‘Aşırılığın başladığı gün’
Tuncay Seyman, 40. yıldönümünde olan Kabe'nin 15 gün boyunca saldırı altında olmasını ve perde arkasını yazdı.
Fotoğraf: Wikimedia Commons
Tuncay Seyman
Müslüman dünyasının yılbaşı gününde, yani Hicri takvime göre 1 Muharrem 1400 (20 Kasım 1979) tarihinde İslam dünyasını ve özelikle de Suudi Arabistan’ı çok derinden etkileyen bir olay gerçekleşti. Liderliğini 43 yaşında eski bir Suudi kraliyet ordusu mensubu olan Cüheyman el-Uteybi’nin yaptığı sayıları 500-1000 arasında olduğu tahmin edilen silahlı bir grup, Kabe’yi işgal etti. Kabe imamı Muhammed bin Abdullah el-Sebili'nin sabah namazını kıldırması sonrasında gerçekleşen baskının asıl nedenleri ve kimlerin destekleriyle gerçekleştiği bugün hala bir sır olarak duruyor.
İşgalin sonrasında anlaşıldığı üzere baskının uzun bir süre öncesinden planlandığı ve içerisinde Kabe’nin de yer aldığı, Haram-ı Şerif’in (ya da diğer adıyla Mescid-i Haram) alt katlarına ve dehlizlerine çok öncesinden silah, mühimmat ve iaşenin gizlendiği ortaya çıkacaktı. Baskının hemen ardından tüm bu teçhizatı ele geçiren işgalciler savunma düzenine geçtiler. Önce mescidin kapıları kapatılarak içerisindeki ses düzeneği ele geçirildi ve anonslarla propagandaya başlandı. İlk yapılan anons “mehdi”nin ortaya çıktığı idi.
Makam-ı İbrahim (İbrahim peygamberin ayak izinin de üzerinde bulunduğu iddia edilen taştan yükselti) ile Hacer-ül Esvet (cennetten indirildiğine inanılan siyah renkli ve Kabe’nin bir köşesinde monte olarak bulunan taş) arasındaki mevkide baskıncılar biat töreni düzenlediler. Hac döneminden yaklaşık iki hafta sonraya denk gelmesi ve böyle müstesna bir günün ilk namazı olması nedeniyle Mescid-i Haram içerisinde 50.000 ila 100.000 arasında değişen sayıda insanın rehin kaldığı tahmin ediliyordu.
İLK AKLA GELEN ÜLKE İRAN
1979 yılının başında İran İslam Devrimi'nin gerçekleşmesi, çok gergin olan Suudi Arabistan-İran ilişkileri ve Şii anlayışında önemli yeri olan "mehdi"lik iddiası göz önünde bulundurularak ilk etapta olayda İran parmağı olduğu iddia edilmişti.
Ancak daha sonrasında İran devriminin lideri Ayetullah Humeyni‘nin olayı, Amerikalılar ve Yahudilerin yaptığına inandığını açıklamasıyla birçok ülkede Amerikan karşıtı gösteriler gerçekleştirilmiş ve Pakistan’ın başkenti İslamabad’da ABD büyükelçiliği basılarak 2 büyükelçilik personeli ve 2 Pakistanlı güvenlik görevlisi öldürülmüştü.
KUŞATMA VE SERT SAVUNMA
Mescid-i Haram’ın minarelerine ve Kabe’nin sırtını verdiği Ebu Kubays Dağı'na mevzilenmiş Uteybi’nin keskin nişancıları, Kâbe'yi çeviren Suudi birliklerini takip edebiliyor ve onları bulundukları yere yaklaştırmıyorlardı. Suudi Arabistan yönetimi ise içeridekilerin sayısından ellerindeki olanaklara ve yaptıkları hazırlıklara kadar hiçbir konuda net bir bilgi sahibi olamıyordu. Olayların büyümemesi ve ülkede kontrolü bir infialle tamamen kaybetmemek için ilk etapta Medine ve Taif olmak üzere bazı şehirlerde sokağa çıkma yasağı getirildi. Mekke bütünüyle boşaltılarak şehirle iletişim tamamen kesildi. Başta gazetecilere getirilen kontroller olmak üzere yayınlar üzerindeki denetim artırıldı ve ülkeye giriş çıkışlar konusunda daha sert bir tutum izlendi. Dünyanın olayı öğrenmesi ise birkaç günü bulmuştu ve ilk tepki İran’daki gibi bir devrim sürecinin yaşandığı idi.
KELİME-İ ŞEHADET GETİREN FRANSIZLAR!
Baskıncılar ise propaganda yaptıkları hacılardan, isteyenlerin Harem-i Şerif’i terk etmesine izin verdiler. Rehinlerden Kâbe imamı Muhammed el-Sebil'i de kapsayan büyük çoğunluk böylece serbest kalmıştı; çok küçük bir kısmı da baskıncılara katılmıştı. Bu andan itibaren Suudi devleti olay ile ilgili olarak daha net bilgilere sahip olmaya başlamıştı.
Bu arada yüksek mevzilere hakim olan baskıncılar, avantajlarını da oldukça iyi kullanmaları ve açtıkları ateş nedeniyle Suudi müdahele timlerini bulundukları yere yaklaştırmıyorlardı. Suudi güçler ise yetersizliklerinin yanı sıra, dini ulemadan alınan fetvaya rağmen içinde herhangi bir şekilde şiddet kullanılması yasak olan Kabe’ye müdahale etmekte de isteksiz davranıyorlardı. Suudi Arabistan yönetimi, işgali sonlandırmak için Pakistan’dan destek istedi ancak ne var ki Pakistan özel kuvvetlerine bağlı birlikler de herhangi bir başarı elde edemediler.
Nihayetinde son çare olarak Fransa Cumhurbaşkanı Valéry Giscard d'Estaing’den yardım istenmiş ve o da seçkin Fransız anti terör birliğini (Groupe d'Intervention de la Gendarmerie Nationale – GIGN) Arabistan’a göndermişti. Ancak bir sorun vardı, Müslümanların kutsal mekanı Kabe’ye yabancıların, yani müslüman olmayanların girmesi yasaklanmıştı. Bu yasak, dönemin Mekke Kadısı Bin Bas'ın verdiği bir fetva ile aşılmış ve Fransız askerlerin Mekke'ye varmalarından önce bir kâğıda yazılmış Kelime-i Şehadet’i okumaları ile “müslüman olmaları” sağlanmıştı.
KANLI MÜDAHALE
Baskın Fransız birlikleri tarafından çok ilginç bir şekilde bastırılacaktı. Önce mescide zehirli gazlar atıldı; ciğerlerine dolan gazdan dolayı kusmaya başlayan işgalciler alt katlardaki dehlizlere doğru kaçtılar. Mescidin zemin katı ve üst katları ele geçirildi. Alt katlar için ise şehrin, o dönem yenilenen su şebekesi kullanıldı. Şebekenin planları değiştirildi, borular Kabe’ye ve altındaki dehlizlere uzatıldı, sonra içeriye büyük miktarda su basıldı ve sonrasında suya elektrik verildi.
İşgalcilerin birçoğu ölü olarak ele geçirilmişti. Baskının lideri Cüheyman ve bazı adamları sağ olarak yakalandılar, mehdi iddiasıyla ortaya çıkan el-Kahtani ise öldürülmüştü. Yakalananların akıbeti ise hiç hayırlı olmadı. İşgalcilere, Suudi kanunlarına ve fetvalara dayanarak cezalar verildi. Bu cezalarda Maide Suresinin 33. ayeti esas kaynaklardan biri olmuştur: "Allah’a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır."
