Türkiye Cumhuriyeti’nden Türkiye A.Ş.’ye
'Yeni kabinedeki tüm isimlere bakıldığında yeni getirilen rejim ve kabinenin ekonomi-politiğine dair birçok sonuç çıkartılabilir.'
Cengiz Anıl BÖLÜKBAŞ
Antep
24 Haziran seçimlerinin ardından geçtiğimiz haftalarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk bakanlar listesini açıkladı. Yeni kabinede siyasetçilerden özel sektör temsilcilerine, bürokratlardan damatlara kadar birçok isim yer alıyor. Maya okullarının sahibi Ziya Selçuk Milli Eğitim Bakanı, ETS Turizm’in sahibi Murat Ersoy Turizm Bakanı ve Medipol Üniversitesi’nin Yönetim Kurulu Başkanı Fahrettin Koca ise Sağlık Bakanı oldu. Bunun yanı sıra 64. Hükümette Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yapan ve Erdoğan’ın damadı olan Berat Albayrak yeni oluşturulan kabinede Hazine ve Maliye Bakanı oldu. Tüm bu isimlere bakıldığında yeni getirilen rejim ve oluşturulan kabinenin ekonomi-politiğine dair birçok sonuç çıkarmak mümkün.
'POLİTİK AİLE ŞİRKETİ'
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın başına özellikle Berat Albayrak’ın getirilmesinin başlıca iki sebebi var: İlk olarak dış sermaye ve piyasa ile Türkiye arasındaki koordinasyonu sağlayan Mehmet Şimşek ile dönem dönem düşülen ayrılıklar. Yeni kabinede Berat Albayrak’ın görevlendirilmesi şu anlama geliyor: Erdoğan etrafında kendisiyle ters düşecek biri olmadan ve ekonomiyi tek başına yönetmek istiyor. Bir diğer önemli sebep ise “politik aile şirketi” olarak adlandırabilecek duruma ilişkin:
“ ‘aile şirketi’, çünkü baba ve çocuklar tarafından yönetilmektedir; ‘politik aile şirketi’, çünkü gelir elde etmek için bilinen anlamda üretimde ya da yatırımda bulunulmamakta, ailenin politik kimliği kullanılmaktadır. Aile şirketine ‘politik’ karakterini veren şey, şirketin sadece politik nüfuz üzerinden gelir elde ediyor oluşu değildir; rant olarak elde edilen gelir, aile-devletinin iktidarının devamını sağlayacak bir finansman kaynağı olarak kullanılmaktadır. Şöyle ki; kamu ihaleleri ya da imara açılacak kimi değerli araziler ailenin çevresindeki işadamlarına ya da başka hanedanların mensuplarına verilmekte, bunun karşılığında ise belli bir komisyon ‘dava adına’ politik aile şirketine ödenmektedir.”*
EĞİTİMİN PİYASALAŞTIRILMASINDAN SORUMLU BAKAN
Yeni kabineye ilişkin diğer önemli nokta ise sermaye temsilcilerinin sadece temsiliyetten ziyade bizzat yeni kabinede yer alışı. Özellikle bakan seçildikten sonra yaptığı açıklamalarla ve eğitimden gelen biri oluşuyla umut(!) uyandıran Ziya Selçuk’a ayrı değinmek gerekir. Yaptığı açıklamalar ve eğitimin içerisinden gelmesinden ziyade sınıfsal konumu ve yeni rejimin ekonomi politiği göz önüne alındığında gelecekteki eğitim sistemine ilişkin birçok ipucu bulunmakta. Halkın ücretsiz faydalanması gereken sağlık vb. gibi tüm “kamusal hizmetler” nasıl daha çok paralı hale getirildiyse eğitim sistemi de öyle olacak. Böylelikle eğitimde yeni dönemde özelleşmenin hız kazanacağı, özel okullara eğilimin daha da artacağı, imkânı olanın bu olanaklardan faydalanacağı eğitimde fırsat eşitsizliğinin artacağı bir süreç bizleri bekliyor. Ayrıca yeni rejimle tüm karar ve denetleme mekanizmalarını kendisine bağlayan Erdoğan’ın dışında bu alanlarda bir karar verilemeyecek. Bu yüzden bu sorunlar nasıl ki sermaye sisteminden doğan sorunlar ise sorunun çözümü de “tek kişi”nin gelmesiyle değil ancak sistemin değişmesiyle mümkün olacaktır.
Özellikle seçimlerin ardından başta TÜSİAD olmak üzere tüm sermaye gruplarının verdiği mesajlara bakılırsa sermaye yeni rejimden memnun ve bir an önce Erdoğan’dan sorunlarına dair çözüm bekliyor. Erdoğan’ın yakın zamanda açıkladığı “Yüz Günlük Eylem Planı”na da baktığımızda sermayenin ihtiyaçlarını karşılamak üzere olduğu görülüyor. Türkiye’de ekonomik duruma baktığımızda ise kriz emarelerinin daha da belirgin olarak açığa çıktığı süreçte çalışanların vergi yükünün arttırılması, ücretlerin azaltılması; sömürünün ve esnek çalışmaların artması, çalışma koşullarının daha da kötüleşmesiyle bu krizin faturası da gene işçilerin, emekçilerin sırtına yüklenecek.
SERMAYENİN TÂ KENDİSİ
Yeni rejim ve kabineyle birlikte düşündüğümüzde söylenebilir ki artık bir “devletleşen şirket, şirketleşen devlet” söz konusu. Ülke artık bir şirket gibi yönetilecek. Bir yandan sermayenin bizzat kabinede yer alışıyla görülen “şirket-devlet” durumu bir yandan hem partinin hem de devletin ellerini elinde tutan Erdoğan ile birlikte “parti-devlet”. Ekonomik olarak baskının daha da artacağı; liyakatin ortadan kalktığı, bürokrasi işleyişinin irrasyonel bir duruma geleceği, parlamento ve yargının işlevinin ortadan kalktığı ve her şeyi “tek adam”ın belirlediği bir düzen artık sadece fiili olarak değil resmi olarak da kurumsallık kazandı.
Hak ve özgürlüklerin kısıtlanacağı; demokrasiye karşı otoriterleşmenin artacağı, kamusal hizmetin yerini özelleştirme ve taşeronlaştırmanın alacağı bir piyasalaşma, neoliberal atılımların ve iktisadı kurumsallaşmanın ihtiyacına yönelik tüm “kamusal alan”ın muhafazakârlaşacağı bir süreçte yeni oluşturulan kabine de hem içerik hem de biçim olarak sermayenin bizzat temsil edildiği ve sermayenin ihtiyaçlarını karşılayan bir pozisyonda olacaktır. Tüm bunlara karşı yapılması gereken ise, yeni oluşturulan sistem ve kabinenin siyasal, ekonomik ve sosyal olarak yansımasını doğru tahlil edip tüm bunlara karşı emek-sermaye çelişkisinin daha artacağı bir süreçte emekçilerin ekonomik taleplerinin siyasal bir perspektifle birleşmesi ve oluşacak muhalefetin bu çelişkiler üzerinden kurulmasıdır.
*Yaşlı, Fatih AKP, Cemaat, Sünni Ulus, Yordam Kitap syf. 34-35
Evrensel'i Takip Et