Şair Arife Kalender: Şair kendisini sözcük sözcük dağıtandır
Şair Arife Kalender, 'Yağmur Sandım Kendimi' isimli şiir diğeri ise 'Herkesin Karanlığı' isimli öykü kitapları üzerine konuştu.
Fotoğraf: Kadir İncesu
İsmail AFACAN
İstanbul
Arife Kalender’i şair kimliğiyle tanıyoruz. Ama sadece şair değil aynı zamanda öykü ve inceleme yazarı... Edebiyatın birçok alanında üretim yapan Kalender; son zamanlarda yayınlanan iki kitabıyla karşımıza çıktı. Biri “Yağmur Sandım Kendimi” isimli şiir diğeri ise “Herkesin Karanlığı” isimli öykü kitaplarıyla...
Arife Kalender’le yeni kitapları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Şiirden taşanlarla öykü yazdığını söyleyen Kalender, “Yıllarca şiirin ne olduğunu araştırmasam, ne olmadığını görmesem öyküye hiç başlamazdım” dedi. Şairliğe dair ise şu tanımlamayı yapıyor: “Şair kendisini sözcük sözcük dağıtandır”. Söz şairde...
-Yeni şiir kitabınızın adı “Yağmur Sandım Kendimi”. Yağmur sizin için ne ifade ediyor?
“Yağmur” çok çağrışımlı bir sözcük. Bana göre: Bolluk, bereket, can veren anlamlarını içerdiği gibi, doğadaki oluşum süreci de bir hayli incelikli. Birden gökten boşalmıyor yani…Tek bir damlaya dönüşerek yere düşmesinin gerisinde onlarca oluşum, bileşim ve ayrışma var. Bir şiirin yazılma aşamasında da bu ayrıntıları görmek olası. İlkin söz kendisine bir madde (gerçek) bulacak; bu madde (şiirin gerçeği) yerini, zamanını, başka oluşumlarla bağını kuracak, içindeki yüke göre biçimini ayarlayacak sonra da şiir olarak okunacak… Kitabın adındaki göndermeden hareketle, yağmur nasıl ki yoğunlaşmış haliyle tüm dünyaya ve insanlığa yağıyorsa, şiir de yaşamların toplamı ve yoğunlaşması olarak dil aracılığıyla insanlığa yağıyor. Bir söyleşide: “Şair kendisini sözcük sözcük dağıtandır” demiştim. Her şiirde biraz ben, çoğu ötekiler olduğuna göre; elli yıla yakın süredir şiirin içinde yaşayan birisi olarak azar azar ömrümü şiir aracılığıyla yağdırmışım demek ki…
-Şiir kitabınız nasıl oluştu? Yaratım sürecini öğrenebilir miyiz?
Şiir yıllardır yaşantımda ilk sırada. İçimin büyük bölümünde yalnızca şiir düşünen, çalışan, düzelten, okuyan bir kadın var. Bir yanım annelik, ev kadınlığı v.b. görünen kimliğiyle iş yaparken, şair yanım illa ‘şu şiiri düzelt, bu temayı işle, bunu böyle yaz’ diyor. Şiir benim eğlencem, beslenmem, umutlarım, hüzünlerim, direniş biçimim. Böyle olunca da şiirlerin ortaya çıkması, kitaplaşması kaçınılmaz oluyor. Şiirden başka dünya bilmiyorum.
-Şiirlerinizde geçmişle bir diyalog içindesiniz. Özellikle “Zaman evinde uğultular” bölümünde. Neden geçmişle diyalog...
“Zaman ve ölüm” temaları hemen hemen tüm şairlerin el attığı temalar. Özellikle M.C.Anday’ın. Yıllar biriktikçe insan yaşamın dibini daha net görmeye başlıyor ve çoğu şeyin yanıtı “Hiç”likle sonlanıyor. Ayrıca şiir için de geçtiğimiz yollarda çok malzeme var. Çocukluk hazinesinden tutun da gençlik fırtınasına kadar. Beni de çeken bunlar olmalı…
-“Üvey ülke çocuğu” ve “Haziran Çocukları” şiirleriniz okuru “Gezi” günlerine götürüyor. Neler söylemek istersiniz?
Yoksulluk bir bakıma ‘üvey’ olmak anlamına da geliyor. Yalnız Gezi’de değil, birçok toplumsal olaylarda gencecik çocukların öldürülmesi hâlâ en taze yaralarımız. Şiir biraz da bu acılara bakmaz mı?
-Yakın bir zamanda ikinci öykü kitabınız okurlarla buluştu: “Herkesin Karanlığı”. Okur kitapta nelerle karşılaşacak kısaca değinir misiniz?
Şiirlerim gibi öykülerim de, gerçeklerden ve düşselden yola çıkar. Bir olguyu kuru kuruya vermekten yana değilim. Öykülerimin bir kısmını yıllar önce; şiirlerden dinlenmek, ayrı bir soluk almak amacıyla yazmıştım. Düzenlemeler yaptım. Bu kitaptaki ‘karanlık’ hepimizin karanlığı ve 5 bölümlük. Her birinde karanlığın bir parçası veriliyor. Ayrıca yaşamlarımızı kıskaca alan teknolojiden tutun da, şablonlaştırılmış aşkların dışındaki kadın erkek ilişkilerine, bedensiz ve derin aşklara yelken açıyor. Görünenin ötesindekileri beriye çekmeye çalıştım.
‘ŞİİRDEN TAŞANLARI YAZDIM’
-Daha çok şair kimliğinizle tanınıyorsunuz. Bir şair için öykü yazmak nasıl bir duygu...
Evet. Şiir benim her zaman önceliğim oldu, olacak. Doğrusu öykü kitaplarımı hazırlarken “Şair, öykücü” ifadeleri ürkütmedi değil. Çünkü ben kendimi hâlâ öykü yazarı olarak benimsemiyorum. Şair olmak nasıl ki emek ve zaman istiyorsa, öykü yazarı olmak da aynı şey. İlk öykü kitabım 2017 Türkân Saylan Ödülü’ne değer görülmüştü. Elbette mutlu oldum. “Herkesin Karanlığı” da şimdiden olumlu eleştiriler alıyor. Ama benim asıl uğraş alanım şiir ve kendimi en rahat şiirle ifade ettiğime inanıyorum.
Niye öykü? Yıllar önce beni çok etkileyen bir hikâyeyi şiirleştirmeye çalıştım. Olmadı, olmuyor. Çünkü şiirin yapısı, alanı, dili öyküden farklı. Şiir olamadı ve öykü olmak istedi. Her yazı türü, yazarına ne olacağını söyler. Birisi beni şiir, öteki roman, beriki deneme, öykü olarak yaz der. Biçimlerini, dilini kendileri belirler. Yıllarca edebiyatın okur ve yazarı olunca ‘yazının bildirisini’ almak zor olmuyor. Ben de “beni öykü olarak yaz” diyenleri öykü olarak yazdım, yani şiirden taşanları…
-Şiirle öykü arasındaki sınırı nasıl çiziyorsunuz?
‘Şiirde öykü, öyküde şiir’ her zaman tartışılan bir konu olmuştur. Şairlerin düz yazılarında şiirimsilerin olması kaçınılmaz, ama dozunu iyi ayarlamak gerektiğine inanıyorum. Şiir bir kelebek gibi tüm zamanlara, yaşamlara, duygu ve algılara aynı şiirde dokunarak geçerken; öykü ipuçları vermek, yer ve zaman göstermek en azından yaşamın bir yerini işaretlemek durumunda bana göre. Şiire oranla yeri, dili ve diyeceği daha çok. Dil dokusu daha seyrek. Şiir bir damla su gibi yaşamın yoğunlaştırılmış hali. Hem saydam, hem kısa hem yansıtıcı…Yıllarca şiirin ne olduğunu araştırmasam, ne olmadığını görmesem öyküye hiç başlamazdım. Şiirde sesimi bulduktan sonra öykü yazmam daha rahat oldu.