Êzidî kadınların varoluş savaşı
Êzidîlerin Diyarbakır’da kaldığı Fidanlık Yaşam Alanı’nda çalışan Semra Güler, izlenimlerini anlattı: Kadınlar hâlâ varoluş mücadelesi veriyor.
Fidanlık Ortak Yaşam Alanı Proje Koordinatörü Semra Güler (Fotoğraf: Evrensel)
Defne FİDAN
Ankara
2014’te başlayan ve Irak, Suriye başta olmak üzere bir çok ülkesiyi hedef alan IŞİD saldırıları sonucu binlerce insan yaşamını yitirirken, binlercesi yerinden yurdundan edildi, cinsel ve fiziksel şiddete maruz bırakıldı, yoksulluğa mahkum edildi.
IŞİD saldırılarının büyük acılar yaşattığı halklar arasında Êzidîler de vardı. 3 Ağustos 2014’te IŞİD’in Şengal dağı ve çevresindeki yerleşim yerlerine saldırısı sonucunda 3 binden fazla Êzidî öldürüldü, 7 bine yakın kadın ve çocuk kaçırıldı, çoğu kadın ve çocuk 400 bin Êzidî göçe zorlandı. IŞİD’in elinde hâlâ 3 binden fazla Êzidî kadın ve çocuk olduğu tahmin ediliyor. Êzidîlere yardım amacıyla kurulan YAZDA’nın verilerine göre yerinden edilmiş Êzidîlerin yaklaşık 11 bini Türkiye’ye gelebildi. Çeşitli illere geçici olarak yerleşen Êzidîlerden yaklaşık 6 bini bir süre Diyarbakır ve ilçelerinde barındı.
Êzidîlerin Diyarbakır’da kaldığı Fidanlık Ortak Yaşam Alanı Proje Koordinatörü Semra Güler, aradan geçen 4 yıla rağmen Türkiye dahil dünyanın pek çok yerine dağılmış olan Êzidîlerin hâlâ çok fazla sorunla ve travmayla boğuştuğunu söyledi. Sorularımızı yanıtlayan Güler, çoğu tecavüze uğramış, yakınlarını kaybetmiş olan kadınların yaşadıklarıyla başa çıkabilmeleri ve yeni bir yaşam kurabilmeleri için toplumların ve devletlerin yapması gerekenleri anlattı.
Fidanlık’taki projenizden bahseder misiniz?
Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliğinin ödenek ayırdığı bir çalışma idi. 2015 mayısında Türkiye İnsan Hakları Vakfı olarak Fidanlık’ta psikososyal destek çalışması yürüttük. Oraya kamp demeyi tercih etmiyorduk, “Fidanlık Ortak Yaşam Alanı” idi adı. Çoğunluk kadın ve çocuklardan oluşuyordu, bütün kamplarda olduğu gibi. Önce herkesle yürütmek üzere başladığımız çalışmada ağırlığın kadın ve çocuklara verilmesi gerektiği ön plana çıktı. Kadınlarla olan çalışmayı belli kadın kuruluşları yürütüyordu Diyarbakır’da. OHAL nedeniyle kapatıldıkları için şimdi hiçbiri yok maalesef.
Sayı olarak durum nasıldı?
Batman’da önceden Êzidîlerin boşaltmış olduğu köylere yerleştirilenler vardı, orada da bir yaşam alanı oluşturuldu 450 kişilik. Diyarbakır’daki sayı ise değişkendi, Fidanlık’ta ilk başta 3 bin 500 kişi vardı. Sonraki dönemde çevre kamplardan ve Güney Kürdistan’dan katılanlar oldu, Avrupa’ya geçebileceklerini düşünüyorlardı. Bu yüzden sayı zamanla 6 bin 500’ü buldu. O dönem Siirt, Batman, Diyarbakır, Mardin ve Antep’te Êzidîlerin bulunduğu kamplar vardı. Toplam nüfus 12 bin deniyordu.
Bir ara “5 bin kişi sınır kapısına dayanırsa o kapı açılmak zorunda” diye bir söylenti çıkmıştı. Amaçları Bulgaristan sınır kapısına dayanıp Avrupa’ya gitmekti. Otobüslerle Diyarbakır’dan sınıra gittiler. İçlerinden bazıları darbedilerek geri gönderildi. Çok az bir kısmı geçebilmişti. O yüzden kampta sayı 3 bine düştü. Geri döndüklerinde kimi Güney Kürdistan’a, kimi Mardin’e gitti. En son 2016 aralıkta Fidanlık’ta kalanların sayısı 1100 civarındaydı. Batman’da da bazı köylerde Êzidîler var, ama artık çoğunlukla Midyat’talar. Sonrasında belediyeye kayyım atanmasıyla sayı oldukça düştü, 2017 ocağında da boşaltıldı.
Göç yolunda neler yaşamışlardı?
Feci bir travma yaşıyorlardı, yastaydılar. Mesela müzik, dans gibi çalışmalara önce tepkisel yaklaştılar. Çünkü yastalardı. Sadece günlük yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Bizim çalıştığımız gruptakiler Şengal’in köylerinden gelmişti. IŞİD daha onlara ulaşmadan çıkmış, açılan koridordan gelmişlerdi. Çoğu, akrabalarının kaçırıldığını aktarmıştı. İlerleyen zamanlarda IŞİD’in elinden kurtarılmış kadınlar da geldi. Ama tanınmak, herkesin bunu bilmesini istemedikleri için bizim çalışmalarımıza dahil olmadılar. Onlar zaten çok kısa süreli kalıyorlardı ya yurt dışına ya da Güney Kürdistan’a geri dönüyorlardı. Daha çok Duhok’a gidiyorlardı.
Başta büyük bir güvensizlik vardı. Bizden önceki süreçte bize aktarılan çalışmalara kimse gelmiyormuş. Hatta tedirgin oluyorlar, çocukları Müslümanlığa çevirmeye çalışılacak diye. İlk zamanlar kadınlar çalışmaya alındığında binayı taşlıyorlar mesela, kadınları geri istiyor. Ama arkadaşların çok fedakar çalışmalarıyla süreç içinde kırılan bir durum bu. Hem çalışmalara katılmaya başladılar hem de daha rahat hissediyorlardı kendilerini.
Diyarbakır halkının içinde değillerdi. Diyarbakır’a 20 kilometre uzaktaydı kamp. İmza verip dışarı çıkabiliyorlar, çarşıya gidebiliyorlardı. İçlerinden bazıları çok cüzi ücretler karşılığı çalışmaya da başlamıştı. Ama emek sömürüsü çok yoğun olduğundan durdurdular bu süreci.
Midyat’taki kamptan izin alıp Fidanlık’a gelenler “Siz şanslısınız. Bizim yemeğimiz, doktorumuz çok ama bir tane bile kadın çalışan yok” diye anlatıyordu. Fidanlık’a gelir gelmez kadınlar bunu fark etmişlerdi. Her yerde gülümseyen gönüllü kadın çalışanlar vardı.
ÇEKİNGENLİK GİTTİ ÖZ GÜVEN GELDİ
Çalışma yürüttüğünüz kadınların ihtiyaçları, sizden beklentileri neydi?
Kadınlar açısından beklentiler değişkenlik gösteriyordu, yaş grubu da önemli bir faktör. Genç kadınların beklentisi biraz daha entegre olmaya yönelik. Hepsi İngilizce kursu, bilgisayar kursu isterken yaşı daha büyük olanlar “Çocuklarımızla ilgilenin” diyorlardı. Biz de saygı gösteriyorduk; bir şey anlatmak istediklerinde dinleyip sağlık durumlarıyla ilgili destek sunuyorduk. Çünkü yas içindelerdi ve o yasın yaşanması gerekiyor. Mesela her çarşamba bir araya gelip ağıtlar yakıyor, dua ediyorlardı ve bu sırada kimsenin yanlarında olmasını istemiyorlardı.
Çalışmanız sona erdiğinde kadınlarda ne gibi değişimler gözlediniz?
Genç kadınlar daha hareketli hale geldi. Şengal’de köyde yaşayan insanlar bunlar. Tarihi, kültürel nedenlerden tutuculaşmışlar. Korkuyla da ilgili tabii. Dışarıya ne kadar açılırsanız zarar görme olasılığınız o kadar yüksek. Başta çekingen olan, çalışmalara katılmayan kadınların zamanla kendilerinin çalışma başlattığına tanık olduk. İngilizce kursu veriyorlardı mesela Şengal’de öğrenmiş olan kadınlar. Kendi işlerini kendileri yapmak istiyorlardı. İki buçuk senede o çekingenlik kırıldı.
ÇOCUĞUNU KANIYLA BESLEYEN ANNE
Geldikleri yerlerde ya da yollarda neler yaşamışlardı kadınlar?
Orada yaşadıklarından çok yolda gelirken yaşadıklarını anlattılar bize. Korku yaşamışlardı. Mesela kendi aralarında “musahiplik” diye bir bağ var, “ahiret kardeşliği” diyorlar. Daha çok Müslümanlarla yapıyorlar bunu kız alıp vermemek için. Bu olaylar başladığında bazıları yıllardır birlikte yaşadıkları komşu Arapların, ahiret kardeşlerinin IŞİD’lileri sakladığını, evlerinin o kişilere gösterildiğini anlattılar. Bunun şokunu yaşıyorlardı. Hepsi değil ama bunu yaşayanlar vardı.
Çok büyük bir korkuyla çıkmışlar evlerinden. Fidanlık’a gelenlerin büyük bölümü akrabalarıyla gelebilmişti ama yollarda kaybettikleri kardeşleri, çocukları vardı.
Bir arkadaşımıza anlatılan bir olay var mesela; bir anne yolda çocuğunu beslemek için kendi kanını vermiş. Çok etkileyici bir şey bu. Susuzluk, açlıktan ön planda olmuş yolda gelirken. Diyarbakır ve çevre belediyelerin çabalarıyla alınmışlardı içeri zaten. O yaz sıcağında o yolu korkuyla gelmek... Paniktesiniz sürekli “peşimizdeler” diye. Yolda hayatını kaybedenlerin sayısı da oldukça fazla.
DIŞARIYLA İLİŞKİ, EĞİTİM VE PSİKOSOSYAL DESTEK GEREK
Devlet ne yapmalı sizce bu noktada?
Devletin yapması gerekenler konusunda önce şunu söyleyebiliriz: AFAD’ın kampları hakkında hiçbir bilgimiz yok, içeri kimse alınmıyor, ne olup bittiğini bilmiyoruz. Bunun şeffaf olması gerekiyor. Belki gerçekten bütün ihtiyaçları karşılanıyordur ama hiçbir fikrimiz yok.
Bunun yanı sıra dışarıdaki hayatla kamptaki insanların bir şekilde ilişkili olması gerekiyor. Aksi tecrit oluyor ki, her türlü ihtiyaçları karşılansa da tecrit iyi bir şey değil. Devlet güvenlik açısından korumaya alıyor ama o insanların dışarı çıkması da engelleniyor. Oysa bunun yöntemi bulunabilir. O insanlarla STK’lerin, uzmanların görüşebilmesi gerekiyor.
Bazı ülkelerde kamplarda kendinize ait odanız var, çadırda kalmıyorsunuz. İmza karşılığı çıkıp bir hafta sonra dönebiliyorsunuz. Bu imkanların olması gerekiyor.
Diğer yandan bu insanların Türkiye’de kalabilirliği, Avrupa’ya gidebilirliği düşünülerek eğitim verilmeli. Dil, meslek eğitimi olabilir.
Bunların dışında her savaş ortamında olduğu gibi kadınların tecavüze uğraması durumu var. Dolayısıyla sosyal çalışmalar yapılırken kadınlara öncelik verilmesi gerekiyor. Büyük bir çoğunluğunun bunu yaşamış olabileceği akılda tutularak psikososyal destek verilmesi gerekiyor. Ve ne yazık ki böylesi yaşam alanlarının içinde de her türlü istismar olabiliyor. Bunun önlenmesi için de ciddi çalışmalar yapılmalı.
MAĞDURA DESTEK YETERLİ DEĞİL, TOPLUM DA DÖNÜŞTÜRÜLMELİ
IŞİD tarafından kaçırılmış kadınların yaşadıklar travmayla başa çıkabilmeleri için neler yapılmalı?
Ben Avustralya’da Bosnalı kadınlarla da çalıştım. Çoğu etnik temizlikten dolayı tecavüze uğramış kadınlardı. Burada ise durum biraz daha farklı. IŞİD’in elinde olan kadınlar sürekli tecavüze uğruyor, köle pazarlarında satılıyor ve bu birkaç yıl sürüyor. Dolayısıyla uzun süreli bir çalışma gerekiyor. O kadınlara verilen desteğin işe yarayabilmesi, kendilerini toplumun içinde tekrar işlevli hale getirebilmeleri için önce toplumla çalışma yürütülmesi gerekiyor.
Örneğin IŞİD’in elinden kurtulan kadınların intihar etmesi, kendilerini kötü hissetmeleri yaygın bir durumdu. Bunun azalmasında toplum liderlerinin açıklamaları da etkili oldu. Liderlerin olumlu davranışları da tabii yine STK’lerin ve Êzidî organizasyonlarının sayesinde oldu.
Biz nedense hep mağdurla çalışmanın yararlı olduğuna inanıyoruz ama mağdur bazen bir çember içinde dönüp durabiliyor. O kişinin içine gireceği toplumdan hiç bahsetmiyoruz. Bunlar uzun vadeli şeyler ama yine de asıl olarak buna dair uygulamaların hayata geçmesi gerekir.
Kısa vadede benim duyduğum Güney Kürdistan’da bir rehabilitasyon merkezinin açılmış olduğu. En son 2017’de IŞİD’in elinden kurtarılmış yaklaşık 1000 Êzidî kadının o merkezde hiçbir erkeğin girmesine izin verilmeden destek sürecinden geçtiğini duymuştum. Almanya’da da o kurumun bir eşi var, benzer bir uygulama yapılıyor. Bunlar da iyi örnekler.
GÜVEN VE SÜREKLİLİK ÖNEMLİ
Diğer yandan bizim Fidanlık’ta yaptığımız çalışmada en önemli şey süreklilikti. Gidiş gelişler çok olduğundan sürekliliği sağlamak zordu. Bugün çalışma yürüttüğünüz çocuk bir hafta sonra yok, sekiz hafta sonra tekrar geliyor. Bu da zor oluyor tabii.
Çalışanların sürekliliği de önemli. Bir psikiyatr arkadaşımız ilk günden itibaren gönüllü olarak çalışmalarını sürdürdü. Bu süreklilik işe yarıyordu. Hem güven hem de güzel bir ilişki oluşturmuştu. Köyden gelmişti bu insanlar ve daha önce hiç psikiyatr görmemişlerdi. Bizim için çok değerli bir durum yaşandı. Arkadaşın adı İsrafil’di. Onlar sanıyorlardı ki dünyadaki bütün psikiyatrlar İsrafil. İnsanlar akrabalarıyla görüştüklerinde mesela psikolojik bir sorundan söz edildiğinde psikiyatr önermek istediklerinde “Duhok’taki İsrafil’e götür” ya da “Almanya’daki İsrafil’e götür” diyorlardı. Güven ve süreklilik travma ile başa çıkmada çok önemli. Çünkü yerini ve zamanını kaybetmiş bir şekilde geliyor bu insanlar.