Çelişkiler, krizler ve olanaklar
"Unutmadan bir de şunu soralım, "fedakarlık" kimden, nasıl bekleniyor?"
Aydın YİĞİT
Adana
"Hepimiz aynı gemideyiz, batarsak birlikte batarız" cümlesi son zamanlarda başta hükümet temsilcileri olmak üzere, birçok patron, esnaf örgütü açıklamalarında, demeçlerinde yer alıyor. Google’da arama yapsak dahi bu sözlerle alakalı yüzlerce sonuca rastlamak mümkün. Ancak bu cümlenin içinde geçtiğini belirttiğimiz açıklamalarda ana vurgu ise şu kelimde saklı: "Fedakarlık." Öyle ki, 1 doların 7 liraya denk geldiği zamanlarda çok duyduğumuz bu sözlerle birlikte yetkililer, patronlar, ekonomistler, köşe yazarları hep bir ağızdan vatandaşa fedakarlık yapma ve ülkeye karşı başlatılan ekonomik savaşa karşı birleşme çağrısı yapıyordu. Peki, gerçekte olan "dış güçlerin yeni bir oyunu ve ekonomik bir savaş" mı yoksa kapitalizmin bir çıkmazı mı? Unutmadan bir de şunu soralım, "fedakarlık" kimden, nasıl bekleniyor?
Son yıllarda çok daha fazla olmak üzere, AKP hükümeti ve Başkan Erdoğan, başta ABD’ye karşı olmak üzere, -Eyy ile başlayan cümlelerin ardından- emperyalist güçlere karşı mücadele içerisinde olduklarını iddia ediyorlar. Bunun son şekli ise şu sıralar tanık olduğumuz üzere ekonomi üzerinden gerçekleşiyor. Ve fedakârlık çağrısını ise vatandaşa yapıyor. Görünüşte bir liderin, halka, antiemperyalist mücadele çağrısı yapması tüm ezilenler açısından takdir edilmesi gerekebilir. Ancak görünüşte bile sıkıntılı olan bu çağrının antiemperyalizmle ya da işçilerin, gençlerin lehine ufak bir kırıntıyla dahi alakası yoktur! Buna birkaç pencereden bakalım, ülke ekonomisinin yapısına, ilerleyişine, ABD ve emperyalistlerle olan ilişkiye ve bu gidişatın patronlara, işçi sınıfına neler getirdiğine göz atarak…
YILLAR ÖNCESİNDEN GELEN İPUÇLARI
Öncelikle bugün yaşananlar –doların TL karşısında yükselişi- bir tesadüften öte beklenebilecek bir gelişmedir. Öyle ki, AKP ülkede hükümeti devraldığında uluslararası bir krizden yeni çıkılmış ve IMF programları Arjantin, Türkiye, Doğu Asya Ülkeleri’nde uygulanır olmuştu. Kemal Derviş’in ülke için "15 günde 15 Yasa" uygulamaları hatırlamamıza yardımcı olacaktır. Bu kısmı çok uzatmamakla birlikte uluslararası tekeller, burjuvazinin irili ufaklı birçok kesimi "yüksek faizli" ülkelere yatırıma soyunmuş ve Türkiye’ye de 2005-2010 yılları arası büyük miktarda para girdileri başlamıştı. Elbette bu büyük meblağların, patron sınıfı açısından "kaz gelecek yerden tavuk esirgememek" mantığı ile ülkeye girişlerinin yapıldığını unutmamak gerekir. O zamanlar, Türkiye’nin her seferinde %10 civarı büyüdüğü gerçeği de bu kısımla alakalı. Şimdilerde ise birçok ekonomist tarafından bugün yaşananlar o dönemlerin yansıması olarak gösteriliyor. Yani 16 yıl önce 160 milyar dolar olan dış borcun bugün 480 milyar dolar civarında olmasının ve TL’nin hızlı değer kaybının sırrı burada gizli diyebiliriz. Bununla birlikte Arjantin gibi ülkelerin aksine Türkiye’nin bu mali girdilerin kullanımı açısından uzun soluklu yatırımlar yapılmadığı, günü kurtarmak adına inşaat gibi sektörlerin şişirildiğini hep birlikte izliyoruz.
HÜKÜMET, ERDOĞAN VE PATRONLAR İLİŞKİSİ
Birkaç hatırlatma ile devam edelim.
-2016 Mart’ında Eskişehir İnönü Tesisleri'nde düzenlenen açılış törenine katılan dönemin Ford Otosan'ın Yönetim Kurulu Başkanı şimdilerde ise aynı zamanda Koç Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Ali Koç "Hükümetimiz bizlere Cumhuriyet tarihinin en önemli programlarını, teşviklerini yetiştiriyor. Hiçbir dönemde sanayicilere bu imkânlar sunulmamıştı" demişti.
-10 Ağustos’ta gerçekleşen Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın Orta Vadeli Program tanıtımının ardından konuşan banka sahipleri ise programdan memnun olduklarını belirtip "Hepimiz Aynı Gemideyiz, batarsak da beraber" demişti. Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı ise bakana duydukları güvenden bahsetmişti.
- Dönemin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 12 Temmuz 2017 tarihinde Uluslararası Yatırımcılar Derneği’nde "Şimdi grev tehdidi olan yere OHAL’den istifade ile anında müdahale ediyoruz. Diyoruz ki hayır, burada greve müsaade etmiyoruz" demişti.
Bu saydıklarımız patronlar, uluslarası tekeller ve hükümet arasındaki ilişkileri göz önüne getirecek birkaç hatırlatma. Fedakarlık yaptığı vatandaşlar ile ilişkisine ise son aylarda iğneden ipliğe tüm tüketim mallarına gelen %50’lere kadar dayanan zamlara bakarak söylemek zor olmayacaktır. Öyle ki, geçen sene 464 dolar olan asgari ücret bugün 267 dolar’a kadar geriledi ve % 42 değer kaybetti. Enflasyon karşısındaki erime ise çoktan gözden kayboldu bile.
Elbette bu ve benzeri krizler sonucu, patronlardan da zarar görenleri olacaktır. Ancak bu gidişat işçileri bir sınıf olarak hedef alırken ve hepsi okun sivri ucunda dururken, patronlar açısından ise sadece servet/mal değişimi söz konusu olacak ve zenginler türeyecektir, burjuvazinin bir kısmı tekelleşme yoluna gidecektir. Yani, kriz dediğimiz şeyin sebebi sınıflar arası bir çelişki iken, sonuçları da işçi sınıfına yıkılmak üzere dizayn edilmek istenecektir.
ABD İLE MÜCADELENİN SAHTELİĞİ
Buradan yola çıkarak "ABD ile girişilen sözde mücadele"ye dikkat çekelim. Rahip Brunson’un tutukluluğu üzerinden yaşanan gerilim buz dağının görünen yüzünden başka bir şey değil. Öyle ki, burada iki tarafta kendi ve temsil ettiği değerler açısından çıkarları (az önce ki hatırlatmalarda çıkarların kimin olduğuna dikkat çektik) korumak ve masadaki pazarlığı yükseltmek için birbirlerine sopa göstermektedirler. Burada sorumuz Türkiye Hükümeti’ne, ABD ve onun insanlığın yüz karası olduğunu söyleyerek onunla mücadele eden bir ülke neden kendi topraklarında NATO, ABD üslerinin açık kalmasına izin verir? Ya da ABD ile hangi anlaşmalar iptal edilmiştir? ABD tekelleri ülkenin yer altı, yer üstü kaynaklarını yağmalarken neden yasalarımız onlara kolaylık tanımaktadır?
BAŞKA BİR OLANAK
Buraya kadar ki kısımda AKP ve Erdoğan’ın halkçı sayılacak kadar bile ekonomi politikaları gütmemesinin bir sonucu olarak ve verdiği imtiyazlar ile ülkenin burjuvazi ve emperyalistler için bereketli topraklar olduğunu anlatmaya çalıştık. 16 yıllık karnesine bakacak olursak AKP, kapitalizmin en saldırgan, en başarılı temsilcilerinden biri konumunda olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Bugün pek çok kesim açısından "kriz" olarak adlandırılan bu gelişmelerin sonucunda almaya çalıştıkları önlemler ise bugün yaşananların sebepleri olarak göreceğimiz uygulamalardan farklı değil. Ancak işçi sınıfı ve onun gençliğinin yaşadıkları da her kriz döneminde olanlardan farklı değil. Toplu işten çıkarmalar, art arda gelen zamlar işçi gençler açısından kara bir gelecek sunuyor. Dergininin ilerleyen sayfalarında Adana’dan bir işçi genç röportajında, gençlik yaz kampı işçi gençlik toplantısı sonuçlarının yer aldığı haberde bunlara rastlamak mümkün. AKP ve bakanlarından memnuniyetlerini dile getiren Koç ve Sabancı’nın Ford, Temsa gibi fabrikalarında toplu işten çıkarmalarına elbette hükümetin seyirci kaldığı, çıkardığı yasalar ile işçilerin hak aramasının önünü kestiği de başka bir gerçek olarak not düşelim. Burada bir şeyin daha mümkün olduğunun altını çizerek yazımıza son verelim. Bu yaşadığımız dönem, işçilerin, gençlerin ve "fedakârlık" beklenen vatandaşın gerçekleri tüm çıplaklığıyla öğrenip, hükümetin aslında hangi sınıfın çıkarlarını savunduğunu teşhir ederek ve krizin faturasını ödemeyi reddederek kendi geleceklerini ele alması açısından da olanaklar barındırıyor.