10 Eylül 2018 00:14

İdlib: Yeni Osmanlıcılığın sonu

Arap coğrafyasında geçtimiz haftanın ana gündemi İdlib ve Tahran’da toplanan Rusya-İran-Türkiye zirvesi oldu.

Fotoğraf: Kayhan Özer/AA

Paylaş

Geçtiğimiz cuma günü İdlib’e yönelik operasyonu görüşmek üzere Tahran’da toplanan üçlü zirve, “Bir dönemin sonuna mı gelindi?​” Sorusunu sordurdu. Toplantıya katılanlardan Rusya ve İran, operasyona hazırlanırken ve operasyon için gün sayarken, Erdoğan yönetimi birçok nedenden dolayı karşı çıktı. Lakin yayınlanan sonuç bildirgesine göre, operasyonun gerçekleşmesi artık zamana kalmış durumda.

Ruze Cendeli, gazetemiz için kaleme aldığı makalede, Rus diplomasisinin son üç yılda Suriye’de derin izler bıraktığına dikkat çekti. Cendeli, Rusya’nın Tahran zirvesinde Türkiye’den İdlib operasyonuna destek istediğini, sahadaki örgütleri ayrıştırmada yardımını talep ettiğini yazdı. Buna karşılık Türkiye’nin yaşadığı ekonomik durumdan, ABD ve Avrupa Birliği ile yaşadığı gerilimden dolayı seçeneklerinin kısıtlı olduğunu vurguladı.

YENİ OSMANLICILIK VE İDLİB

Türkiye Uzmanı Lübnanlı Akademisyen Muhammed Nureddin ise İdlib operasyonunun yeni Osmanlıcılığın sonu olacağı görüşünde. Nureddin, yaşanan bütün gelişmelere rağmen “projenin, öldüğünü itiraf etmediğini” belirtti. Nureddin; “Onu yeniden dirilten hayatta olduğu sürece,manevra yapmaktan geri durmayacaktır. Bugün Türkler, Suriye arenasındaki son oyundan kazanç bekleyerek son maçlarını İdlib’de oynuyorlar” dedi.

Rai al Youm Yazarı Abdulbari Atwan, Tahran zirvesini değerlendirdiği haftalık Youtube konuşmasında, İdlib’le ilgili, operasyon dışında herhangi bir seçeneğin bulunmadığını belirtti. Türkiye’nin yeni bir mülteci akınından endişelendiğini söyleyen Atwan, 7 yıl öncesinden farklı olarak mülteci akınına karşı ülkenin bu kez sınırlarını kapattığını vurguladı. Atwan, “Bana göre saldırı yakında. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rus üslerinin tehdit oluşturamayacakları bir bölgeye taşınmalarını önerdi. Ben bu önerinin kabul edileceğini düşünmüyorum. Bundan sonra siyasi uzlaşma ve anayasanın; seçimlerin yapılması sürecine girilmiş olacak” dedi.


TAHRAN ZİRVESİ: GARANTÖR DEVLETLER GARANTİLER İSTİYOR

Ruze CENDELİ

Suriye’de Rusya’nın liderliğindeki siyasi süreçte, askeri operasyonlara ek olarak Rus diplomasisi üç yıl içinde çok sayıda siyasi iz bıraktı. Suriye topraklarının çoğunluğu geri alınabildi. Binlerce Suriyeli muhalif, İdlib vilayetine transfer edilebildi. Bugün çeşitli ideolojik geçmişlere sahip muhalefet savaşçılarının en büyük buluşması İdlib’te mevcut. Onları birleştiren tek şey İslam ve bugün artık başarısız olduğu açık olan, rejimi askeri güçle devirme projesi.

BÖLGESEL KUTSAMA İLE ASKERİ ZAFER

Rus diplomasisi; İran, Türkiye ve Rusya’yı Tahran’da bir araya getiren son zirvede bir kez daha çelişkileri topladı. Türkiye’den birkaç noktada isteklerde bulundu.

Rusya’nın birinci isteği, Suriye ordusunun ve müttefiklerinin İdlib’deki askeri operasyonunu Türk tarafının onaylamasıydı. Ama bu onayın verilmesi, muhalefeti destekleyen askeri köprünün askıya alınması anlamına gelmektedir. Buna ek olarak İdlib operasyonuna karşı yürütülen medya kampanyasını durdurması da talep ediliyordu.

İkinci istek, Türk tarafının, uzlaşmak isteyenlerle uzlaşmayanları ve bir anlaşmaya varılabilecek grupları birbirinden ayırmada yardımcı olmasıydı. Böylece Suriye ordusunun ve İdlib’deki müttefiklerinin operasyonları kolaylaştıracaktı.

Üçüncüsü nokta ise Rusya; Türkiye ve Rus-İran eksenleri arasındaki jeopolitik mesafeyi Amerikan eksenine karşı yaklaştırmayı hedefliyordu. Rusya, Türk tarafı, yeni eksenin Türkiye’ye gerçek bir alternatif olduğunu düşünmesini ve böylece Ankara ile Washington arasındaki anlaşmazlığı genişletmeyi istiyor. Tahran’daki zirvenin mekanı ve Amerikan-İran düşmanlığı göz önüne alındığında bu meseleye ciddi bir şekilde hizmet ettiği görülmektedir. Buradan devam ederek Rusya’nın stratejik hedefi, Ankara ile Şam arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesini sağlamaktır.

YUMUŞAK KARIN KÜRTLER

Türk tarafı açısından Tahran zirvesine katılan tarafların, Suriyeli Kürtlerinin ABD’nin himayesinde üstlenebilecekleri ayrılıkçı veya özerk bir projeye karşı çıkmayı kabul etmesi önemliydi. Garantör devlet başkanları zirvenin nihai tebliğinde belirtildiği gibi; “Terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına dair her türlü girişimi reddetmiş, Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü ile komşu ülkelerin ulusal güvenliğini zayıflatmayı amaçlayan ayrılıkçı gündemlere karşı durma kararlılıklarını ifade etmişlerdir.”

3.5 milyondan fazla Suriyeli mülteci alan Türkiye, İdlib’den mülteci akınından endişe etmektedir. Dahası Türkiye’nin en büyük korkusu, ülke içinde büyük bir güvenlik tehdidi oluşturacak olan çoğunluğu Uygur, Çeçen, Arap ve Avrupalılardan olmak üzere yabancı savaşçıların ülkeye girişidir.

Kuşkusuz, Türkiye’nin zirveye katılımı ve onun sonuçlarını onaylaması, yerlerinden edilmiş sivilleri ve militanların sayısını artırma riskini merkezine koyan projenin bir başlangıcıdır. Türkiye’nin kolayca kabul edeceği basit bir mesele değildir. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Twitter’daki hesabından binlerce sivilin ölümüne yol açacak herhangi bir askeri operasyonu protesto etmesi boşuna değildir. Zirveden sonraki Türkiye’nin protestosu, toplantıya katılan diğer iki ülkenin Türkiye’ye güçlü garantiler sağlamadaki yetersizliği olarak anlaşılabilir.

TÜRKİYENİN KISITLI SEÇENEKLERİ

Öte yandan Türkiye’nin ekonomik durumu, Türk-Amerikan çatışmasının patlak vermesi Avrupa-Türk gerginliği de siyasi manevra için büyük bir yer bırakmamaktadır. Ortadoğu’da politika yapma alanını daralttı. Fakat Washington’un Suriye Demokratik Meclisi’nin önderlik ettiği Doğu Fırat’ta yerel yönetim kurulmasına destek vermesinden sonra, Amerikan tarafında diyaloğa açık kapı mevcut. Hatta ABD’nin Suriye ordusu ve müttefikleri tarafından İdlib’e herhangi bir askeri harekete şiddetle karşı olduğu gerçeği durumu karmaşıklaştırdı.


