminde üniversitelerde Türkiye tarihinin en büyük tasfiyesi gerçekleşmiş oldu.
OHAL’in kalkmasıyla birlikte üniversiteye yönelik saldırılar, baskılar son bulur mu? Bu imkansız. Çünkü vurgulamaya çalıştığım gibi üniversiteye yönelik saldırılar ya da baskılar OHAL’le başlamadığı için OHAL’in kalkmasıyla da son bulması mümkün değildir. Kaldı ki AKP, OHAL koşullarını kalıcı hale getirerek olağanlaştırmak için birçok düzenleme yaptı, yapmaya da devam ediyor. OHAL’i olağanlaştıracak düzenlemeleri ortadan kaldıracak bir toplumsal güç oluşturulamadığı sürece üniversitelerde de diğer kurumlarda da bu hal sürecektir.
'ÜNİVERSİTE SERMAYENİN HİZMETKÂRI HALİNE GETİRİLİYOR'
Başkanlık sistemine dair düzenlemelerle tüm kanunlar ve kurumlar üzerindeki yetkiler Bakanlar Kurulundan alınarak Cumhurbaşkanlığına bağlandı. Yükseköğrenim kurumları da buna dahil. Bu durumun akademiye etkileri neler olacaktır?
12 Eylül darbecileri, YÖK aracılığıyla üniversite üzerinde tahakküm oluşturdular. YÖK düzeni içinde üniversiteler tek bir merkezden yönetilmeye başladı. Bu da üniversitede akademik ve yönetsel özerkliği ortadan kaldırdı, yaratılan kışla düzeni içinde üniversitelerönemli ölçüde tek tipleşti. Akademik ve yönetsel özerkliğini kaybeden üniversiteler, bilimselliğini ve evrenselliğini de kaybetti. Birkaç istisna dışında üniversiteler, üniversite olma özelliğini kaybederek adeta birer orta öğrenim kuruluşuna dönüştü. YÖK’ün kuruluş amacı üniversiteden yükselen demokratik mücadeleyi baskılamak ama aynı zamanda da 24 Ocak 1980 kararlarıyla uygulamaya konulan neoliberal politikalar doğrultusunda üniversiteleri piyasanın çıkarlarına hizmet eden kurumlar haline getirmekti. Darbe sonrasında iktidara gelen partilerin tümü diğer birçok darbe düzenlemesi gibi YÖK düzenini de sürdürdü.
YÖK’le birlikte gerçekleşen bu dönüşüm sürecinde üniversitelerin evrensel ilkeleri şeklen de olsa geçerli oldu. Daha önce de verdiğim örnekte olduğu gibi kimin rektör atanacağında nihai söz siyasi iktidarın etkisi altındaki YÖK ve cumhurbaşkanında idi ama üniversite içinde göstermelik de olsa seçim yapılıyor, akademik geleneği güçlü az sayıda üniversitede YÖK’ün ve cumhurbaşkanı müdahalesinin aşıldığı da oluyordu.
Ancak OHAL koşullarında yapılan ve sonuçları üzerindeki şaibenin ortadan kaldırılamadığı 16 Nisan 2017 referandumu ve 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle uygulamaya konulan “tek adam” rejimiyle artık diğer tüm kurumlar gibi üniversiteyi de bundan böyle “tek adam” doğrudan yönetecek. OHAL döneminde olduğu gibi üniversitenin sahip olması gereken ve bugüne kadar şeklen de olsa uyulan evrensel kuralların, akademik teammüllerin ve yasaların artık hiçbir hükmü kalmayacak. Üniversiteler bilimsel gerçekler değil “tek adam”ın arzuları doğrultusunda faaliyetlerini yürütecek, bunun dışında üniversiteden farklı hiçbir ses çıkamayacak.
'TEK SESLİ ÜNİVERSİTE'
“Tek adam”ın tahakkümünde “tek sesli” üniversite, sadece akademiyi ve akademisyenleri etkilemeyecek elbette. 35 yılı aşkın süredir yürürlükte olan YÖK düzeninde üniversite büyük ölçüde toplum için bilgi üretmek ve sunmak yerine siyasi iktidarların ve sermayenin çıkarlarının hizmetkarlığını yapmıştır. Ancak her şeye rağmen aklını, vicdanını, akademik birikimini egemenlere teslim etmemiş olan az sayıda da olsa akademisyen üniversitelerde emeğin, doğanın, insanlığın değerlerini savunmaya devam etmiştir. Siyasi iktidarın politikalarını eleştiren “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzalayan ve birçoğu KHK’larla üniversitelerden tasfiye edilen ve yargılanan 2000’i aşkın akademisyen ile yine sendikal mücadelede yer aldığı için yine KHK’larla ihraç edilen akademisyenler bunun en açık örnekleridir. Bu akademisyenlerin tasfiye edilmesiyle birlikte sağlıktan eğitime, ekonomiden sosyal politikaya, mimarlıktan mühendisliğin çeşitli alanlarına kadar üniversitede toplum için bilim yapan akademisyen sayısı son derece azalmıştır. Halen akademide bulunanalar ise büyük baskı altında seslerini çıkartamaz hale gelmiştir. Kısacası bugüne kadar üniversiteye yönelik baskıların doğrudan mağduru her zaman toplumun sermaye dışında kalan kesimleri işçi, emekçi ve yoksullar olmuştur.
Özetle, gerek AKP’nin 16 yıllık iktidarının gerekse fiilen “tek adam” rejiminin geçerli olduğu OHAL döneminin gösterdiği, yasallaşan “tek adam” rejiminde üniversite, toplumsal işlevlerini bütünüyle kaybedecek; bilimsel aklın yerini hurafelerin aldığı, tamamıyla sermayenin hizmetine amade kurumlara dönüşecektir.
Bir üniversitede kadrolu öğretim üyesi sayısının yüzde ikisi kadar sözleşmeli yabancı öğretim üyesi alınabilecek son çıkan KHK ile birlikte. Bu, akademinin ihtiyacına uygun bir karar mı? Üniversiteler bu karardan nasıl etkilenecek?
Üniversiteler evrensel bilgi üreten, üretmesi gereken kurumlardır. Bu bilgi üretim ve bilgi sunum süreçlerinde yer alacakların hangi ülkeden olduğunun hiçbir önemi olmaması gerekir. Yani bir futbol ya da basket kulübünde ne kadar yabancı oyuncu olup olmayacağı gibi değerlendirilemez; üniversiteye, bilime katkısı nedir ona bakılır üniversitedeki yabancı uyruklu akademisyenlerin. Dolayısıyla yabancı öğretim üyesine getirilen sınırlama bilimsel bir temele dayanmamaktadır.
'EĞİTİM PİYASA AKTÖRLERİNE DEVREDİLİYOR'
Yeni Milli Eğitim Bakanı’nın “eğitimin içinden gelen biri olması” birçok çevre açısından olumlu karşılandı. Peki, özel eğitim kuruluşlarını kuran Ziya Selçuk’un Milli Eğitim Bakanı olması eğitim sisteminin piyasalaştırılmasını nasıl etkileyecek?
24 Haziran seçimleri sonrasında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi doğrultusunda kurulan hükümet, bu yeni rejimin sermayenin çıkarlarını esas aldığı ideolojik perspektifi bir kez daha ortaya koymuştur. Üniversite sisteminde olduğu gibi eğitim sisteminin bütününde de dolaylı müdahale yerine doğrudan tahakküm kurma yöntemi benimsenmiştir. Yani artık devletin sermayenin çıkarlarına aracılık ettiği bir bürokratik yapı yerine doğrudan sermayedarların yürütme organı içinde yer alıp, kendi sınıfsal çıkarlarını yaşama geçirdiği bir döneme gelinmiştir. Eğitim sisteminin eğitim “piyasası”sınınaktörlerine, sağlık sisteminin sağlık “piyasası”nın aktörlerine devredilmesi sınıfsal bir çerçeveden değerlendirilerek buna göre mücadele yol ve yöntemleri belirlenmelidir.
'TEK ADAM' KEYFİYETİ ALTINDA AKADEMİ
Geçtiğimiz günlerde çıkarılan 703 sayılı KHK ile rektör olma şartları arasından profesörlük şartı kaldırılmıştı. Geçtiğimiz günlerde bu şartın tekrar getirildiği açıklandı. Bu değişikliklerin nedeni neydi?
Rektörlükte profesörlük şartının OHAL’’e dayanan bir KHK ile kaldırılıp birkaç gün sonra Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK) ile yeniden getirilmesi önümüzdeki dönemde devlet işlerinin bu arada da üniversitede işlerin nasıl “tek adam”ın keyfine göre yürüyeceğinin ve aynı zamanda OHAL’in başka bir elbiseyle varlığını sürdüreceğinin göstergesidir.
Bu işin aslı bir kısım basında yer aldığı gibi yapılan bir düzenlemenin toplumdan gelen baskıyla düzeltilmesi değildir. Meselenin aslı, kısa süre önce öğretim üyeleri, öğrencileri ve tüm emekçilerinin karşı çıkmasına rağmen İstanbul Üniversitesi’nden ayrılarak “tek adam” keyfiyetiyle üniversiteye dönüştürülen Cerrahpaşa’ya yine “tek adam” keyfiyetiyle mevcut yasaya uymayan bir rektör atamasına kılıf uydurulmasıdır. Rektörlük seçimlerinin kaldırılıp, rektörün cumhurbaşkanı tarafından atanacağını içeren KHK’da rektörler için profesörlükte 3 yıl koşulu getirilmişti. KHK ile getirilen bu koşul 2018 Temmuz ayında çıkartılan 703 sayılı KHK ile kaldırıldı ve henüz bir yıllık profesör olan Nuri Aydın, birkaç gün sonra CBK ile Cerrahpaşa rektörlüğüne atandı. Bu atamanın hemen ardından da rektörlük için 3 yıl profesörlük koşulu yeniden getirildi. Yani kişiye özel olarak yasalar, KHK ve CBK’lararacılığıyla ayaklar altında ezilmiş oldu!
Hukukun “tek adam” tarafından ayaklar altında ezilmesine çok çarpıcı bir örnektir bu...