'Kanal İstanbul, finansal krizi aşmaya dönük bir emlak projesi'
Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığına bağlanan Kanal İstanbul Projesi'ni TMMOB İl Koordinasyon Sekreteri Cevahir Efe Akçelik ile konuştuk.
Fotoğraf: DHA
Barış ÇOBAN
İstanbul
Son yasal düzenlemelerle Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığına bağlanan “Kanal İstanbul Projesi”nin esas olarak finansal krizi aşmak için Hükümetin gündeme getirdiği bir emlak projesi olduğuna dikkat çeken Türk Mimar ve Mühendisler Birliği (TMMOB) İl Koordinasyon Sekreteri Cevahir Efe Akçelik, “Ayrıca kazı sırasında 1.5 milyar m³ hafriyat çıkarılacak. Bu miktar İstanbul’da 5 bölgede bulanan taş ocağında yapılan kazının 40 katı” diye konuştu.
Tartışmalara konu olan ve “yap-işlet-devret” modeli ile yapımı planlanan Kanal İstanbul projesi Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’na devredildi. Projeyle ilgili gelişmeleri değerlendiren Cevahir Efe Akçelik, Kanal İstanbul’u bilimsel niteliği olmayan, coğrafik, ekolojik, ekonomik, sosyolojik, kentsel, kültürel kısacası yaşamsal bir yıkım ve felaket projesi olarak gördüklerini belirtti. Kanal İstanbul’un Türkiye’de yaşanan finansal krizi aşmanın bir yolu olarak iktidar tarafından kaynak yaratma ihtiyacı için devreye sokulduğunu ifade eden Akçelik, “Kanal İstanbul Projesini; 2011 yılından itibaren gayrimenkul şirketlerin söz konusu güzergâh üzerinde arsa avına çıktığı, Emlak Konut’un güzergâhtaki 4,6 milyon m2‘lik arsasının Katar’da düzenlenen Expo Turkey by Qatar Fuarı’nda görücüye çıkartıldığı, yine Emlak Konut’un kanalın çevresinde 33 proje ile ‘Kanal İstanbul Manzaralı’ binlerce konut yapacağını açıkladığı bir emlak projesi olarak da yorumlayabiliriz’ dedi. Akçelik, Ayrıca projenin kalkınma vurgusu üzerinden, kitleler üzerinde ideolojik algı yaratma işlevi de gördüğünü ekledi.
BOĞAZ TRAFİĞİNDE ARTIŞ YOK AZALMA VAR
Projenin, İstanbul Boğazı’ndan akaryakıt ve benzeri diğer tehlikeli / zehirli maddeleri taşıyan gemi (tanker) geçişlerinin artması, dünya mirası kent üzerinde büyük baskı ve tehdit oluşturması nedeniyle planlanan bir proje olarak ÇED raporunda ifade edildiğini söyleyen Akçelik, “Ancak sayısal verilerin bu gerekçeyi çürütüyor. Deniz Ticareti Genel Müdürlüğü İstanbul Boğazı Gemi Geçiş İstatistikleri verilerine bakıldığı zaman İstanbul Boğazı trafiğinde iddia edildiği gibi yıllara göre bir artış değil, tam tersine, özellikle son 10 yılda ciddi bir azalma (%24) görülüyor” dedi. Torba Kanun ile Avrasya Tüneli, Osmangazi Köprüsü ve 3.Köprü projelerinde olduğu gibi Kanal İstanbul’un da yap-işlet-devret modeli ile hayata geçirileceğini dile getiren Akçelik, “Kanal İstanbul’dan geçecek gemi sayısına ilişkin verilecek taahhüdün 2 türlü zorluğu var: Birincisi, 2014 yılından sonra özellikle doğalgaz boru hatlarından gaz sevkiyatının artmasıyla birlikte gaz transferinde deniz yolu kullanımının terk edilmeye başlanması ve boğazdan geçen gemi sayısının azalması. İkincisi ve en önemlisi ise 1936 tarihinde imzalanmış Montrö Boğazlar sözleşmesi.” Uluslararası hukukun verdiği avantajla, gemilerin geçişlerde İstanbul Boğazı’nı tercih edeceklerini söyleyen Akçelik, “Ayrıca yine Montrö sözleşmesinin 28. Maddesine göre Boğazlardan serbest geçiş ilkesi sonsuz olarak belirlenmiş olup boğazların uluslararası dolaşıma kapatılmasının olanağı yoktur. Dolayısıyla böyle bir olanak varken neye göre taahhüt verileceği soru işareti yaratmaktadır” diye konuştu.
ÇIKACAK HAFRİYAT TAŞ OCAKLARININ 40 KATI
Kazı sırasında 1.5 milyar m³ hafriyatın çıkarılacağının ön görüldüğünü belirten Akçelik, “Bu miktar İstanbul’da 5 bölgede bulanan taş ocağında yapılan kazının 40 katı. Devasa bir hafriyat ve inşaat çalışması olacağından mekanik ve nakliyat işlemlerinden kaynaklı emisyonların da ciddi boyutlarda olacağı aşikârdır” dedi.
Kanal İstanbul projesinin olumsuz etkilerinin çok yönlü olduğunu söyleyen Akçelik, projenin; Sazlıdere ve Terkos gibi İstanbul’un su ihtiyacının yaklaşık %29’unu karşılayan su kaynaklarını da yok edeceğini belirtti. Proje kapsamında planlanan ünite ve tesislerin, toprak yapısı ve arazi kullanım sınıflandırılması bakımından, tarım ve hayvancılığa uygun olduğunun bilindiğini; dolayısıyla projenin İstanbul’un en verimli tarım arazileri ve mera alanlarını yok edeceğini belirten Akçelik, “Karadeniz ve Marmara arasındaki tuzluluk dengesinin bozulması, Marmara Denizi’ndeki canlı hayatının sona ermesi gibi etkiler de beklenmeli” diye konuştu.
DEPREM RİSKİNİ DE ARTIRACAK
Deprem alarmı verilmiş olan kentlerde deprem riskini artıracak eylemlerden kaçınmak gerektiğine dikkat çeken Akçelik, “Özellikle kanalın görece çürük zeminler içerisine gömülmüş olan kısımları ile Marmara’ya açılan ucunun beklenen depremden çok etkileneceği muhakkaktır. Diğer bir husus da gerek normal gerekse afet zamanında Kanal İstanbul’un İstanbul ile Trakya arasında özellikle ulaşım, tedarik ve ikmal açısından ciddi bir bariyer oluşturacağıdır” diye konuştu. Akçelik ayrıca büyüklüğü 7 ve üzeri bir depremin; kanalın Sazlıdere Barajı’nın kuzeyine kadarki kısmını, kanal ağzında yapılması öngörülen konteynır limanı ve yığma materyaller ile dolgu yapılarak oluşturulacak adaları ve yat limanlarını etkilemesinin kaçınılmaz olduğunu söyledi.
MÜCADELEYİ DAHA DA BÜYÜTECEĞİZ
Kanal İstanbul projesi gündeme geldiği günden itibaren büyük bir özveri ile çalışmalar yürüttüklerini belirten Akçelik, sürece ilişkin yaptıkları çalışmaları da şöyle ifade etti: “Kanal güzergâhına 2 teknik gezi düzenledik, güzergâh üzerinde yaşayanları proje hakkında bilgilendirdik. İstanbul’da 30’a yakın STK ile proje hakkında toplantı yaptık ve bir yol haritası çıkardık. Halk toplantısına fikirlerimizi iletmek için gittik. Yrttaşların ve meslek odalarının temsilcilerinin salona alınmamasına ilişkin bina önünde basın açıklaması yaptık. Adından savcılığa toplantının hukuksuz olduğuna ilişkin suç duyurusunda bulunduk. Sayısız forum ve paneller düzenledik ve proje hakkında detaylı raporları basın ile paylaştık. Şimdi ise başta kanal güzergâhında bulunan ilçeler olmak üzere İstanbul’un 39 ilçesinde halk toplantıları düzenleyerek hazırladığımız raporlar kamuoyu ile paylaşacağız, bir yandan da hukuki mücadelemizi sürdüreceğiz.”
DDK İLE MUHALEFET ETKİSİZLEŞTİRMEK İSTENİYOR
Devlet Denetleme Kurulu (DDK)’nun görev ve yetkilerinin Cumhurbaşkanı kararnamesiyle değiştirildiğini belirten Akçelik, “Kamu kurum ve kuruluşu niteliğindeki meslek kuruluşlarının özerk yönetim kuruluşu olma özellikleri görmezden geliniyor. Yargı alanına giren “görevden uzaklaştırma” DDK’nin görev ve yetki kapsamına alınıyor. Emek ve meslek örgütlerine yönelik düzenlemelerin açık bir şekilde kamu yararını, kamusal üretim hizmet ve denetim gerekliliklerini, bu yöndeki Anayasal örgütlenmeleri ve toplumsal muhalefeti etkisizleştirme, tasfiye etme ve cezalandırmaya yönelik olduğunu söylemek gerekir” diye konuştu. Akçelik, “Bizler kentimize, doğamıza, meslek alanlarımıza ve meslek örgütümüze sahip çıkmaya devam edecek ve talana karşı mücadele edeceğiz. Bu mücadeleyi daha da büyüteceğiz.” dedi.