İDLİB VE YENİ OSMANLICILIĞIN SONU

Muhammed NUREDDİN
al Haliç

‘Arap baharı’ olarak adlandırılan süreçten kısa bir süre sonra Türkiye’nin bölgedeki projesi başarısızlığa uğradı. AKP’nin iktidara gelmesinden sonra uyguladığı “komşularla sıfır sorun” politikası, en azından Türkiye’nin Arap dünyasıyla ilişkilerin normalleşmesi için büyük bir fırsattı.

Türkiye’nin Arap devletleriyle ilişkisinin tarihi, olumsuzluklarla ve Arapların çıkarlarına karşıt olan çıkarlarla doluydu. Burada sadece Türkiye’nin 1949’da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmasını kastetmiyoruz. Türkiye, İsrail’i tanıdıktan sonra özellikle 50’lerde İsrail ve Batı’ya başka bir Türk liderin vermediğini veren Adnan Menderes’in liderliğindeki Demokrat Parti döneminde en güçlü ilişkilere sahip oldu. Türkiye ile “İsrail” arasındaki ilişkilerin güçlenmesine tanıklık eden dönemler; Menderes’ten Turgut Özal’a ve Recep Tayyip Erdoğan’a kadar iktidar partisinin ya İslamcılara açık olduğu ya da İslamcı olduğu dönemlerdir. Erdoğan, 2007 yılında bir İsrail Cumhurbaşkanı -Şimon Peres’i- Türk parlamentosuna çağıran ilk Türk lideridir.

AKP’nin iktidara gelişi, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan ve on yıllardır süren Türk-Arap duyarlılıklarını bir araya getirecek yeni bir ilişkiler sayfası açmak için umut ve beklentileri değiştirmişti. “Adalet ve Kalkınma” iktidarının ilk yıllarında ve tüm Arap ülkelerine büyük açılmanın eşliğinde, Osmanlı döneminde Türkler ve Araplar arasındaki ortak bağlara dayanarak Türk yetkililerden kamuoyuna zaman zaman  “Yeni Osmanlı” çağrıları “sızdı”. Aralık 2010’un başında Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu döneminde, Washington Post’a verilen röportajla bu durum Balkanlarda, Ortadoğu’da ve Kafkaslarda, yani eski Osmanlı topraklarında Türk liderliğinde bir Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulması davetine dönüştü.Yeni Osmanlıcılık sadece entelektüel alanda savunulan bir fikir değildi. AKP’nin, Türk milliyetçiliğini ve İslamiyeti teşvik ettiği bir projeydi. Tarih, Sultan Arslan’ın Bizanslılara karşı zafer kazandığı 1071 yılındaki Malazgirt Muharebesi’ne, Selçuklulara kadar götürülerek Yeni Osmanlı rejimi için ek bir entelektüel, siyasi ve askeri referans oluşturulacaktı.

Arap bölgesinden ayrılmasından 80 yıl sonra Türkiye, egemenliğini yeniden kazanma arzusuyla geri döndü. Osmanlı döneminden, sonrasında devletin çöküşünden ve bölgedeki değişimlerden ders almamış gibi...

Yeni Osmanlıcılık Mısır, Körfez, Tunus ve Libya, Suriye ve Irak’ta dirilten araçlarının yükselmesinden sonra düştü. Hakim olan partinin hatalarının toplamı “sıfır sorun” olmadı; “sıfır dost ve sıfır ilişki” oldu.

Buna rağmen bu proje öldüğünü itiraf etmiyor. Onu yeniden dirilten hayatta olduğu sürece,manevra yapmaktan geri durmayacaktır. Bugün Türkler, Suriye arenasındaki son oyundan kazanç bekleyerek son maçlarını İdlib’de oynuyorlar. En büyük risk; projenin yükselişi sürecinde bir şey elde edemezken projelerinin tamamen kırılması anında bazı kazanımlar elde edebilecek olmaları.


İDLİB: OPERASYON DIŞINDA SEÇENEK YOK

Abdulbari ATWAN
Youtube / 7 Eylül

Putin, Ruhani ve Erdoğan arasında Cuma günü gerçekleşen zirvede İdlib’e yönelik nasıl hareket edileceğine yönelik tartışmalar yaşandı ve bazı ihtilaflar ortaya çıktı. Gerçekten büyük ihtilaflar.

Putin ve Ruhani, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın İdlib’i tamamen egemenliğine alması konusunda ittifaka vardılar. Buna karşılık Recep Tayyip Erdoğan, İdlib’e yönelik herhangi bir operasyonun insani bir felakete yol açacağını söylüyor. Her yönüyle bir felaket ve kan banyosuna.

Putin, İdlib’in Suriye’deki Hmeymim hava üssü ve Tartus deniz üssüne yönelik saldırı bir üssüne dönüşmesinden endişeli. Putin, “Onları bir yerde topladık ve onları yok etmemiz gerekir” diyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’ye gelmesi muhtemel iki milyon Suriyeli mülteciden endişeli. Bundan dolayı sınırları kapattı. Kuvvetlerine sınır aşan herhangi bir kişiye ateş açma talimatı verdi. Erdoğan bundan yedi sene evvel sınırlarını açmıştı ve 2.5 milyon kişiye “Hoş geldiniz” demişti. Bugün bu siyasetin, ülkesinin güvenliğine karşı olumsuz etkisi olduğunun farkına vardı. Erdoğan, mültecileri ve onların arasına karışmış silahlıları istemiyor. Yedi yıl aradan sonra iki hafta önce el Nusra’nın terörist bir örgüt olduğunu ve böylece onların yok edilmesi gerektiğini itiraf etmiş oldu.Putin-Erdoğan, Ruhani-Erdoğan görüşmelerinde ne konuşuldu bilmiyoruz. Ama bana göre mümkün olan en kısa sürede İdib temizlenecek. Esad’ın terör listesinde bulunanlar hariç İdlib’te bulunanlara genel af ilan etmesi ve Suriye Hükümetinin kontrolündeki bölgelere dönmeleri konusunda cesaretlendirmesi uzak bir ihtimal değildir. Böylece genel af ilan edilerek silahlar bırakılacak, güvenlik için bir arayışa girilmiş olacak ve kriz bitmiş olacaktır.

Bana göre saldırı yakında.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rus üslerine tehdit oluşturamayacakları bir bölgeye taşınmalarını önerdi. Ben bu önerinin kabul edileceğini düşünmüyorum. Bundan sonra siyasi uzlaşma ve anayasanın, seçimlerin yapılması sürecine girilmiş olacak. Daha önce Amerika, Britanya ve Fransa üçlü saldırganlığı vardı. Bu saldırganlığa karşı Rusya, Akdeniz’e füzelerle ve uçaklarla donatılmış 25’ten fazla gemi gönderdi. Böylece Suriye’deki başarılarının ortandan kalkmasına karşı çıkmış oldu. Rusya’nın, Suriye’nin Akdeniz kıyısında giriştiği tatbikat “kimyasal silah kullanılıyor” gerekçesinin boşa çıkmasına ve Suriye’ye yeni bir saldırının başlatılmasının engellenmesine neden oldu.

İdlib muharebesi Ortadoğu’nun hatta bütün dünyanın çehresini değiştirecek. Başka bir seçenek yok Ruslar, İranlılar ve Suriye hükümeti İdlib’i Suriye’nin egemenliğine almaya  hazır.

ÖNCEKİ HABER

Fıstık işçilerini taşıyan kamyonet devrildi: 17 yaralı

SONRAKİ HABER

Mustafa Durmuş: Sorunu ortaya çıkaranlar çözümün adresi olamaz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa