IŞiD katletti, devlet seyretti
10 Ekim Katliamı’nın soruşturma ve dava sürecinde hangi gerçeklerin üzeri nasıl örtüldü?
Fotoğraf: Evrensel
Birkan BULUT
10 Ekim davasında neyin üzeri örtüldü?
10 Ekim katliamı, aynı zamanda en büyük adalet mücadelelerinden birini doğurdu. 10 Ekim Ankara Katliamı’nda yakınlarını kaybedenler, yaralananlar ve mitingde yer alan sendika, meslek örgütü ve siyasi partiler aradan geçen 3 yıl boyunca katliamın aydınlatılmasının peşine düştü. Her türlü hak ve özgürlüğün, en küçük demokratik kırıntıların bile ayaklar altına alındığı OHAL’in baskıcı koşullarına rağmen duruşma salonları hiç boş kalmadı. Ancak, kamuoyunun baskısı sayesinde tutuklanan sanıklar ağır cezalar alsa da katliamın daha fazla aydınlanmasına izin verilmedi. Ailelerin adalet çığlığına kulak tıkayan mahkeme heyeti, katliamın perde arkasındaki gerçek sorumlulara dokunmadan dosyayı alelacele kapattı. 2 yıl süren davanın sonucunda sadece 9 sanığa 101’er kez müebbet hapis cezası verdi. Peki 10 Ekim Katliamı’nın soruşturma ve dava sürecinde hangi gerçeklerin üzeri nasıl örtüldü? Devletin bu katliamdaki ihmal ve sorumluluğu neydi? IŞİD’in Türkiye’de düzenlediği saldırılar hangi siyasi atmosferde gerçekleşti? Sokakların kana bulandığı bu karanlık dönem kimlerin işine yaradı? Dosyamızın ikinci gününde, 10 Ekim davasında gerçeklerin üzerine çekilen perdeyi aralamaya çalıştık.
10 Ekim Ankara Katliamı’nın ardından en çok tartışılan, bu saldırıda devletin ihmal ve sorumluluğu olmuştu. Katliamdan davanın karar gününe kadar geçen süreçte kamu sorumlularının nasıl korunduğunu anlatan Avukat Nuray Özdoğan, emniyetin saldırı istihbaratına sahip olmasından katliam sanığı IŞİD’lilerin yıllardır izleniyor olmasına kadar kamunun birçok sorumluluğu olduğuna dikkat çekti.
10 Ekim Ankara Katliamı’nın ihmal ve sorumluluk zinciri daha ilk günden kendisini göstermeye başlamıştı. Miting alanında polislerin olmaması, her eylemde alışılmış arama kontrol noktalarının kurulmaması nedeniyle oluşan şüpheler, dava sürecinde deliller sayesinde giderek somutluk kazandı. Ancak katliama ilişkin birçok delili değerlendirmeyen mahkeme heyeti, devletin sorumluluğu ortaya çıktıkça yargılamayı alelacele bitirme yoluna gitti. 10 Ekim Katliamı’nda deliller neden değerlendirilmedi, kamu sorumluluğu kabul edilmedi, katliama ilişkin birçok soru neden ve nasıl yanıtsız kaldı? Sorularımızı yanıtlayan Avukat Nuray Özdoğan, katliamın ardından gizlilik kararıyla başlatılan soruşturmada, katliamın aydınlatılmasına değil gerçek bağların ortaya çıkmamasına odaklanan bir süreç yaşandığını söyledi. Olay yeri incelemesinin delil toplama değil, cenazelerin hızlıca alandan uzaklaştırılmaya çalışılmasından ibaret olduğunu belirten Özdoğan, “Olaydan birkaç gün sonra dahi alandan insan parçaları toplayıp savcılığa teslim ettik” dedi.
‘PEŞLERİNE DÜŞMEYİNCE DEPOLARI BOŞALTTILAR’
Ayrıca defalarca söylemelerine rağmen kaçan katliamcıların yakalanması için Ankara giriş-çıkışlarının kapatılmadığını aktaran Özdoğan, “Bir adam öldürme dosyasında dahi yapılması zorunlu olan işlemler böyle bir katliamda yapılmadı” dedi. Kokteyl terör örgütü açıklamalarıyla katliamın sorumlularının gizlenmeye çalışıldığını belirten Özdoğan, “5 gün boyunca sanıkları yakalamaya dair yapılmayan tüm işlemler sanıkların Gaziantep’te eylemi örgütledikleri ve aslında bilinen ikametleri olan evleri ve bomba malzemelerinin olduğu depoları, hiç gizlenme gereği duymadan boşaltmaları için gereken süreyi tanımış oldu” dedi.
SORUŞTURMADA İHMAL DENEMEYECEK EKSİKLER
Özdoğan, soruşturmada sanıkların ifadelerinde açıkça söylediği halde mail adresleri, sosyal medya hesaplarının araştırılmadığını, baz istasyonu kayıtlarının olaydan 3 ay sonra dosyaya girdiğini, sanıkların UYAP, GBT kayıtlarına bakılmayıp bağlantılı dosyalarındaki kritik bilgilerin gözardı edildiğini söyledi. Soruşturmadaki bazı eksiklerin ihmal olarak bile açıklanamayacağına dikkat çeken Özdoğan, “Örneğin; dosya savcılarından birisinin, dosyadaki kritik sanıklardan firari Edremit Türe’nin başka bir dosyadan soruşturmasını yürütmüş olduğunu öğrendik. Buna rağmen Türe’den hiç bahsetmemiş, bu bilgileri katliamı aydınlatmada, sanıkların bağlarının tespiti ve bulunmalarında kullanmamış” dedi
BİLDİKLERİ HALDE YOL KONTROLÜ YAPILMADI
Emniyetin elinde 10 Ekim’den önce Ankara’da büyük bir saldırı olacağı bilgisinin ve kimi sanıkların isimlerinin olduğunu hatırlatan Özdoğan, “Yol araması kararlarına rağmen olay günü sabaha karşı bombacılar Ankara’ya girmeden yol aramasına son verildiğini, diğer sanıklar kaçana kadar da yapılmadığını öğrendik. Araç plakaları sahte veya gizli değildi. Bombacılar ve bombacıları taşıyanlar yüzlerini gizlemedi, kıyafetlerini değiştirmedi. Aynı yoldan geldikleri kadar rahat Ankara’dan 10 Ekim sabahı ayrıldılar” dedi.
HEPSİ DEVLET TARAFINDAN İZLENİYORMUŞ
10 Ekim davası dosyasına çeşitli IŞİD yargılamalarından gelen bilgiler çoğu katliam sanığının yıllardır devlet tarafından takip edildiğini ortaya çıkardı. Avukat Özdoğan, “Sanıkların tamamının, bir şekilde emniyette kaydı olduğu, kritik sanıkların diğer dava dosyalarındaki bilgiler üzerinden teknik fiziki takip kayıtları olduğunu öğrendik. Devlet tarafından izlenen sanıklar bu katliamı gerçekleştirdi. Örgüt sorumlularının sınırda nasıl rahat faaliyet gösterdiği, askerlerle rahat ilişikileri, hatta kimi zaman tehdit eden talimat veren sözlerine dair tape kayıtlarını okuduk” dedi. Dosya derinleştikçe, gerçek sorumlulara doğru ibre kaydıkça, mahkemenin hızlandırıldığını, duruşma salonları taşındığını, daha önceki tüm ara kararlardan vazgeçildiğini anlatan Özdoğan, “10 Ekim 2015’de devletin kimi birimlerinin zaten bildiği gerçekleri biz 3 yılın sonunda ailelerin ve avukatlarının ısrarı sonucu kısmen öğrenmiş olduk. Tüm bilgiler sorumluluğu olan kamu görevlleri, bürokratlar siyasetçilerin yargılanmasını zorunlu kılan bilgiler olmasına rağmen yaptığımız tüm başvurular suç duyuruları şikayetler şimdilik sonuçsuz kaldı” dedi.
IŞIK: HERKES GERÇEĞİ BİLİYOR VE BU DAVA HENÜZ BİTMEDİ
Avukat İlke Işık da 10 Ekim Ankara Katliamı’nı “Türkiye’nin en kritik dönemeçlerinden birinde gerçekleşen politik bir katliam” olarak nitelendirdi. AKP’nin 7 Haziran seçimlerinde Meclis çoğunluğunu kaybettiğini hatırlatan Işık, “Aynı dönemde IŞİD denen bir örgüt Ortadoğuda şehirleri ele geçiriyor, insanları köle yapıyor, Avrupa kentlerini kana buluyordu. Türkiye IŞİD ile sınır komşusuydu ve gösterilen müsamahaları biliyoruz. IŞİD’lileri terörist değil “‘öfkeli çocuklar’ olarak tanımlayan iktidar, sınır kapılarını bu örgüte kapatmadı. Zira bu tip örgütler devletler ve istihbarat örgütleri için çok elverişli örgütlerdir” dedi.
‘SAVAŞA KARŞI GÖRKEMLİ BİR MİTİNG OLACAKTI’
Suruç katliamını, HDP’nin Diyarbakır’daki seçim mitingine bombalı saldırı ve ardından 10 Ekim Ankara Katliamı’nın izlediğini kaydeden Işık, iki genel seçim arasında gerçekleşen bu katliamın AKP yetkililerinin “Madem kaos istediniz...”, “400 vekili verin ve bu iş huzur içinde çözülsün” sözleriyle birlikte düşünülmesi gerektiğini vurguladı. Çünkü AKP’nin 7 Haziran sonuçlarını başkanlık sistemi gibi siyasi hedeflerinin önünde engel olarak gördüğünü ifade eden Işık, “Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi gerekçe gösterilerek çözüm masası devrilince bölge yeniden savaş alanına döndü. 10 Ekim günü Ankara’da bir araya gelen binlerce kişi bu savaşa hayır diyecekti. Saldırı olmasaydı çok görkemli bir miting olacaktı” dedi.
‘İTİRAZ ETMEYİN, ÖLÜRSÜNÜZ’ MESAJI
10 Ekim’de insanlara sokak ortasına canlı bombalar tarafından öldürülebilecekleri mesajının verildiğini belirten Işık, “IŞİD birçok yerde katliamlar yapmaya devam etti. Yüzlerce insan öldü, yaralandı, yüzbinlerce insan bu travmayla yaşamak zorunda. Bize hem bu tabloyu göstererek ‘itiraz etmeyin ölürsünüz’ demek istediler” dedi. 10 Ekim Katliamı davası boyunca gerçek sorumlular ne zaman ortaya çıkmaya başlasa üstünün örtülmek istendiğini ifade eden Işık, ancak herkesin gerçeği bildiğini ve bu davanın henüz bitmediğini söyledi.
‘ANTEP'E KADAR GİTMESEK BUNLAR BİLİNMEYECEKTİ'
10 Ekim Davası, Türkiye tarihinde kamuoyunun en sıkı takip ettiği davalardan biri oldu. Barış mitinginde yakınlarını kaybedenler, yaralılar, emek ve demokrasi güçlerinin davanın peşini bırakmaması ile kitlesel bir avukat dayanışması katliamın birçok yönünün aydınlatılmasına vesile oldu. Sorularımızı yanıtlayan Avukat Murat Kemal Gündüz, oluşturdukları avukat komisyonundaki dayanışma sayesinde ailelerin her duruşmada kendilerine olan güvenin pekiştiğini, ailelerin de davanın aktif bir katılımcısı olduğunu söyledi. Türkiye’nin faili meçhul ve katliam davalarındaki karnesini hatırlatarak “Bu davadan adalet çıkmaz” gibi tepkilerin motivasyonlarını nasıl etkilediğini sorduğumuzda Gündüz şöyle yanıt verdi: “Böyle bir yargı sisteminde insanlarda bu düşüncenin olmaması zaten mümkün değil. Ancak en azından tarihe not düşmek açısından bu işin peşini bırakmamamız gerektiğini düşündük. Ayrıca büyük bir arşiv yarattık, birçok olayın sebebini gösteren deliller topladık. Mahkemeye gelen dosyaları almak için Antep’e kadar gitmeseydik, mahkemedeki eksik bilgilerden kimsenin haberi olmayacaktı. Tabii ki müfettiş raporlarında işaret edilen kamu sorumluları yargılanmadı. Tetikçilerin arkasındaki tetiği çektirenler yargılanmadı. Ancak bizim açımızdan bir umutsuzluk söz konusu değildi. Yargılamanın bir yere kadar geleceğini biliyorduk ama bütün imkanları zorladık. İkinci görülecek dava da bu çabamız sürecek.” Gündüz, sözünü ettiği yargılamanın gidebileceği sınırı ise kamu sorumlularının yargılanması olarak açıklıyor. Dosyada ismi bilinmemesine rağmen görüntülerde yüzleri tespit edilen kişilerin soruşturulması gerektiğini belirten Gündüz, eksik bilgi toplayanlar, katliamın hazırlığından bilgi sahibi olan polisler, bu sanıkları yıllarca takip edenler gibi birçok yargılanmayan sorumlunun varlığına dikkat çekiyor.
‘BU DAYANIŞMA DEVAM EDERSE İLERLEYEBİLİRİZ’
IŞİD ile ilgili diğer dava dosyalarının da 10 Ekim Katliamı’yla bağlantısı olduğunu belirten Gündüz, “Suruç ve 10 Ekim katliamlarındaki canlı bombalar kardeş, Diyarbakır Katliamındaki bazı sanıklar bizim dosyada çıkıyorlar, Reina dosyasına baktığımızda bir sanığın İlhami Balı ile telefon görüşmeleri var... Bizim 10 Ekim davasında bir araya getirdiğimiz, birçok ildeki mahkemelerden gelen deliller bu bağlantıları ortaya koydu. Bir yandan bir türlü gelmeyen dosyalar var. Örneğin; Gaziantep Emniyetine yapılan bombalı saldırıyla ilgili istediğimiz dosyalar bir türlü gelmedi. Biz avukatlar ve aileler olarak bu dayanışmayı sürdürebilirsek davada daha ileri aşamalara gelebiliriz” diye konuştu.
Burcu YILDIRIM
Ankara
AVUKAT SENEM DOĞANOĞLU: İNSANLIK SUÇU DEĞİLSE NE?
IŞİD, Suriye ve Irak’ta ele geçirdiği şehirlerde, işkence, tecavüz, köle pazarları ve katliamlarla Ortaçağ’ın karanlığını hortlattı. Kadim toprakların sınırlarını aşarak Avrupa’nın metropollerinde de katliamlar tertipleyen IŞİD, Türkiye’nin birçok yerinde örgütlenerek bombalı saldırılar düzenledi. Ancak 10 Ekim Davasının mahkeme heyeti, IŞİD’in Ankara’da barış mitingine yönelik katliamında insanlık suçundan ceza vermeyi gerekli görmedi. Mahkemenin bu kararına ilişkin sorularımızı yanıtlayan Avukat Senem Doğanoğlu, “terörizm” denilen sorunun böyle bir tartışmaya konu olamayacağını söyledi. 10 Ekim Ankara Katliamı’nın devlete karşı değil, tam tersine devletin dahliyle insanlığa ve insanlık değerlerine karşı işlenmiş bir suç olduğunu belirten Doğanoğlu, IŞİD’in burada kasten adam öldürmek, tasarlayarak öldürmek, Anayasal düzeni ihlal suçlarından büyük bir toplama işaret ettiğini söyledi.
MADIMAK VE 12 EYLÜL DAVASINDA DA GÜNDEME GELMİŞTİ
Bunun IŞİD’in hem Türkiye hem de dünyada yaptıklarının toplamı olduğunu ifade eden Doğanoğlu, şöyle konuştu: “Biz mahkemeye bunu anlatmaya çalıştık. İnsanlığa karşı suç 2005 yılında Türk Ceza Kanunu’na (TCK) girdi. Daha öncesinde yoktu ama Madımak Katliamı davasında insanlığa karşı suç tartışılmıştı. Çünkü uluslararası ceza hukukunda şöyle bir ilke vardır; ağır insan hakkı ihlali olarak öyle büyük suçlar işlenir ki, o ülke BM toplumunun parçasıysa kendi mevzuatında olmasa bile bunu uygulaması gerekir.”
IŞİD’İN TÜM EYLEMLERİNDE GEÇERLİ
Fakat bugün TCK’de insanlığa karşı suçun olduğunu kaydeden Doğanoğlu, 10 Ekim günü ne olmuşsa kanunda insanlık suçu olarak tanımlandığını söyledi. “Belki okumamışlardır diye mahkemede de okuduk” diyen Doğanoğlu, “Toplumun belli bir kesimini karşı siyasal saikle, din, motivasyonla, felsefi motivasyonla etnik ve ayrımcılık temeline dayalı olarak sistematik bir saldırı kapsamında çeşitli fiiller işleniyorsa buna insanlık suçu deniyor. Bunu 10 Ekim Ankara Katliamına uygulamayacaksanız neye uygulayacaksınız” dedi. İnsanlık suçunun Suruç, Diyarbakır, Antep’te kına gecesi ve Sultanahmet Meydanı’ndaki katliamlarda da işlendiğini belirten Doğanoğlu, IŞİD’in Türkiye’de işlediği bütün suçlar açısından bunun geçerli olduğunu dile getirdi.
YUGOSLAVYA VE RUANDA MAHKEMELERİ
Ayrıca bütün uluslararası ceza mahkemesi pratiklerinin ya da Yugoslavya ve Ruanda gibi özel olarak kurulmuş mahkemelerin şunu gösterdiğine dikkat çeken Doğanoğlu, “Hiçbir büyük katliam, soykırım, insanlığa karşı suç devletlerin dahli olmadan işlenemiyor. Yani bütün bunları ortaya koyan kocaman bir birikim var. Mahkeme heyeti de savcı da biliyor. Devleti bir türlü bu dosyanın içine dahil etmeyen kocaman bir irade var” dedi.
‘BİZE BUNU TARİF ETTİRDİLER’
Çeşitli insanlık suçlarında katliama, tecavüze, soykırıma maruz kalanların sürekli başına gelenleri anlattığını belirten Doğanoğlu, 10 Ekim davasında yaşadığı bir anıyı anlattı: “Özellikle son celsede benim tüylerim ürperdi. Katliamdan yaralı kurtulan biri söz alarak neye maruz kaldığını anlattı ve ‘Bu insanlığa karşı suçtur’ dedi. Bu mahkeme, bu devlet, insanları bununla baş başa bıraktı: İnsanlığa karşı suçun mağduru olduğu fikriyle... Hiç kimse ‘insanlığa karşı suça maruz kaldım’ diye tarif etmez ya, bunu bize tarif ettirdiler.”