466 milyar dolar borç bir günde mi yapıldı?
Dolar ve avro neden her gün yeni bir rekor kırıyor? İktidar ‘ekonomik savaş’ dese de uzmanlar 16 yıldır sürdürülen politikalara işaret ediyor.
Görsel: Pixabay
TL’deki hızlı değer kaybı, haftanın son iş gününde de sürdü. ABD ile yaşanan ‘Rahip Brunson krizi’nin çözülememesinin de etkisiyle TL’deki güçlü değer kaybı arttı. Dolar/TL kuru 6,46’yı, avro/TL kuru 7,20’yi görerek dün de rekor kırdı. Dolar 6.46, avro 7.20, sterlin 8.27 liranın üzerine çıktıktan sonra saat pek çok banka döviz alım-satım işlemini durdurdu. Dün bir rekor da altından geldi. Gram altın 231 lira ile tüm zamanların rekorunu kırdı.
Hükümet dolardaki artışın ‘Brunson krizi’nden kaynaklandığını savunsa da, uzmanlara göre ‘Brunson krizi’ yalnızca artışı tetikleyen bir unsur. Evrensel'e konuşan Ekonomi Yazarı Bahadır Özgür, ekonomideki durumu “Üretimden kopuk, inşaata yönelmiş, borçlanma ağırlıklı giden bir ekonomik sistemin nihayetinde böyle bir kısır döngüye girmesi kaçınılmazdı” sözleriyle yorumlarken, Prof. Dr. Aziz Konukman, “Daha önceki ekonomi alanına uyguladıkları yanlış politikaları Brunson krizi üzerinden gizlemek istiyorlar” dedi.
‘DIŞ GÜCE BAĞLANDIĞI MÜDDETÇE KRİZE ÇÖZÜM HAYAL'
Cansu PİŞKİN
İstanbul
Ekonomi yazarı Bahadır Özgür, dolardaki artışın yalnızca Rahip Brunson olayı ile ilgisi olmadığını belirterek, “Brunson krizi son birkaç haftada ortaya çıkmış halbuki çok uzun süredir cezaevinde tutukluydu. Kurdaki artışı veya ekonomik sıkıntıları ABD ile yaşanan gerilime bağlamak çok yanlış olur. Onun da etkisi vardır. Çünkü ekonomik krizler aynı zamanda siyasi gerilimleri ve krizleri de beraberinde getirir” dedi.
Hükümetin mevcut ekonomi politikalarıyla krizin önüne geçebilmek için yapabileceği fazla bir şey olmadığını kaydeden Özgür, krizin birkaç ayda çıkmadığının, 2008’den sonra uygulanan ekonomi politikalarla doğrudan ilgisi olduğunun altını çizdi: “Üretimden kopuk, inşaata yönelmiş, borçlanma ağırlıklı giden bir ekonomik sistemin nihayetinde böyle bir kısır döngüye girmesi kaçınılmazdı. Biz şu an sadece aslında 2008’den, 2009’dan itibaren başlayan yavaş yavaş ilerleyen krizin ağır semptomları ile karşılaşıyoruz. Dolayısıyla bu tür krizleri aşmak için uygulanan ekonomi politikaları terk etmek gerekiyor. Ama hükümetten gördüğümüz kadarıyla Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın ve kabinesinin yaklaşımı bu tür politikaları terk etmeyeceği yönünde. 100 günlük icraat vaatlerine baktığınız zaman bırakın krize karşı bir önlem olmayı, krizi daha da derinleştirecek ve krizin nedeni olan uygulamalarda ısrar edeceğini gösteriyor.”
Hükümetin önünde sonunda başvuracağı yöntemin IMF ile masaya oturmak olacağını ifade Özgür şöyle konuştu: “IMF geldiği zaman bu ülkeye söyleyeceği şeyler değişmez, ücretlerin düşürülmesi, kamu harcamalarının kısılması yani genel olarak aslında çalışan kesimlerin ücretli kesimlerin aleyhine olan düzenlemelerle aşılır. Ama çözümü olamaz çünkü bu kriz gündelik siyasi gerilimlerle beslenen bir kriz değil, ekonominin daha yapısal sorunlarıyla ilgili.”
TÜRKİYE TARİHİNİN EN BORÇLU DÖNEMİ
Yaşanılan krizi bir borç krizi olarak değerlendiren Özgür, Türkiye’nin 2001 krizindeki borçlarından yaklaşık 60 katı borcu olduğunu söyledi. Özel sektör, banka ve kamunun borçlu olduğunu kaydeden Özgür, “Türkiye tarihinin en çok borçlu olduğu dönem. Dolayısıyla bir borç krizi yaşıyoruz. Bu borçların milli gelire oranı bugün yüzde 140 civarında. TL olarak baktığınız zaman Türkiye’deki bütün mal ve hizmetleri satsanız bunun parasal karşılığı şu an ki toplam borçları karşılayamıyor.”
‘ERDOĞAN BİR ŞEY YAPMAYACAK’
Erdoğan’ın önceki gün Rize’de sarfettiği “Onların dolarları varsa bizim de halkımız, hakkımız, Allah’ımız var” sözlerini de değerlendiren Özgür, “Erdoğan Rize’de bu krize karşı hiçbir şey yapmayacağını açıkladı. Dolarda bu sabahki artışın nedeni biraz da bu açıklama. Biliyoruz ki Erdoğan bunu söyledikten sonra herhangi bir bakanının, bürokratının farklı bir şey demesi mümkün değil. Berat Albayrak’ın açıklayacağı şey de muhtemelen bu doğrultudaydı söyleyeceği şey de şuydu, ‘enflasyonu düşüreceğiz, cari açığı azaltacağız’ gibi soyut aslında bunu nasıl yapacağını içermeyen bir program söyleyecekti. Ama bunun da yeterli olmadığını düşündüğü için geri çektiler. Şunu görmek lazım bu hükümet bütün olan biteni her şeyi bir üst akıl, dış güce bağladığı müddetçe onlardan krize karşı bir tedbir, somut adım beklemek hayal olur. Atacağı somut adımın da mutlaka çalışanların aleyhine olacağını görmek lazım. Başka çaresi yok çünkü. Bu ekonomi politikaları kökten terk etmedikçe alacağı her tedbir çalışanın aleyhine olur.”
ŞİRKET BATMALARI ARTTI
Bu süreçte şirket batmalarında da artış yaşandığına dikkat çeken Özgür, “Konkordato Yasası’nın çıktığı Mart’tan bu yana 250’den fazla şirket konkordato ilan etti. Bunların içinde ağırlıklı kısmı inşaat şirketleri, alt yapı inşaatına yönelmiş şirketler, büyük otel zincirleri var. Belli bir ölçeğin üzerinde Ülker ve Doğuş gibi büyük sermaye sahibi şirketler de teknik olarak iflas etmiş durumda olmasına rağmen bankalarla masaya oturup borçlarını öteliyorlar. Bu krizin en büyük özelliklerinden birisi şirket iflasları olacak. Bu şirket iflasları bankaların bilançolarını sarsmaya başlayacak. Krizin ikinci ve ağır aşaması bu olacak. Doların artması, şirketlerin borçlarını ödeyememesi doğrudan bankacı sistemini vuracak bir şeydir. Beklediğimiz şey aslında banka bilançolarında ileriye dönük bozulma” dedi.
Krizin faturasını ilk olarak işçiler, memurlar ve emekçilerin ödemeye başladığını kaydeden Özgür, bugünkü krizin özellikle orta sınıfı vuracağını şu sözlerle dile getirdi: “Firmalar tedbir almaya başladılar ve bankalardan 600-700 kişi çıkartıldı şu an. Çıkartılanlar üst düzey yönetici değil orta kademe çalışanlar yani kamuoyunda beyaz yakalı denilen kesim. Bu kesimin çok yoğun bir ev ve taşıt kredisi borcu, tüketici kredisi borcu var. Uzun süredir belli bir iş garantisine sahip oldukları için borçlanma konusunda çok rahat davrandıklarından daha ağır bir yara alacaklar. İşçi ve memuru saymıyorum çünkü onlar zaten çoktan ödemeye başladılar. Onların elinde kalan tek şey işleri. İnşaat en büyük istihdam sektörüydü ki bu kriz inşaatı doğrudan vurduğu için mevsimlik ve geçici işlerdeki sistem zaten yara almış durumda” açıklamalarında bulundu.
KONUKMAN: BRUNSON KRİZİ DOLARI SADECE TETİKLEDİ
Hükümet dolardaki artışın ‘Brunson krizi’nden kaynaklandığını savunsa da, Prof. Aziz Konukman’a göre ekonomide gelinen durumun nedeni yanlış ekonomi politikaları ve yapısal sorunlar. Brunson krizinin sadece kuru tetiklediğini söyleyen Konukman ekonomideki temel problemi şöyle açıkladı: “Başını alıp giden döviz, ABD ile ilişkiler yerine oturduğunda durmaz. Sadece doların 7 TL’ye gitmesi durur. Ama senin cari işlemlerin açık veriyorsa, sen dış kaynak bağımlılığı içinde bir ekonomi isen, dövize her anlamda bağımlıysan ne olacak? Dışarıdan gelen sıcak para bağımlılığına devam etmek zorundasın. Türkiye döviz bağımlısı bir ekonomi. Bu politika devam ettiği sürece, döviz fiyatları daima yüksek düzeylerde seyredecek. Ama eğer bu ABD ile devam eden kriz çözülürse, çok çok yükseğe gitmez. Ama bu Türkiye ekonomisinin sorunlarını çözmez.”
‘466.7 MİLYAR DOLARLIK DIŞ BORÇ ABD KRİZİ İLE Mİ ORTAYA ÇIKTI’
Türkiye’nin 466.7 milyar dolar dış borcu olduğunu söyleyen Konukman, “Bu borç ABD krizi ile mi ortaya çıktı? Geçmişte uygulanan politikalar yüzünden oldu bunlar. ‘Bunları dış güçler yapıyor’ diyerek, kendi sorumluluklarını kamuoyunu gözü önünde saklamak çabasına girmekle bu sorun çözülmez. Yapmak istedikler şey, ‘İşte ben ekonomiyi düzeltecektim ama dış güçler düğmeye bastı’ algısını oluşturmak. Daha önceki ekonomi alanına uyguladıkları yanlış politikaları Brunson krizi üzerinden gizlemek istiyorlar. Mesele bundan ibaret” dedi.
‘TÜRKİYE GİBİ EKONOMİLER HER ZAMAN İÇİN DÖVİZ KITLIĞI YAŞAR’
Konukman, Türkiye gibi ekonomilerde her zaman için döviz kıtlığının yaşanacağını söyledi ve “Eğer bir ülkede döviz kıtlığı olursa, döviz yükselir. Bunun ABD ilişkileri falan alakası yok. Ama ABD ile ilgili olan problemler, bu durumu hızlandırır ve tetikler” diye konuştu.
ERDOĞAN’IN KUR ARTIŞINDAKİ ROLÜ
TÜRKİYE ekonomisinin yaşadığı kur krizinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın payına da işaret eden Konukman, şunları söyledi: “Erdoğan, Londra’da yatırımcılarla yaptığı toplantıda, ‘Eğer reis olursam faizi yükseltmeyeceğim’ dedi. Ortalık o zaman bir birine girdi. Sonra Mehmet Şimşek bu durumu düzeltmek için Londra’ya gitti ve Tayip Erdoğan’ın bu hatasını düzeltmeye çalıştı. Faizler zaten örtük olarak artıyordu ama ondan sonra da faiz kuru daha da artırıldı. Eğer dalgalı kur sistemi var ise faizler, kurlar yükseliyorsa, bu yükselişi durdurmak için faizi arttırman lazım. Ama Erdoğan buna izin vermedi. Hatta bir önceki Merkez Bankası Başkanı faiz artışını denediği için, hain olarak ilan edildi. Sonunda dövizdeki yükselme başladı.” (Ankara/MA)