İşgalciler, Suudi Arabistan’ın 8 ayrı şehrinde önce kolları ve ardından bacakları ve son olarak da kafaları kesilerek öldürüldü. İki haftalık işgal bu şekilde sona erdirilmişti. Resmi rakamlara göre 127 güvenlik görevlisi ve 26 sivil öldürülmüş, 462 güvenlik görevlisi ve 109 sivil de yaralanmıştı; ancak bazı kaynaklara göre ölü ve yaralı sayısı bunun çok çok üstündeydi.
ABD-CIA PARMAĞI MI?
Olayların başlangıcında, isyanın lideri Cüheyman’ın “mehdiye biat” çağrısı, tüm dikkatleri İran üzerine yoğunlaştırsa da, İran’ın dini lideri Humeyni’nin yaptığı açıklama sonrasında ise bu kez ABD’nin olaylarda bir parmağı olup olmadığı sorgulanmaya başlandı.
Wall Street Journal'ın dış haberler muhabiri Yaroslav Trofimov “Mekke Kuşatması” (The Siege of Mecca) adlı kitabında ABD’li yetkililerin olayla ilgili nasıl müdahil olduklarını detaylı olarak anlatıyor. Özetle geçmek gerekirse; 20 Kasım 1979'da, şafak vaktinde saldırının başlamasıyla, Cidde'deki Amerikalı diplomatlar Danimarka ve İngiltere elçiliklerinden olayla ilgili olarak ilk şüpheli bilgileri almışlardı. Avrupalı diplomatlar kendi başkentleriyle iletişim kuramıyorlardı. Kabe baskının duyulmasını istemeyen Suudi yönetim, ülkenin dış dünyayla olan tüm telefon bağlantısını kesmişti. Durumu Suudi yetkililere soran Amerikalılar; “Mekke'de hiçbir şey olmuyor", "Sadece bir eğitim faaliyeti" ya da "Mekke'de bir tifo salgınının baş gösterdiği" şeklinde cevaplar alıyorlardı.
Suudi Arabistan'daki Amerikan diplomatlar arasında Arapça konuşabilen nadir diplomatlardan Mark Hambley olayın peşine düşmüş ve Suudi Sivil Savunma Birliği'nde helikopter pilotluğu yapmakta olan bir Amerikalıdan olayın tüm boyutlarını öğrenmişti. Pilot, yanında getirdiği fotoğrafları Hambley’e göstererek, ona Kabe’nin işgal edildiğini ve kontrolün işgalci grupta olduğunu kanıtlamıştı. Pilot, işgalcilerin Mekke üzerinde uçan helikopterlere de ateş açtıklarını belirtmişti ancak bilmediği bir şey vardı; kendilerine ateş edenlerin içinde radikal İslam'a destek veren ABD vatandaşları da vardı.
SUUDİ TEDRİSATINDAN GEÇMİŞLERDİ!
Suudi Arabistan, Malcolm X'in hac ibadeti için Mekke'ye gelip İslam Ulusu’nu (Nation of Islam) diğer ana İslam akımlarına katılmak için terk ettiği 1964 yılından beri, Afro-Amerikan topluluğuna ulaşır hale gelmişti. Aralarında eski siyahi ırkçıların da bulunduğu- yüzlerce radikal siyah, Suudilerin finanse ettiği ABD ya da Suudi Arabistan'daki İslami akademilere gidiyordu. Bunlardan bir kısmı da Uteybi'yi takip ederek işgale katılmışlardı.
Amerikan Büyükelçiliği, Mekke ayaklanmasında en az iki Afro-Amerikalının da bulunduğunu Suudi güvenlik kuvvetleri nihayet isyanı bastırdıktan dört gün sonra, 8 Aralık 1979'da öğrendi, ancak bu bilgi ABD ve Suudi Arabistan hükümetleri tarafından gizlendi.
30 Aralık 1979'da ABD Büyükelçisi John C. West, Mekke olayında Amerikan güvenlik yardımı ve iki Amerikalının akıbeti hakkında müzakerelerde bulunmak amacıyla içişleri bakanı Prens Nayef ile görüştü. West'in günlüklerine göre Prens Nayef Amerikalılardan birinin kesinlikle terörist olduğu ve artık yaşamadığı yanıtını verdi. Diğer Amerikan vatandaşı ise halen sorgulanıyordu. Büyükelçi West olayla ilgili şu satırları yazdı: "Sanırım bu, bir kellenin gittiği anlamına geliyordu. Ama yapabileceğimizin en iyisi de buydu."
Ancak ilginçtir ki bu kişi, daha sonra Amerikalılara teslim edildi. İşgalci, ABD'li yetkililer tarafından gerçekleştirilen sorgunun ardından yeniden özgür bir vatandaş olarak ülkesine döndü. Eski bir diplomatın söylediğine göre tüm olanlardan sonra bu adam hiçbir ABD yasasını çiğnememişti!
TANIDIK BİR AİLE: BİN LADİNLER
Bu noktada ilginç olan bir durum daha vardı, o zamanlar Kabe’de yapılan tadilat çalışmalarını, adını 11 Eylül 2001 tarihinden sonra dünyanın neredeyse tamamının duyacağı bir aile bir şirketi üstlenmişti: Bin Ladin Grup. Bir iddiaya göre Kabe’nin alt katlarındaki dehlizler, haritasız çıkılamayacak kadar karışıktı ancak haritalar, krokiler birileri tarafından sızdırılmıştı. Bunun ardında da Bin Ladin ailesi vardı, ancak Suudi yetkilileri ile olan ilişkilerini kullanarak olaydan sıyrılmışlardı.
Bir diğer ilginç konu ise, bu baskının arka planı, düzenleyere destek verenler üzerinden 40 yıl geçmiş olmasına rağmen hala tam olarak aydınlatılamamış veya açıklanmamıştır. Bunun nedenin yine bir iddiaya göre bazı Suudi prenslerinin de olaylara dahil olması, ancak zamanın kralı Halid bin Abdülaziz el-Suud'un bu prensleri cezalandırmaktan çekindiği, bazılarını sadece sürgüne göndermekle yetindiği konusu idi.
Özelikle bu olayın ertesinde Suudi Arabistan yönetiminin ülkedeki kökten dinci gruplara karşı tavrı sertleşmiştir ve kanunlarda kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. Öte yandan Cüheyman el-Uteybi, bugün hala Suudi karşıtı Selefi-Vahabi akım tarafından meczup bir kahraman olarak görülür ve saygıyla anılır; sadece mehdilik iddiası ve eylemin Kâbe'de gerçekleştirilmesi eleştirilir.
CÜHEYMAN EL-UTEYBİ KİMDİR?
Baskıncıların lideri Cüheyman bin Muhammed el-Uteybi idi. 1955-1973 yılları arasında tam 18 sene Suudi Arabistan Kraliyet Muhafız Alayı’nda komutanlık yapmıştı. Daha sonra ordudan ayrılmış Medine İslam Üniversitesi’nde öğretime başlamış ancak çeşitli sebeplerden ötürü burayı da yarıda bırakmıştı. Sonrasında çeşitli dersler verip, yazılar kaleme alarak etrafında bir topluluk oluşturmayı başarmıştı. Sonrasında kızkardeşi ile evleneceği Muhammed bin Abdullah el-Kahtani ile de bu yıllarda tanışmıştı. Cüheyman el-Ubeydi baskın sırasında da kayınbiraderi Muhammed el-Kahtani’yi Mehdi ilan edecekti.
Eğitimi sırasında mehdi ve fitne hadislerine odaklanmış ve dünyanın sonuna ilişkin hadisler ile o dönemki dünya koşullarını eşleştirmiştir. Selefi ve Vahabi inanışları doğrultusunda İslam'a Çağrı adlı bir grup kurarak kendine taraftar toplamıştır. Uteybi önderliğindeki 100 kadar takipçisi 1978 senesinin yazında Suud yönetimi aleyhine gösteri düzenlemiş olsa da sorgulamaların ardından "zararsız" olduklarına kanaat getirilerek serbest bırakılmıştır.
Kabe işgali için, varlıklı çevrelerden sağladıkları kaynakları kullanan Uteybi ve takipçileri, aynı zamanda Suudi ordusundan silah, mühimmat ve çeşitli teçhizatı da kaçak yollarla temin ettiler ve bunları Kâbe civarındaki dehlizlere sakladılar.
Burada, Cüheyman el-Uteybi’nin mensubu bulunduğu kabileye de bir parantez açmak gerekiyor. Arabistan içerisine dağıldıktan sonra özellikle Necid bölgesinde yoğunlaşan Beni Uteybe kabilesi, Suudi Arabistan Krallığı’nın kurulma sürecindeki çatışmalar içerisinde aktif olarak yer almıştı. Uteybeli’lerin o dönemdeki lideri ve Cüheyman’ın dedesi olduğu öne sürülen Sultan bin Bacad el-Uteybi, bu bölgede 1920'lerin sonunda Suud Hanedanı'na karşı isyan etmiş ve selefi İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) hareketinin liderliğini yapmıştı. Ancak Beni Uteybi kabilesi daha sonra, Arabistan’da Müsüman Kardeşler’in bir şubesinin açılması talebine, “Hepimiz İhvanız” diyerek izin vermeyen Abdülaziz bin Abdurrahman bin Faysal el-Suud ile anlaşmış ve Suudi Arabistan Krallığı’nın kurulmasında ve Abdülaziz el-Suud’un kral olmasında önemli bir rol oynamıştır.
TALEPLER ASLINDA POLİTİK
Kabe baskını sonrası hoparlörlerden ilan edilen talepler ise dini olmaktan ziyade aslında oldukça politik taleplerdi. Cüheyman, kendisini ve beraberindekileri Kabe’yi bile işgal noktasına getiren motivasyonu şöyle belirtmişti bir yazısında; “Tüm Müslümanlar dini benimsemeyen zorba idareler altında yaşıyorlar. Bizler yalnızca Allah'ın kitabı ile yönetenlere itaat borçluyuz. Müslümanları değişik yasalar ve sistemler ile yönetenler ve dinden işlerine geleni alanlar bizden kendilerine itaat etmemizi isteyemezler, onların iktidar iddiaları da batıldır.”
Talepler şöyleydi:
♦ Batıdan ithal edilen kültür, taklit ve değerlere son verilerek İslamiyetin adaletli kültür ve değerlerinin yerleştirilmesi, emperyalist ülkelerle ilişkilerin kesilmesi.
♦ Babadan oğula geçen kraliyet düzeninin yıkılarak İslam devletinin kurulması, hali hazırda iktidarda olanların yargılanması.
♦ Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen, ülkeyi emperyalistler ve yabancı firmalara otlak yapanların din dışılıklarının ilan edilmesi.
♦ İslam'a ve müslümanlara karşı düşmanca tutumu nedeniyle ABD'ye petrol ihracatının durdurulması, ülkenin ihtiyaçlarına uygun olacak şekilde petrol üretiminin azaltılarak milli servetin heder edilmemesi.
♦ Arap yarımadasını ellerine geçiren tüm yabancı askeri uzmanlar ve danışmanların yurt dışı edilmesi, yabancı askeri üslerin kaldırılması.
TÜRKİYE MEDYASINDA BASKIN
Baskın Türkiye medyasında da geniş yankı buldu. İlk edinilen bilgiler doğrultusunda medyanın tavrı olayın sorumlusu olarak İran’ı göstermek oldu. Mekke'den gelen haberleri Akşam "Kutsal Mekke Camii basıldı. Namaz kılanlar rehin alındı", Hürriyet " Kabe 'yi bastılar", Türkiye"Mekke İşgal Edildi", Tercüman "Harem-i Şerif'e menfur tecavüz", Son Havadis "Kabe’yi bastılar", Yeni Asya " Kabe'de silahlı saldırı" şeklinde manşetlerine taşıdı.