17 Eylül 2018 00:43

Yazar, şair, çevirmen İlhami Sidar: Her evde bir Cizîrî Divânı olmalı

İlhami Sidar ile ilk Kürtçe divan olan Melayê Cizîrî’'nin 'Divan'ını konuştuk.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Reşo RONAHÎ
Diyarbakır

Yazar, şair, çevirmen İlhami Sidar çok yakın bir zamanda şiirdeki hünerini konuşturarak muazzam bir iş çıkardı ve klasik Kürt edebiyatının ilk mürettep divanı olan Melayê Cizîrî Dîvânı’nı Türkçe’ye kazandırdı. Daha evvel de Türkçe çevirisi yapılmış olan şaheserin bu çevirisine ayrıcalık kazandıransa bir şair tarafından yapılmış olması... Kendisi de bunu şöyle ifade ediyor; “Mela’nın şair ruhuna uygun dört dörtlük bir çalışma olsun istedim.” Melayê Cizîrî’yi ilk okuduğunda çarpıldığını dile getiren ve herkesin evinde bir Cizîrî Dîvânı bulundurması çağrısı yapan İlhami Sidar’la bu önemli çalışmaya dair keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.      

Melayê Cizîrî’nin Dîvân’ını Türkçeye çevirme fikri nasıl oluştu, nasıl çalıştınız, neler yaptınız? Biraz bu çalışmanın içinden geçtiği süreci aktarabilir misiniz?

Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki Kürtçe okumaya başladığım yıllarda niteliğine bakmaksızın elime ne geçerse okuyordum. Yayınlanmış bütün Kürtçe yapıtların yanı sıra Türkiye’de bulunmayan kitapları da yurt dışından getirtiyordum. Telif, çeviri ne varsa! İşte Melayê Cizîrî’yi ilk bu okumalar sırasında tanıdım, okuduğum kimi metinler Melâ’ya sıkça göndermelerde bulunuyordu, tabi bu bende Melâ’ya karşı bir merak uyandırdı ve ilk fırsatta Dîvân’ı okumama vesile oldu. Öte yandan klasik şiire öğrencilik yıllarımdan süregelen özel bir ilgim vardı. Melayê Cizîrî’yi okuduğum zaman kelimenin tam anlamıyla çarpıldım.

Dîvân’ı yazma nüshalardan hareket ederek transkribize edilmiş bir şekilde Latinize etme ihtiyacını neden duyduğumu da izninizle şöyle açıklayayım. Yok mu Latinize edilmiş çalışmalar? Var tabi ki. Arîf Zêrevan’ın, sonra Selman Dilovan’ın, Emin Narozî’nin çalışmaları var, Zeynel Abidin Zinar’ınki var. Doğrusu iyi de çalışmalar. Fakat ben bu çalışmalara baktığımda kendimce daha dört başı mamur bir çalışma ortaya konamaz mı diye düşündüm. Kendimce ufak tefek pürüzler tespit ettim.

Ne gibi pürüzler bunlar?  

Yazma nüshalardan yapılan çevirilerde bazı harfleri okumakta bir takım müşkülatlarla karşı karşıya kalıyorsunuz. Şiirle ilgili çalışmalarda özellikle aruz kalıbına uygunluğu dikkate almadığınızda yanlış okumalar yapmanız mümkün, bu nedenle, bu tür çalışmaların mutlak surette her şiirin aruz kalıbı esas alınarak yapılması gerekir. Kendi çalışmamda bunu olabildiğince gözettim. Neden yaptım bunu? Daha önceki Latinize edilmiş çalışmaları okuduğumda kalıplar kendiliğinden dilime dökülüyordu ve bazı yerlerin kalıba uymadığını fark ediyordum, sonra içerik olarak da o bölümleri gözden geçirdiğimde yazma nüshayla karşılaştırarak doğru okumaya ulaşmaya çalışıyordum. Elbette, daha önceki çalışmalar bana da esas oldu. Çok değerlidir her biri. Kutluyorum kendilerini. Kuşkusuz hiçbir çalışma mükemmel değil. Ama ben Melâ’nın şair ruhuna uygun dört dörtlük bir çalışma olsun istedim. En azından elden geldiğince eksikliklerden daha da arındırılmış bir çalışma olsun istedim. Amacım buydu.

Tabi Melâ’dan çok geç haberim oldu, geç zamanlarda tanıştım ve tanıştıktan sonra elimdeki örneklerden Melâ ile ilgili zengin külliyatımdan hemen hemen her şeyi okudum. Dîvân’ını defalarca hatmettim. Mesela her İranlı’nın evinde bir Hafız-ı Şirazi vardır. Ben de Dîvân için şunu söylüyorum: Her evde bir Cizîrî Dîvanı olmalı. Ama bunun için de, elinizde dört başı mamur bir çalışma olması gerekiyor. Bununla yola koyuldum ve Ehmedê Zivingî’nin çalışmasını esas alarak bazı Latinize edilmiş çalışmalar üzerinde durarak bütünlüklü bir kitap oluşturmaya çalıştım.

Aslında Melâ’yı okuyan birçok kişiden bu çarpılma ifadesini duydum. Peki, bu nasıl bir çarpılma halidir?

Beni bulunduğum mekânın, zamanın ve uzamın tamamen dışına götürdü, bir anda ama bir anda beni sardı. Normalde klasik şiirde her gazel kendi içinde bile bir bütünlük arz etmez ki bir gazelin diğeriyle ilişkisi yoktur. Oysa Melâ’yı okuduğumda ayrı ayrı, bir bütünlük arz etmeyen beyitleri bir yana bırakın bir romanın, bir destanın ayrı ayrı parçalarını okuyormuşum hissine kapıldım. Beni öyle bir iklimin içine çekti. Bir de açıkça söylemek gerekirse o zamanlar Kürtçeden böylesine Hafız, Hayyam, Dante gibi klasiklere kafa tutacak güçlü bir edebiyat beklemiyordum. Böyle büyük bir şiir beklemiyordum. Kürtçeyi yeni öğreniyordum. Şiir dili olarak çok güçlü bir dil olduğunu da biliyordum. Melâ’ya gelene kadar okuduğum örneklere bakarak bu denli güçlü bir şiir beklemiyordum.

Elbette tarihsel gelişmelerle, kendi halkının içinde bulunduğu koşullarla da ilgili bir Melayê Cizîrî’den bahsediyoruz. “Feyza me vveke Nîl e, lê em Dîcle û Ferat in (Nil kadar güçlüyüz ama Dicle ve Fıratız)” dizesinden de hareketle onun bu yönüne dair ne söylemek istersiniz?

O dönem Farsça bilim ve edebiyat dili. Medreselerde Arapça eğitim dili ama edebiyat, bilim ve kültür dili olarak Farsça geçerli. Gerek Sassaniler, gerekse Persler döneminde, yer yer Safeviler döneminde, Perslerin dili olan Farsça egemen dildir ve devlet dilidir. Kürtler Medlerin dağılmasından sonra Persler, Sasaniler, Savefiler sonra Osmanlıların egemenliği altında olduğundan çok uzun yıllar Kürtçe üzerinde edebiyat dili olarak, kültür sanat dili olarak, bilim dili olarak Farsçanın büyük etkisi vardı.Ve Melayê Cizîrî’ye kadar kimse Kürtçe mürettep bir divan yazma cesaretini gösteremedi. Cizîrî’nin yazmış olduğu bu divan Kürtçe ilk divandır. İlk Kürtçe divan olmasının yanında oldukça güçlü bir yapıttır. Ondan sonra çok sayıda Kürtçe divan yazılmıştır ama bu divanın yanına yaklaşan bir divan olmamıştır. Bu da ne yapmıştır? Kürtçe üzerinde Farsçanın, yer yer Osmanlıcanın etkisini kırmış ve Kürtçe ile edebiyat yapma anlayışı Cizîrî’den sonra yaygınlaşmıştır. Ben bu bakımdan Melâ’nın Divân’ını İtalyancayı Latincenin boyunduruğundan kurtarıp ulusal bir dil haline getiren Dante’nin İlahi Komedyası’na benzetiyorum. Kürtlerin İlahi Komedyası olarak görüyorum Melayê Cizîrî’nin Divan’ını.

Hem Nil ve Fırat kıyası, hem “Şebçiraxêşevê Kurdistanê” atfı, hem de Laleş’e tapınmaya gitmeye dair ifadesi aslında Kürt kültürüne, Kürt halkına, Kürt milletine özgü birçok motiften birkaçı. Ama biz fazlası ile politize olmuş bir halkız. Bir esere baktığımızda millilik ölçütü olarak sloganlaşmış bir dili arıyoruz. Oysa Melâ slogan diline yaslanmıyor.

Son yıllarda Kürtçeden başka dillere, başkaca dillerden Kürtçeye birçok edebi eser çevriliyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bunu? Bir kıyaslama yapmak için değil sadece ama hangisi Kürtçe’ye nasıl katkı sağlar sizce?

Bence başkaca dillerden Kürtçeye yapılmış çevirilerdense, Kürtçeden başkaca dillere yapılmış çeviriler daha değerli. Çünkü senin edebiyatının niteliğini, gücünü senin dışındaki dünyaya göstermiş oluyor. Kürtçeden başka dillere çevirdiğin zaman onu daha evrensel kılıyorsun. Onu daha uluslararası, daha enternasyonal bir hale getiriyorsun ve çok geniş bir yelpazede edebiyatının tanınmasını sağlıyorsun. Yanlış anlaşılmanın önüne geçmek için şunu da söyleyeyim; okur için, yazarın kendini ufkunun genişletmesi için başka dillerden Kürtçeye yapılan çeviriler tabiki çok daha önemli. Her ikisinin yeri ayrı elbette.

‘MELÂ İÇİN AŞKIN ŞAİRİ DERLER’

Melayê Cizîrî’ye göre hava, su, toprak ve ateşten sonra var oluşun beşinci unsuru “aşk” diyorsunuz. Nasıl bir aşk Cizîrî’ninki?

Şimdi Melâ’ya kıyısından köşesinden bulaşmış herkes şunu çok iyi bilir ki Melâ için aşk varlığın beşinci elementidir. Ancak bunu salt Melâ’ya özgü kılmak da yanılgıdır. Aslında bu fikir Mela’ya İbn-i Arabi’den sirayet etmiştir. İbn-i Arabi biliyorsunuz vahdet-i vücut felsefesinin kurucusudur. ‘Ene’l-hak’ diyen kişidir. Kendi zamanında ne demek istediği anlaşılmamış büyük bir mutasavvıftır. Melâ da onun takipçilerindendir. Ancak takipçilerindendir derken burada Arabi’yi mutasavvıf ve filozof kişiliği ile Melâ’yı ise hem filozof, hem de şair kişiliği ile söylüyorum. İbn-i Arabi’nin o aşka bakış açısını, aşka ilişkin ortaya koyduğu düşüncesini, yaklaşımını şiirleştiren kişidir Mela. Zaten kafasındaki aşk anlayışı ile Arabi’deki aşk anlayışı uyuştuğu için yolları kesişmiştir. Arabi bunu bir felsefe olarak ortaya koymuştur, Cizîrî Arabi’nin felsefesini şiirleştirmiştir. Bu yüzden Melâ için aşkın şairi derler. Yaygın bir rivayete göre Goethe “Aşkın şairi Nisanî’yi tanıdım” derken Mela’yı kastediyor. Ben bunu “XewnekePayîzê “adlı romanımda da kullandım. Dîvân’ından yola çıkarak Melâ’yı anlattığım bir kurgu, o kurgunun içerisinde de bunu verdim. Ama orada Nisanidiye tarif ettiği kişi büyük olasılıkla Leyla ve Mecnun’un ilk şairi olan, İranlı şairi Nizamî’dir. İranlılar arasında zaten Nizamî aşkın şairi olarak tanınır. Ama Kürtler arasında ve Anadolu coğrafyasında da Melâ aşkın büyük şairidir. Şirazî’den Nizamî’den kesinlikle aşağı kalır yanı olmayan bir şairdir ve Dîvânın’da da aşkın hakkını gereğince vermiştir. İlahî aşkında beşerî aşkında hakkını fazlası ile vermiştir. 

ÖNCEKİ HABER

‘Bir gün yeniden öğretmenlik hayalime kavuşacağıma inanıyorum’

SONRAKİ HABER

Eski bakanın şikayetine RTÜK’ten ceza çıkmadı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa