Kadim kültürleri ve insanlarını tanımak
Birçok edebiyat etkinliğine katıldım ama hiçbiri beni Diyarbakır'da gerçekleştirilen ‘Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri’ kadar etkilemedi.

Fotoğraf: Evrensel
Adnan GERGER
Uzun yıllardır gerek uluslararası gerek yurt içinde birçok edebiyat etkinliğine katıldım. Çok profesyonel ve parasal olanakları dâhil her türlü desteğin üst derecede sağlandığı bu tür organizasyonlara davet edildim. Ama hiçbiri beni Diyarbakır Sanat Merkezi ve Lîs Yayınevi ortaklığıyla gerçekleştirilen ‘Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri’* kadar etkilemedi. Üstelik son derece dar olanaklarla yapılan, 11 Ekim’de başlayan ve bugün sona eren etkinliğinin hem içeriği, hem etkinlik başlıkları özenle seçilmesini örnek olarak gösterebilirim. Geçen sene yapılan etkinliklerde edebiyatın kuramsal, tarihsel boyutları, Ermenice sözlü ve yazılı edebiyatı, Süryani dili ve edebiyatı ile Kirmanckî edebiyatı konuşulmuş, yine dillere ve edebiyata dair etkinlikler düzenlenmişti. Bu yılki yapılan etkinlikler bir üst boyuta taşınarak yine çok dilliliği eksenine aldı, dil ve edebiyat çok yönlü ve pratiğiyle tartışıldı. Etkinliğe ve atölyelere günümüz edebiyatında kendini kanıtlamış önemli yazarların katılması çıtanın yukarılara çıkmasının diğer nedenlerinden biriydi. Klasik ve çağdaş edebiyatında yer edinmiş eserlerin üzerinden edebiyatın ve edebiyatın sosyolojisi hakkındaki konuşmalar, okumalar ve tartışmalar ufuk açıcıydı. Özellikle çok yeni söylemlerin varlığı bu etkinliklere ayrı bir renk kattı. Ancak ben ayrıca bu etkinliği düzenleyen Lîs Yayınevi’nin kurucusu Lal Laleş ile diğer arkadaşların gösterdiği perfomansı yazmasam emeklerine büyük haksızlık etmiş sayarım kendimi. Ayrıca kadim şehrin taşlarıyla konuşan Şeyhmus Diken’in misafir severlikteki lokomotif tavrının da altını çizmek gerekiyor. Bazı etkinliklerin yapıldığı Kastal Kafe’nin o otantik ve mistik havası bile insana başka ruh katıyordu. Mekânların böylesine etkinliklerde nasıl rol oynadığını daha iyi anlıyorsunuz. Etkinliklerden ayrı ama etkinliklerde varlıklarını hissettiğimiz kitapevleriyle ilgili gözlemimi de yazmak istiyorum. Olağanüstü büyüklükte ve güzellikte çok sayıda kitabevlerinin açılması insana umut veriyor. Her bir kitabevindeki devamlı olarak söyleşi, imza ve diğer etkinlikler yapılması da ayrı bir kazanç. İmza yaptığım Yayınağacı Kitabevi’nin sahibi Yusuf Serdar Esen’le, çok zarif ve bilgi birikimleriyle bana kendilerine hayran bırakan çalışanları Pınar Akgün’e ve diğer arkadaşlarla tanışmak insana sevinç ve mutluluk katıyordu. Yusuf Serdar Esen’le sohbet etme imkânım oldu. Sohbette Esen, bana yapmayı tasarladığı özel projeleri paylaşınca çok şaşırdım. Çok ilginç ve çok büyük düşünüyordu. Bu proje hayata geçirildiğinde (Yazılmamak kaydıyla konuşma yaptığımız için bu projeleri yazamıyorum) önümüzdeki aylarda Diyarbakır’ın kültürel ve entelektüel yaşantısında büyük değişiklikler olacak. Bu son derece vizyonu geniş ve perspektifi akıllıca tasarlanmış proje bir an önce hayata geçer. O zaman Diyarbakır, gerçekten kültürel anlamda bölgenin değil uluslararası bir yere bileğinin hakkıyla gelir. Ki böyle bir projenin uygulanması Diyarbakır için geç bile kalındı da...
Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri’nde geceleri de etkinlik vardı. Etkinlik bahsettiğim tarihsel dokusu olan bir mekân olan Kastal Kafe’de Margosyan için Söylüyoruz başlığıyla düzenlenen geceydi. Ama öyle bir etkinlik oldu ki, böylesine entelektüel düzeyi yüksek ve çok anlamlı bir etkinlik çok az yaşanırdı. Hoşgörünün, kadim kültürlerin, dillerin buluştuğu bir geceydi. Gecede dünyaca ünlü udi Yervant Bostancı’nın yorumu ve müziğiyle herkes mest olurken Hicri İzgören şiirleriyle o gecenin büyüsüne büyü kattı. O gecenin anlamına ilişkin ben de bir konuşma yaptım. Konuşmam aynı zamanda etkinliklerin içeriğine de ilişkindi. İzninizle o konuşmamın özetini sizinle burada paylaşmak istiyorum.
“Çok geçmiş zamanda şehirlerin birinde ölenin konumuna göre bir, en fazla dört kez çan çalınırmış. Kadı, haksız yere para cezasına çarptırınca sanık koşar tüm kuralları alt üst ederek çanı beş kez çalar. Çanın beş kez çalınması o güne kadar görülmüş şey değil... Sorarlar: - Ölen kim, neden beş kez? Yanıt ironiktir: - Ölen adalettir. Adaletsizliği önleyecek gücümüzün olmadığı zamanlar olabilir ama adaletsizliğe itiraz etmeyi beceremeyeceğimiz zaman asla olmamalıdır! Siz, siz olun; halklara ve insanlığa karşı işlenmiş suçlara tavır alın. Ve adalet isteyin. Şehri ve içinde yaşamış/yaşayan insanları, o şehri gözünden bile sakınarak yazan, anlatan birinden dinleyin. Böyle birinden dinler ve okursanız eğer şehri, çıplak ‘hakikat’i dinlemiş ya da okumuş gibi olursunuz, diyor, Şeyhmus Diken önsözünde; Gittiler İşte adlı deneme kitabında… Kitabı okudukça şimdiki adı Diyarbakır olan bu kentin binlerce yıllık geçmişiyle bazen yüreğiniz sızlayarak bazen insanlıktan utanarak yüzleşiyorsunuz. Kitapta, anlatılan aslında Diyarbekir’dir, Amid’dir, Dikranagerd’dir… Ve bu bin yıllık şehrin kadim insanlarıdır, gidenlerin yürek burkan öyküleridir. Bu öyküleri okudukça, dostum, kardeşim Şeyhmus’un dediği gibi “adalet” duygusunun nasıl öldürüldüğüne tanıklık ediyorsunuz ve boğazınızdan sadece bir söz çıkıyor: Haksızlık bu… Kitap otuz ayrı makaleden oluşmasına oluşuyor da her bir makale geçmişten fırlayarak canlanan kaç bin yıllık hayatların anlatıldığı bir roman, sanki… Her şeyden önce kim olursan ol, kardeşçe yaşamayı ana rahminde öğrenen insanların şehridir, burası. “Mahallemizden, Ermeni komşumuz Hatun Baco, anama demiş ki, ‘Söz ver bahan, doğacağ çociğan benım getırecağım zıbıni geydırecağsan’” diyenlerin ve o ilk kıyafetin de bir insanın büyümesinde verilen emek kadar bir vasiyet gibi algılayanların şehridir, burası… Şeyhmus Diken de bu kitabı yayınlayarak işte bu vasiyeti yerine getiriyor. Der ki, sadece kirvesine yazdığı mektuplarla değil, diğer kitaplarında da adeta geçmiş hemşehrilerle, okuyanları bir bellek tazeleme ve yârenlik etme gezintisine çıkarıyor. Bu Mıgırdiç Margosyan’dır. Qefle zamanı dört yaşında bir çocukken kırımdan kurtulup Şaraptul köyünde “Ali” adı verilerek yaşayan babası Sarkis ile yani Heredanli Sıke ile Hıno’nun çocuğu Mıgırdiç Margosyan. “Margosyan, Gâvur’u gitmiş, mahallesi kalmış mı?” diye sorarak başlar yolculuğa; o hüzün dolu, o taşları fısıldayan küçelerin (sokak) arasından… Diken, Margosaxparig’e sorduğu soru şuydu: “Sahi! Kekê Margosyan, hadê gel sayax tespih bu defa benim elimde olsun, kaç tene Diyarbekirli kaldıx bu binler yıllık memlekette? Bu soru, bu sorunun altında yatan bir başka tarihsel gerçeği açığa çıkartıyor, Diken. Gidenler sadece Gavur Mahallesi’nden değildi. Diyarbekir’li olup da Diyarbekir’i bilen kaç kişi var ki? Örneğin, Diyarbakır Surp Giragos Kilisesi’nin Tavit Usta tarafından yapılan ve 1910’ların başında ayakta olan ünlü çan kulesine; 28 Mayıs 1915 günü haddi bildirilerek top ateşiyle yıkılmasının iç yüzünü bilen kaç kişi var, şimdi? Bunu bilemem ama sayısı çok az olduğuna eminim. Demem o ki, Süryani Saliba, Ermeni Yervant, Kürt Şeyhmus ve Keldani Yusuf’un fotoğraflarının çoğalması yerine bu görüntüler silinmek isteniyor.”
Son söz, gözlemlerimin arasında son derece üzüldüğüm bir noktada da vardı. Etkinliklerde yıllarca haber uğrunca omuz omuza nice badireler atlattığım gazeteci arkadaşlarım yoktu. Bunu bireysel anlamda söylemiyorum. Etkinlikleri takip etmemelerinden söz ediyorum. Yazık. Çok yazık.
* Etkinlik birçok kurumun desteğiyle hayata geçirildi. Etkinliğin içerik ortakları, Aras Yayıncılık, Diyarbakır Okuma Kulübü, Ayrıntı Yayınları, İstos Yayınları, Ewro Dergisi, Dilop Dergisi, Hîva Yayınevi, Morî Yayınevi, KurdîLit, Amed Şehir Tiyatrosu’ydu. Lojistik destek sağlayan kurumlar ise Hrant Dink Vakfı, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası, TMMOB Mimarlar Odası Diyarbakır, Eğitim-Sen Diyarbakır 1 no’lu Şube, Kastal Kafe, Batman Tov Sanat Evi, Mardin Leylan Cafe Kitap’tı.
Evrensel'i Takip Et