'Eşitlik ve adalet ilkelerine aykırı af hatası tekrarlanmamalı'
Prof. Dr. Adem Sözüer af tartışmalarını değerlendirdi: Af, suç ve ceza politikasının amaçları uyumlu olmalı ve toplumsal barışa katkı sağlamalı.
Fotoğraf: DHA
Meltem AKYOL
İstanbul
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, Organize Suç Örgütü Lideri Alaattin Çakıcı ile görüştükten sonra gündeme getirdiği ‘af tartışması’ devam ediyor. 24 Haziran seçimleri öncesi gündeme gelen tartışamlara AKP’den ‘gündemizde yok’ açıklaması gelse de MHP 8 maddelik taslak hazırladı bile. Taslağa göre MHP “kader mahkumları”na af isterken, “Çocuk istismarcıları, tecavüzcüler, kadın katilleri, PKK-FETÖ’cüler hariç olmak üzere” olanların dışanda kalmasını öngörüyor. Af tartışması diğer yandan idam tartışması ile birlikte yürütüldü. Hemen hergün çeşitli gazetelerde ‘kulis’ referansıyla ‘Afta anlaştılar’, ‘İdamda anlaştılar’ gibi haberleri yayınlandı. Af tartışmasını gazetemize değerlendiren İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Adem Sözüer’e göre, “Af, suç ve ceza politikasının amaçları uyumlu olmalı ve toplumsal barışa katkı sağlamalı.”
Uluslarası Suç ve Ceza Film Festivali Başkanı da olan Sözüer, MHP’nin taslağındaki başlıkları eleştirerek, “Örgütlü olarak eroin kaçakçılığı da affedilecek. Buna karşılık 18-19 yaşında kişi bir örgüte üye olmuş. Kişiyi yaralama vesaire hiçbir şey yapmamış. Bunu affetmeyeceksiniz ama, örgütlü eroin kaçakçısını affedeceksiniz” diye görüş belirtti. Cezaevleri doluluğunun affa gerekçe gösterilmesinin de tümüyle tutarsızlık olduğuna dikkat çeken Sözüer, “Tutukluluğa bu kadar sık başvurmak yerine adli kontrol daha etkin uygulansa, cezaevi doluluğu bu kadar olmaz” diye konuştu.
AYRIMCILIK DOĞURAN AFLARDAN KAÇINMAK GEREKİR
Af tartışması başladığında siz buna itirazlarınızı sosyal medyadan da dile getirdiniz, bir hukukçu olarak nasıl yorumluyorsunuz?
Af, suç ve ceza politikasının amaçları uyumlu olmalı ve toplumsal barışa katkı sağlamalıdır. Özellikle eşitlik ilkesine aykırı ve ayrımcılık doğuran aflardan kaçınmak gerekir. Örneğin kadın cinayetlerine af yok deyip, erkekleri ve çocukları öldürme suçlarını af getirmek, anayasadaki eşitlik ilkesine açıkça aykırı olur.Aslında önceki aflarda da yaşanan budur. Meclisten bilerek bu şekilde anayasaya aykırı af kanunları çıkarılıyor, sonra Anayasa Mahkemesi böyle bir kanunu iptal edip af genişleyince, siyasetçiler “bizim kabahatimiz yok kabahat anayasa mahkemesinde” diyorlar. Örneğin halk arasında “Rahşan Affı” olarak adlandırılan afta da böyle oldu.
CEZAEVLERİ DOLU GEREKÇESİ TUTARSIZ
Affın gerekçelerinden biri olarak cezaevlerinde doluluk gösteriliyor. Bu önemli bir sorun, bunun çözümü olur mu af?
Cezaevleri doluluğunun affa gerekçe gösterilmesi de tümüyle tutarsızlık. Bir yandan sürekli cezaları artırıp cezaevleri dolduruluyor, diğer yandan, ‘cezaevleri doldu af çıkarılım’ deniyor.
Bu “doldur-boşalt sistemine” son vermek için Türkiye’de büyük bir ceza hukuku reformu yapıldı. Ama ilkesiz, tutarsız aflarla yine eskiye dönüyoruz. Üstelik cezaevlerinde tutuklu sayısının fazlalığı, doluluğun temel nedenlerinden biri bu. Tutukluluğa bu kadar sık başvurmak yerine adli kontrol daha etkin uygulansa, cezaevi doluluğu bu kadar olmaz.
Üstelik 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, cezaevlerinde yer açmak için zaten af çıkarılmıştı. Demek ki doluluk sorunu afla çözülmüyor. Bunu zaten siyasetçiler bilir. Ama yine de her seferinde bu gerekçe söylenir.
EROİN TİCARETİ YAPANA AF
Bahçeli, ‘kader mahkumları’ dediği affı gündeme getirirken, bu açıklamayı nasıl değerlendirdiniz, kim bu kader mahkumları?
Aflarda, “kader mahkumları” ve diğer mahkumlar gibi ötekileştici ve ayrımcılık doğuran söylemler de doğru değildir.Yani üç kişiyi öldüren veya örgütlü biçimde eroin gibi uyuştucu maddelerin ticaretini yapan “kader mahkumu” sayılıp affa layık görülecek, buna karşılık sadece ‘örgüt üyeliği’ suçundan mahkum olan, yani öldürme, yaralama, bombalama vs. yapmamış ‘örgüt üyesi’ 18-19 yaşındaki hükümlü affedilmeyecek! Üstelik cezaevlerindeki kişileri “kader mahkumu” olarak aldandırmak ceza hukuku sorumluluk ilkelerine ve infazın amaçlarına da aykırıdır.
‘SUÇ İŞLEYENİN YANINA KÂR KALIYOR’ DÜŞÜNCESİ YAYILIR
Af tartışması yapılırken, sadece bu konuda değil, vergi affı, imar affı vesairelerde de, insanların ‘ben yapıyorum, ödüyorum ama yapmayan da kurtarıyor bir şekilde’ duygusu oluştuğunu görüyoruz. Nasıl bir yönetimle çözülür bu?
Türk Ceza Hukuku Reformunun getirdiği sistem; adil yargılama, hakkedilen miktarda ve kusuruyla orantılı cezayı vermek ve bu cezayı etkin olarak infaz etmektir.
Ama bu kadar sık ve ilkesiz aflarla, cezanın topluma kazandırma, kişileri suçtan caydırma ve adaleti sağlama amaçlarına da açıkça aykırı davranılmaktadır. Toplumda suç işleyenin yanına kâr kalıyor düşüncesi hakim olmaktadır.
Özellikle suç mağdurlarının ve yakınlarını hukuka güveni azalır böyle aflarla bir kez daha mağdur edilmiş olurlar.
Daha önce de af çıktığını da düşünürsek?
Türkiye’de geçmiş aflar hep tartışma konusu olmuştur. 1974 yılındaki af kanunun Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmiş, af genişlemiştir. 1991 yılında Terörle Mücadele Kanunu çıkarıldığında aynı kanunun geçici maddeleri ile af getirilmişti. Bazı suçlar kapsam dışı tutulmuştu. Anayasa Mahkemesi kanunun bu af maddelerini eşitliğe aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etti. Bunun sonucunda af yine genişledi.
1999 yılında çıkarılan “23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye Dava Ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun” yani Rahşan affı kanunu da Anayasa Mahkemesince iptal edildi.
Kanunun çıktığında 23 bini aşkın tutuklu ve hükümlü aftan yararlandı. Ama Anayasa Mahkemesi’nin iptal sonrası bu sayı en az bir kat daha arttı. Bu af öncesi ve sonrasında da hep aynı tartışmalar yapıldı ve sonuçta böyle aflar yapılmamalı dendi. Umarız eşitlik ve adalet ilkelerine aykırı af çıkarma hatası tekrarlanmaz.
SİYASETÇİLER YİNE BİRİLERİNİ KURTARIYOR TEPKİSİ
Af olmasın mı yani?
Af ancak, toplumun geniş kesimlerinin özellikle suç mağdurlarının da onayladığı bir şekilde yapılırsa toplumsal barışa katkı sağlar. Toplumlar için bazen, büyük çatışma veya çalkantılı dönemlerdenden sonra yeni bir başlangıç yapmak, yeni bir sayfa açmak gerekir. İşte böyle hallerde eşitlik ve adalet ilkelerini gözeten, hemen tüm toplumca uygun görülen bir af yapılabilir. Nitekim anayasamızda af kanunları için nitelikli bir çoğunluk aranmasının nedeni, affın bir uzlaşmayla çıkarılması düşüncesidir. Böyle nitelikli bir çoğunluktan kaçınmak için, kanunun adını af değil de, cezaları erteleme kanunu vs. koymakta, yapılanın bir af olduğu gerçeğini değiştirmez. Anayasa Mahkemesi kararları da bu yöndedir. Gündeme getirilen af önerileri, eşitliğe uygun, uzlaşmaya dayalı ve mağdurların mağduriyetini giderici bir şekle dönüştürülmez ise her açıdan yanlış olur. Toplumda haklı olarak, siyasetçiler yine birilerini kurtarıyor tepkisi doğar.
TÜRKİYE’DE ÖLÜM CEZASI ÖLMÜŞTÜR, BİR DAHA DİRİLTİLEMEZ
Af tartışması sürekli, idam tartışması ile birlikte yürüyor. Neden tercih ediliyor bu, neden idam bu kadar çok dillendiriliyor?
Ölüm cezasının, zannedildiği gibi caydırıcılık etkisi çok değildir. Bilimsel araştırmalarda bunu ortaya koymuştur. Ölüm cezasınının olduğu dönemlerde, bu ceza caydırıcılık etkisi göstermemiştir. Ölüm cezasının olmadığı Avrupa ülkelerinde suç oranı düşüktür. Bu ceza yanlış bir karara dayalı olarak verilirse hiç bir telafisi yok. Her sistemde hatalı kararlar oluyor. Bizde hata oranı Avrupa ülkeleri, Japonya gibi ülkelere göre çok yüksek. Ölüm cezasının olduğu ABD’de çok sayıda kişinin masum olduğu, ölüm cezası uygulandıktan sonra anlaşılmıştır. Ülkemizde özellikle askeri darbeler sonrası uygulanan idamlar toplumda derin yaralar açmıştır. Türkiyede her siyasi kesim idamlardan mağdur olmuştur. 15 Temmuz kanlı darbe girişimi, hunharca işlenen bazı cinayetler gibi ağır suçlar sonrası; ölüm cezasının geri getirilmesi seslendiriliyor. Ölüm cezasının geri getirme talebi başka ülkerde de zaman zaman ortaya çıkıyor. Ama soğukkanlılık daima hakim oluyor. Türkiye, Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesidir. AB ile müzakere sürecindedir, AİHS ek protokolllerini imzalamıştır.
Şimdi tüm bu uluslararası kurum ve sözleşmeleri bir tarafı bırakarak, ölüm cezasını geri getirmek, Türkiye’nin çok olağandışı bir şekilde Avrupa’nın çok dışında başka bir dünyaya dahil olması anlamına gelir. Bütün bu hususlar gösteriyor ki; ölüm bir ceza olamaz, caydırma ve adaleti sağlamaz, Türkiye’de ölüm cezası ölmüştür, bir daha diriltilemez.