03 Ekim 2018 23:00

‘Divan edebiyatından bugüne erkeğin gözünden kadını dinliyoruz’

Mânidar Boşluk albümünü sevenleriyle buluşturan Fulya Özlem, fasıl enstrümanlarıyla kaydedilmiş bir makam müziğiyle karşımızda.

Fotoğraf: Albüm kapak görseli

Paylaş

Ayşen GÜVEN
aysenimsi@gmail.com

Bir kutlama… Sırtımız denize yaslı ayaklarımız nehre basıyor. Aklımız boşlukta ayaksız yürümede o gün yine. Fulya Özlem’le üçüncü ve benim en çok merak ettiğim albümü “Mânidar Boşluk”ğun şerefine oturmuşuz. Bu çalışma Fulya için olduğu gibi benim için de bir yanıyla özel. Hem bir Türk sanat müziği çalışması olması cezbedici hem de kapatılan Hayatın Sesi Televizyonu’nda ilk kez bu şarkılarla görücüye çıkmışlardı. O gün bugündür ara ara sorardım “Ne oldu o çalışma”, diye.

Fasıl enstrümanlarıyla kaydedilmiş bir makam müziği albümü karşımızda. Sözler şimdiki zamandan oklar fırlatıyor. Kadının kirpiklerinin oklarına methiye yerine eril düzene saplanan oklara methiyeler düzüyor. “Fulya Özlem ve Akustik Kabare”, vokalde Fulya Özlem, kanunda Asineth Fotini Kokkala ve udda Marina Liontou-Mohament’den oluşan nefis bir kadın grubunun döktürdükleri. Öte yandan bana kalırsa Fulya’nın felsefeci, öykücü, şair, feminist bütün birikiminin rengini verdiği vuruşlar var içinde.

Tozlu raflarda unutulmuş makamlar, zorlu usuller, tango, kanto tonları da olan musıkişinas bir kadından sanat müziğine koyu bir ahde vefa sunuşu desem başım ağrımaz. Sahne performanslarının müzikal standup havasında geçtiğini de buradan fısıldayayım. Ve güftesi de bestesi de Fulya Özlem’den bir albüm hakkında; sanat müziğinin akıbetinden, kadınların müzikte varoluşlarına kadar tüm notalara bastığımız manidar söyleşimize siz de katılmaz mısınız!

Senin Türk sanat müziğiyle ilişkini konuşarak başlamaya ne dersin? 

Hayır demem elbette. Ailemin payı büyük doğrusu. Annem ve teyzemler müzik öğretmeniydi ve öğrencilerine mandolin öğretiyorlardı. Onlar sayesinde mandolin öğrenmeye başladım. Bir yıl sonra da Karamürsel Musiki Cemiyeti kurulmaya başladı, 1980’li yılların başıydı. Annem o sıralar Mehmet Kocaman hocamızdan “Enderun” isimli dükkânında ud dersi alıyordu beni de bırakacak yeri olmadığından yanında götürüyordu. Orada da sıkılmayayım diye elime bir keman verdiler. Ben bir şeyler çalmaya başladım çünkü mandolinle klavyesi aynıydı. Böylece keman da çalmaya başladım. 

Sıkı bir giriş olmuş… Sözleri de besteleri de sana ait bir albümü elimizde tutuyoruz. Üstelik Türk sanat müziği yaptığın bir çalışma. Ve doğal olarak bu birikimin arka planını biraz daha açmak isterim.
 

Yani aslında enstrümanları öğrenmeye başladıktan sonrası var. On dört yaşıma kadar konserlere hazırlanır, makamları geçerdim. Şu an aklımda olan eserlerin çoğu aslında benim çocukken sevdiğim, melodisine bayıldığım, sözlerini ezberlediğim eserler. Bunların sözlerinde bilmediğim kelimeler olurdu. Bu kelimelerin anlamları notlar kısmında yazılı olurdu. O kelimeler ile divan şiirini de keşfetmiş oldum. Malumunuz zaten Türk Sanat Müziği şarkılarının genellikle divan şiirinden gazellerden gelen sözleri var.  O yılların devamında sonra rockandroll’düm. On sekiz yaşım itibariyle folk müziğe ilgi duymaya başladım. Berlin’e taşındıktan sonra arkadaşlarımla Türk müziği yapmaya başladık. Arkadaşlarım Türk müziğine ilgi duyan Amerikalı, Yunanistanlı insanlardı. O ara İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarında gazeller üzerine doktora yapıyordum. Taş plakları bu vesile ile yeniden dinleyince çocukluğumu hatırladım. Sonra icra etmek, çalıp söylemek benim için önemli hale geldi. Her zaman kendime eşlik edecek insan bulamayacağım için ud öğrenmeye başladım. Benim için beste yaparken kullanabileceğim kemandan sonraki enstrümanım ud oldu. Türk musikisini icra etme arzum biraz çocukluk biraz doktora yılları sonucunda doğmuş oldu diyebilirim. 

Bu yüzyılda Türk sanat müziği sadece eskilerin yeniden uyarlanması gibi geliyordu bana. Sanki sadece söyleyenler değişiyordu. O nedenle de bu çalışma beni şaşırttı açıkçası. Sen ne dersin bu bakımdan?

Beste yapımının tamamen durduğunu söyleyemeyiz, çünkü hala TRT’de ya da bazı radyo kanallarında beste yarışmaları düzenleniyor, kazananlar arşive giriyor. Ama bir kısırlaşma olduğu kesin. O kısırlaşma şiirde de var. Yapay zekânın bile yazabileceği sadece üç beş kelimeden oluşan tek bir olguyu anlatan şiirlerle insanların kalbini yerinden hoplatmak mümkün değil. Eski şiirler bir kere Türk musikisinin beste yapısıyla uyumlu. Hem hece sayısı açısından hem eğer aruz vezniyle yazılmışsa müzikle arasındaki bağlantı açısından. O bağ, bu gün yazılan şiirlerde ve şarkı sözlerinde kopmuş gibi görünüyor. Bu nedenle de kulağa o kadar da sanatlı gelmiyor. Yani bir Itri bestesi veya Münir Nurettin Selçuk bestesi gibi gelmiyor kulağa. Bu söylediklerim otuz yıl öncesi için geçerli diyebilirim. Beste yapan çeşitli duayenler var tabii ki; Yurdal Tokcan, Göksel Baktagir… Bu isimlerin çok önemli çalışmaları var. Yeni Türk sanat müziği albümlerine bu insanların besteleri giriyor. Ama Türk sanat müziği bestesi yapan kadın besteci, belki de benim cahilliğim bilmiyorum, duymuyorum. Acaba kadın sanatçılar eskileri söylemeye daha mı meyilliler bilemiyorum. 



Besteler klasik anlamda Türk sanat müziği normlarında. Ancak sözler de yine çizgi dışına çıkıyorsun. Bugünün kadının ifade biçimi, isyanı, itirazı, aşka bakışı var. Bu sözlerin altına rocksoundlu bir beste de yakışır, jazz tınıları da yakışır. Albümü dinlerken bu his beni heyecanlandırdı sahiden.

Ben de öyle düşünüyorum. Yaşadığımız şeylerden etkilenmemek mümkün değil ve ben bunla oynamayı da seviyorum aslında. Mesela “Ben Yine Kaçar Giderim” şarkısı başka bir şiir içindi aslında. O şiir de klasik bir şiirdi, şiiri kullanmamıza izin verilmedi. Dolayısıyla ben o şiir kadar müziğe yakışacak bir şiir yazmak durumundaydım ve o sırada içinde bulunduğum ruh halini anlatan bir şiir yazdım. “Manidar Boşluk” gibi şarkılarımda da hikâyeler gerçek. Tabii abartarak yazıyorum. Bizim sanatlarımızdan biri de mübalağa değil mi ama!

Eski Türk musikisi eserlerinden muhakkak çok severek söylediğin parçalar vardır. Bunlardan birini bile neden yorumlamadın?

Tabii ki var, bunu da yapacağım başka bir albümüm olur. Bu albüm hayatımın bir döngüsü benim için. İlk albümümde ozan şarkıcılardan etkilendiğim ama Türk musikisinden de melodik olarak etkilendiğim bir dönemdi. Hayatının belli bir döngüsünde benzer şarkılar yazıyorsun bir noktada o benzer şarkıların bittiğine karar veriyorsun ve tıpkı kitap yazarmışçasına ona bir bütünlük kazandırıp ortaya çıkartma isteği duyuyorsun. Bu albümümde makam müziğinde şarkılar yazmaya başladığım bir dönemin sonucu. 

Albüm kapağında Hawking’e ve daha pek çok isme selam çakıyorsun. Bu röportajın sınırları yetmeyecek ama öykü kitabın var, felsefecisin, kadın mücadelesinde de konumlanıyorsun. Ve bunlarla beraber derinlikli ve özgün şeyler üretiyorsun hep. Bu albümde vurguların nerelere?

Bir sürü şey anlatıyor. Ben sürekli bir kendimle ve içinde yaşadığımız toplumla dalga geçme halindeyim. Bu yüzden ironi benim için albümde yaşayan karakterlerden biri neredeyse. İnsan olmaya dair bütün hallerden bahsediyorum bu albümde ve özel olarak da kadın olmaya dair hallerden. Kadınlar olarak temsil edilmediğimizi düşünüyorum. Taa divan edebiyatından bugüne erkeklerin gözünden kadını dinliyoruz; ince belli, tığ boyunlu bembeyaz tenli. 

Sadece böyle olması acıklı haklısın. Ama peki ifadeleri, kadının aşka bakışını anlatışları da başka sorunlu mu? Ya da güncel değil diyebilir miyiz?

Oldukça fena bir tablo var karşımızda. Mesela kadın onunla yokluğu üzerinden bir ilişki kuruyor. Erkeğin gözünden anlatılan aşk ilişkisinde kadının karakteri yok. Tanrı nasıl yok oluşuyla tanımlanıyorsa, kadın da ulaşılmaz olması açısından o aşkta yok oluşuyla tanımlanıyor. Türk musikisinde de bu böyle. En fazla yere bıraktığı mendille ilişki kuran, bakmayan bir kadın. Bakıldığında bu yokluk ilişkisi bence bizim kültürümüzde olan bir şey. Devlet ulaşılamaz, sen ona tabisin, Tanrı da böyle. Peki böyle bir ortamda kadın nerede? Kadın olarak şunu söylüyorum demenin ötesinde ben dünyayı Fulya, Yeşim, Ayşe olarak böyle görüyorum diyerek kendimizi ifade ettiğimizde kadının gözünden de dünyanın nasıl duyumsandığı ortaya çıkacak. Bu benim için bir var olma biçimi. 

Sanki bu işi kadınlarla yapıyor olmanın da ayrı bir hafifliği var sanki üzerinde? Albüme de sinen güzel bir hava gibi bu. Öyle mi? 

Hem de nasıl! Yanlarında çok rahat hissettiğim sevdiğim kadın arkadaşlarım onlar benim. Bir sürü kadın virtüöz müzisyen var, konservatuarlarda bir sürü kadın müzisyen var. Bunlar sahnelerde neredeler? Ben onları görmek istiyorum o yüzden de eğer benim sahnemde yer varsa, o koltukta oturma önceliğini bir kadına veririm,  bu konuda pozitif ayrımcılık uygulamak hakkım bence. 

Evrensel’de dönem dönem öykülerin çıkıyor. Onların bazılarıyla şarkı sözleri arasında bağlantılar var. Zaten çıkmış bir kitabında var;  yazma süreci, edebiyat kısmı hayatında nasıl yer ediyor? 

Basılmamış bir şiir kitabım da var. Çocukluğumdan beri günlük tutuyorum ve bunlar; şunu yaptım, şuraya gittim, şeklinde değil. Günlüklerim yan yol olarak ya öyküye ya da şiire mutlaka kayıyorlar. O an ne hissediyorsam günlüğümde o oluyor. Öykülerimde günlüğümün sayfaları. Yani orası da öyle bir yol.

 

ÖNCEKİ HABER

UEFA Avrupa Ligi’nde 2. hafta: Fenerbahçe sahasında moral buldu

SONRAKİ HABER

Yıldız Tar: Medyanın LGBTİ+’lere dönük bir haber politikası yok

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa