14 Ekim 2018 00:31

Çalınan köprüler, canavarlar ve düşmanlar

Nuray Sancar Evrensel Pazar'a yazdı: Çalınan köprüler, canavarlar ve düşmanlar

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Nuray SANCAR

Gümüşhane’nin Arslanca köyündeki Balahor Deresi üzerindeki 5 metre uzunluğundaki, 300 yıllık olduğu iddia edilen bir köprü birdenbire ortadan kaybolmuş. Köprünün birkaç gün öncesine kadar yerinde durduğunu, onu en son pazartesi günü gördüklerini söyleyen köylüler, taşkına sebep olacak düzeyde olmasa da son yağmurlar tarafından sürüklenmiş olabileceğini düşünerek etrafta arama tarama yapmışlar. Ancak köprüden, tek ayağı dışında hiçbir kalıntı kalmamış. Köylüler köprünün çalındığına inanıyor. İçlerinden birinin ifadesi aynen şöyle: “Kendiliğinden yıkılsa bile taşlar burada olurdu. Ortada taş yok. Köprüyü çaldılar.” Valiliğin açıklamasına göre ise köprü üç ay önceki selde sürüklenmiş.

Bir panik haberi de Marmaris’ten. Denize kıyısı olan üç mahallenin üzerinde bir küçük uçağın dolaşması üzerine mahalleliler ‘yerlerimizi parselleyecekler bunun için fotoğraf çekiyorlar’ diye muhtara koşmuşlar. Hisarönü’nde yaşayan bir yurttaş, uçağın fotoğraflarını çekerek araştırma bile yapmış. Aynı kişi halk arasında, “değerli arsa ile bahçelerimizi istimlak ederek satacaklar, 5 yıldızlı otel dikip doğayı mahvedecekler” dedikodusunun yayıldığını söylüyor. Kimileri Fetö’nün altınlarının arandığını, kimileri ise bu işe Yunanistan’ın dahli olduğunu düşünüyor.

2013’te Gölcük’te de bir köprü çalınma vakası yaşandı. Köylüler meyve bahçelerini ilaçlamak için paçaları sıvayarak dere kenarına gittiklerinde köprünün yerinde yeller estiğini görmüş, “şok yaşamışlardı.”

Yenikapı-Bakırköy sahili arasındaki ağaçların akşamdan sabaha yok olduğunu, Sakarya Serdivan ilçesinde cemaat akşam namazı kılarken bir cami avlusundaki 31 çam ağacının kaybolduğunu, yazın sahile yakın ormanlarda art arda çıkan yangınların ardından arazilerin imara açıldığı göz önünde bulundurulursa yurttaşların ortak kullanım alanlarının akıbeti ile ilgili bu kadar kolay paniğe kapılması mesnetsiz sayılmaz. Arazilerin, tarihi eserlerin, tarım arazilerinin bir anda toz olacağına ya da arsalaştırılacağına dair yeterince deneyim ve birikim var. Yağmalanan kamu arazileri üzerine binalar kuruldukça; SİT alanları kâr getiren turistik tesisler uğruna yağmalandıkça o bölgelerde yaşayanlar için kendi yaşam alanlarının çevresi bir düşman faaliyet alanı olarak algılanıyor. Gayet sınıfsal bir teşhisle arsalarının zenginlere satılacağını iddia eden yurttaşlar da köprülerinin çalındığına inanan köylüler de hayatları üzerindeki kontrol kaybından mustarip. Çalmayı çırpmayı alışkanlık haline getirmiş bir gizli öznenin, herkesin iliğini emen bir canavarın sınırsız sorumsuz varlığının hangi bedene büründüğü belli olmasa da sonuç her durumda aynı.

Köylülerin her şeye muktedir kötülük kaynaklarına işaret etmesi bu kontrol kaybıyla gayet alakalı. Ama aynı zamanda öğrenilmiş bir çaresizliğin dışavurumu. Çünkü iktidarın her gün yeniden kurduğu düşman söyleminden alınmış çeşitli unsurların gelişigüzel sıralandığı bir kötülük tarifi bu. Bu söylemde de zaten bir araya toplanmış çeşitli benzemezler kendi memleketi çökertmeye ayarlı büyük tezgahın kurucusu tek bir biçime bürünmüş durumunda. O halde Fetö’nün altınları, bölgeye uçak gönderme cüreti gösteren Yunanistan, köprü çalabilecek kadar kudretli hırsız, yurttaşın yaşam alanına kurulan komplonun öznesi olarak aynı yıkıcı amaçta buluşabilir. Nesnelerin birden bire yok olduğu bir öykü içinde hepsi bir arada bulunabilir.  

Neyin yapılıp yapılamayacağının belirsiz olduğu, kuralların olmadığı bir dünyada insanların kontrol kaybına uğraması doğal. Ama sorun olaylar arasındaki akılcı bir neden sonuç ilişkisinin giderek bulanıklaşması ve insanların tıpkı birkaç yüz yıl önce olduğu gibi, başlarına gelen felaketleri olduğu kadar sebeplerini de mitoslaştırması. 16 yıllık iktidarın kamusal varlık ve arazileri bir rant kaynağı haline dönüştürerek büyük sermaye gruplarını nasıl palazlandırdığını, bunun uğruna çıkarılmış yasaların yıkıcı sonuçlarının nelere yol açtığını sezmek bu mitoslaştırmayı önleyemiyor. Çünkü mitoslaştırma bilginin yetersiz olduğu yerden, neden sonuç ilişkisini akılcı kuramamaktan doğar. Katar Prensiyle Karadeniz üzerinde helikopterle yapılan geziden sonra arazilerin satılması gerçeği ile Marmaris köylülerinin paniği arasında mitoslaştırma dolayımıyla kurulan ilişkinin kaynağında da böyle bir sorun var.

Oysa felaketin gizli, ya da değişik biçimler aldığı için belirsiz ve bilinemez kalan öznesi; insanların yaşam alanlarındaki kontrol kaybının faili o kadar dışarıdan ve uzakta değil. Toprağı ve arsayı zenginlere satarken halkın acılarının hedefine sıradan ölümlünün baş edemeyeceği kadar irileşmiş canavarları koyan masal kurucuları aynı zamanda zihinsel irtifa kaybının da sebebi.

Gerçek ilişkileri bulanıklaştırıp yerine mitoslar koymak için gece gündüz çalıştırılan sansür mekanizması eşliğinde körüklenebilen korkular, insanları akılcı tanılardan iyice uzaklaştırmayı da başardı nihayetinde. Böyle bir dünyada her şey mümkün, her kötülük olabilir. Oluyor da zaten.

Rahip Brunson vakasındaki gizli tanığın pespaye bir kanalda yayınlanan röportajına bakın isterseniz. Büyük bir ihanet, terör, ajanlık şebekesinin içinde olup bitenler o bir tek kudretli kişinin gözünün önünde oluyormuş gibi anlatıyor maskeli şahıs. Şebekenin her yerinde o var. Değilse bile dedikodunun, duyumun, hissiyatın kuralın, yasanın yerine geçtiği bir ortamda ne söylerse o. Mahkemeler, televizyonlar da bunu ciddiye alıyor, tanıklık da ucuzluyorsa vatandaş ne yapsın: Koca köprü kimse görmeden, duymadan iyi saatte olsunlar tarafından çalınabilir!

Ancak Samistal yaylası yol projesine karşı mücadele ederken dönemin valisine “bana mı sordun” diye gerçek bir soru soran, “Devlet benim, halk benim” diyen Havva Anayı da unutmayalım. Bu bir örnek ama, bunun dışında da, kamu mülkiyetini peşkeş çekenlerin kimliğinin teşhisine, onunla nasıl mücadele edilebileceğine dair oluşmuş birikim de var elde. Yaşam alanlarının kolektif kontrolü üzerindeki kayba karşı  insanların alarm halinde olması önemlidir. Bu panik, el yordamıyla aranan müsebbibi somutlaştırıp dünyevileştirmeyi kolaylaştırıcıdır da. Uzakta bir yerde, görünmez, illegal olduğu sürece devasa sanılan korkutucu kötülüğün çok yakında, baş edilebilir olduğu bilincinin başlangıcı olabilir. Nesnelerin neden kaybolduğunun ya da çalındığının açıklayıcısı da.

ÖNCEKİ HABER

Suriyeli işçilere çalışma izni: Sendikalar uyuyor, patronlar iştahlı

SONRAKİ HABER

AKP'den Brunson açıklaması: Dayatma eleştirileri doğru değil

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa