21 Ekim 2018 23:27

Kaşıkçı cinayeti ve Suriye’de Suudi normalleşmesi

Kaşıkçı cinayeti nedeniyle sıkışan Suudi Arabistan, bir yandan da İhvan karşıtlığında anlaştığı Suriye ile ilişkileri ‘normalleştirmek’ istiyor.

Fotoğraf: Onur Çoban/AA

Paylaş

Suudi Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’da öldürülmesinin yankıları sürerken Suudi Arabistan’ın Suriye’de normalleşmeyle ilgili oynaması muhtemel rol ile gündemde. Ruze Cendeli gazetemiz için kaleme aldığı makalede Suudi Arabistan’ın Arap dünyasındaki ağırlığına dikkat çekerek, “En olası senaryo, Rus diplomasisinin Suudilerin üzerinde çalışması. Suudi Arabistan; Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Bahreyn’i kapsayan büyük bir Arap ittifakına liderlik ediyor.  Suudilerin Suriye rejimiyle normalleşmesi, Arap ağırlığının da normalleşmesi anlamına gelecek” tespitinde bulundu.

Cendeli, ayrıca Suudi Arabistan’ın siyasi İslam’a ve en başta Müslüman Kardeşler’e karşı siyasi bir projenin taşıyıcısı olduğunu vurguladı. Siyasal İslam’ın aynı zamanda Suriye rejiminin en büyük düşmanı olduğunu ve bu nedenle Suriye’nin Suudi Arabistan’ın müttefikleriyle birlikte ve özellikle Mısır’la İhvan’a karşı bir rol oynayabileceğini ifade etti. Bu durum, Rusya’nın Kaşıkçı cinayetine yönelik “bizi ilgilendirmez” tutumunu da açıklar nitelikte. Cendeli’ye göre Suudi Arabistan, ayrıca, Suriye’yle uzlaşarak, bu ülkedeki İran etkisini de azaltmak istiyor

KAŞIKÇI SUUDİ ARABİSTAN’I SIKINTIYA SOKTU

Suudi Arabistan, Suriye’de yeni bir rol oynamaya ve İran’a karşı kurulacak Arap NATO’su MESA’da liderliğe hazırlanırken meydana gelen Kaşıkçı cinayeti başını ağrıtacağa benziyor.

Avrupa Birliği, Suudi Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi ile ilgili, “Kaşıkçı’nın ölümüyle ilgili detaylar ve 1963 Viyana Konsolosuluk Sözleşmesi’nin şok edici şekilde ihlali çok endişe vericidir. Kaşıkçı’nın öldürülmesine ilişkin kapsamlı, güvenilir ve şeffaf soruşturma devam etmeli, sorumluların hesap vermesi sağlanmalı” açıklamasında bulundu.

Ama tepkiler açılamalarla sınırlı kalmadı. Suudi Arabistan’ın 23 ve 25 Ekim tarihleri arasında “Çöldeki Davos” olarak nitelendirilen “Geleceğe Yatırım Girişimi” adlı konferansa katılım konusunda ardı ardına boykot kararları alındı. Birçok siyasi ve ekonomik kişi ve uluslararası şirket ile birlikte ABD, İngiltere, Hollanda, Fransa ve Almananya ticaret ve maliye bakanları, Kaşıkçı’nın öldürülmesi üzerine konferansa katılmayacaklarını açıkladı.

YENİ PRENS Mİ ARANIYOR?

Rai al Youm gazetesi, Suudi Arabistan’ın cinayetin arkasında olduğuna inanılmasaydı, konferansı boykot kararı alınmayacağını yazdı. Al Alam televizyonun internet sitesinde boykotun yeni yaptırımların habercisi olduğuna dikkat çekildi. Gazeteci Abdulbari Atwan, Youtube’da yaptığı haftalık değerlendirmesinde Amerikan basınının olayın arkasında durduğunu ve yatırım talep ettiğini söyledi. Atwan’ın dikkat çeken diğer bir iddiası Prens Selman’ın yerine Ahmet bin Abulaziz, Muhammed bin Nayif gibi isimlerden yeni bir kral arayışına girildiği yönünde.

SUUDİ BASINI GEREKÇE ARIYOR

Suudi Arabistan’ın amiral gemisi niteliğindeki yayın organı Şarkul Avsat gazetesinden Salih Kallab, Kaşıkçı olayının tamamen bir komplo olduğu görüşünde. Kallab, “Kaşıkçı’yı mı savunuyorlar yoksa Suudi Arabistan’ı mı hedef alıyorlar?​” başlıklı makalesinde tarihte yaşanan bazı örnekler vererek suikastın Suudi Arabistan değil, suikasttan çıkarı olanlar tarafından yapıldığını savundu.

Türkiye’yi yakından takip eden Lübnanlı Akademisyen Muhammed Nureddin ise, AKP dış politikasının son on yılda yaşadığı zikzaklar ışığında Rahip Brunson olayını değerlendirdi.


SURİYE REJİMİNİN REHABİLİTASYONU VE NORMALLEŞME SENARYOLARI

Ruze CENDELİ

Büyük bir insani felakete yol açan Suriye krizi, bitti gibi görünüyor. Şimdi artık normalleşme için izlenebilecek yolu tahmin etmek mümkün.  Krizin bıraktığı hasar çok büyük. Altyapının tümden çökmesine ek olarak ekonomik kaybın 1170 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Krizin bölgede estirdiği rüzgarlar, eski ittifakları kökünden söktü. Körfezdeki ayrışmanın derinliğini ortaya çıkardı. Türkiye-ABD ilişkilerini sarsılmasını,Türkiye-Rusya yakınlaşması takip etti. Birbirini takip eden olaylar, sürecin Suriye rejiminin çıkarları doğrultusunda akmasına neden oldu.

OLASI SUUDİ NORMALİZASYONU

Rusya’nın Suriye’ye yönelik politikaları; rejimi rehabilite etmeksizin ve tüm yeni müttefiklerini onunla yeniden normalleşmeye sürüklemeksizin tamamlanmayacak. En olası senaryo, Rus diplomasisinin Suudilerin üzerinde çalışması. Suudi Arabistan; Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Bahreyn’i kapsayan büyük bir Arap ittifakına liderlik ediyor

Suudilerin Suriye rejimiyle normalleşmesi, Arap ağırlığının da normalleşmesi anlamına gelecek.

Suudi Arabistan, siyasi İslam’a ve en başta Müslüman Kardeşler’e (İhvan) karşı siyasi bir projenin taşıyıcısı. Siyasal İslam aynı zamanda Suriye rejiminin en büyük düşmanı. Bu durum; Suriye’nin Suudi Arabistan ve müttefikleriyle birlikte, özellikle Mısır’la, İhvan’a karşı bir rol oynayabileceği anlamına geliyor.

Suudi Arabistan, Suriye muhalefetinin sponsoru olarak ana görüşmeci. Politikalarını Riyad merkezli Yüksek Müzakere Konseyi üzerinden dikte ediyor. Riyad, Suriye muhalefetinin taleplerinin çatısını belirleyebilir ve 2011 öncesi sınırlarına dönmesini sağlayabilir.

ARAP LİGİNE GİDEN YOL

Eğer politik sahne böyle şekillenmeye devam ederse Suriye ile Arap ülkelerinin ilişkilerinin normalleşmesi, Arap Birliği’ndeki koltuğunun geri verilmesini gerektirecek. Suriye’nin üyeliğinin dondurulduğu, Katar Başbakanı Hamad bin Jassem bin Jabr el Sani tarafından16 Kasım 2011’de gazetecilerle yapılan bir toplantıda ilan edilmişti. Suriye muhalefeti, Arap Birliği’ndeki Suriye sandalyesini işgal etmede başarısız oldu. Doğal olarak Suriye rejimi,  muhalefetin Arap Birliği’nden kovulmasından sonra normalleşmeyi kabul edecek.

Büyük bir ironi olarak Katar; Mısır, Suudi Arabistan ve Suriye’nin kendisine yönelik “terör örgütlerinin resmi sponsoru olduğu” suçlamalarının ışığında Arap Birliği’nde üyeliği dondurulması en muhtemel ülkesi.

UMMAN SULTANLIĞI YENİDEN

Bu senaryoyu destekleyen göstergeler arasında sözü edilen Rus diplomasinin yanı sıra Körfez İşbirliği Konseyi’nin bir üyesi olarak Suriye rejimi ve İran ile iyi ilişkileri nedeniyle Umman Sultanlığı’nın oynadığı onarıcı rol. Sultanlığın sorunlara çözümler sağlamada oynadığı rolle ilgili emsaller mevcut. Bunlardan en önemlisi yakın zamanda, ilişkiler gerilmeden önce Körfez-İran ilişkilerinin gelişmesi yönünde yaptığı girişimler ve Yemen savaşındaki taraflar arasındaki aracı rolü.

Senaryoyu destekleyen diğer bir gelişme sosyal medyada Şam’a gelen Suudi heyetleri hakkında yer alan haberler. Lakin bu heyetlerin resmi konumları hakkında şimdilik bir açıklama yok. Yakın zamanda Suudi Arabistan, Şam kırsalındaki silahlı müttefiki “İslam Ordusu” ndan vazgeçmişti. Onları Şam’ın şartlarını kabul etmeye ve Idlib’e gitmeye zorlamıştı.

İRAN SORUNU

Şam ve Riyad arasındaki ilişkilerin normalleşmesi karşısında en büyük sorun Tahran. Tahran, iki taraf arasındaki müzakere masasında en önemli eksen konumunda. Başından beri Suudi Arabistan, Suriye’yi İran’ın nüfuzundan çıkarmaya çalışıyor. Lakin bu konuda şimdiye kadar başarılı olamadı.

Suudi Arabistan Suriye’yle uzlaşarak, Suriye’deki İran etkisini azaltmak istiyor. Rusya’nın Dara cephesiyle ile ilgili olarak İsrail’le yaptığı anlaşmaya benzer bir şekilde. İran milislerinin işgal altındaki Golan sınırından çıkarılması karşılığında bölge savaşmadan Suriye ordusuna teslim edilmişti.


KAŞIKÇI VE SUUDİ ARABİSTAN EKONOMİSİNİN GELECEĞİ

Rai al Youm
Başyazı

Suudi Arabistan’ın Prensi Muhammed bin Selman’ın emelleri; çok sayıda Batılı ticaret ve ekonomi bakanının, bankaların ve büyük şirketlerin başkanlarının “Geleceğe Yatırım Girişimi, Çöldeki Davos” konferansına katılımlarını iptal etmelerinden sonra güçlü, belki de ölümcül bir darbe yedi. Konferansa katılmamalarının gerekçesi, Suudi Arabistan’ın Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi Arabistan konsolosluğunun suikastının arkasında olmakla suçlanması.

Fransa, İngiltere, Hollanda ve Almanya gibi hükümetler suçlamalara ikna olmasalardı en büyük kurum ve bankalardan boykot kararı gelmezdi. Prens Muhammed bin Selman’ın kendisinin bu suikastın planlanmasının ve yürütülmesinin arkasında olduğu söyleniyor.

Prens Salman’ın, “2030 vizyonu” adı altında Kızıldeniz’deki “Naum” sahil bölgesinde planlanan projelere küresel yatırımı çekmek için bu konferanstan beklentisi yüksekti. Bu projelerin özü, gelir kaynaklarının çeşitlendirilmesi, petrole bağımlılığa son verilmesi ve Suudi Arabistan’ın büyük bir uluslararası yatırım üssü haline getirilmesiydi.

Bin Selman önde gelen 350 Suudi işadamını tutukladıktan sonra Krallığın yabancı yatırım için bir mıknatıs olan görüntüsü sarsıldı. İş adamları ve Valid bin Talal gibi bazı büyük prensler, yolsuzlukla mücadele başlığı altında tutuklandı. Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Türkiye’deki Suudi Başkonsolosluğunda suikasta uğraması ise bir nakavt darbesi oldu.

Suudi Arabistan Krallığı, öngörülebilir gelecekte büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya gelecek. Belki de bu krizlerden kurtulmak için kritik kararlar alacak. Ya da risklerini ve kayıplarını azaltmak ve uluslararası toplumun güvenini yenden kazanmak için liderlik yapısındaki belirgin değişiklikler yapacak. Kaşıkçı’yı kanlı ve iğrenç bir şekilde öldürülmesiyle tüm kırmızı çizgiler aşıldı.

Suudi Arabistan’ın gücünün en önemli kaynağı, ekonomisinde ve Batı ile ittifakında yatmaktadır. Dünyanın çoğunun Kaşıkçı suikastıyla ilgili suçlamaların arkasında durması,  bu kuvveti aşındırdı ve dibe yaklaştırdı gibi görünüyor.
 


GAZZE’DEN KUDÜS’E, BRUNSON’A!

Muhammed NUREDDİN
el Halic

Türkiye, Haziran 2016’da iki önemli dış anlaşmayı sonuçlandırmak için tereddüt etmedi. İlki ayın 27’sinde Rusya ile ilişkilerinin ve ikincisi ertesi gün İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi.

Türkiye 24 Kasım 2015’te bir Rus uçağını düşürmüştü. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Türk ekonomisine ve Türk kuvvetlerinin Suriye’de hareketine yönelik cezalandırıcı tedbirler uyguladı. Uçağın düşürülmesini “sırtından bıçaklanmak” olarak tanımladı. Sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan uçağı düşürmede kesin sorumluluğu üstlenen Ahmet Davutoğlu’nu Adalet ve Kalkınma Partisi genel başkanlığından ve başbakanlıktan aldı. Yaptırımların etkisini hissetmesiyle, normalleşme anlaşması öncesinde Erdoğan Putin’den özür diledi. Böylece Ankara ile Moskova arasında şimdiye kadar devam eden yeni bir ilişki başladı. Bu ilişki; petrol boru hattı projelerini, güvenliği, askeri anlaşmaları ve Mersin’de bir nükleer reaktörün inşaatını içeriyordu.

İkinci gelişme aynı tarihte İsrail’le ilişkilerin normalleşmesiydi. İlişkiler Davos’ta yaşanan gelişmelerden ve 2010 yılındaki özgürlük filosu olaylarından etkilenmişti. Türkiye; İsrail’e “özür ve saldırının kurbanları için tazminat” başta olmak üzere birçok şart koştu. Ancak Türkiye’nin en bariz talebi; Gazze Şeridi üzerinden İsrail kuşatmasının kaldırılmasıydı.

İsrail karşıtı pozisyonlarla dolu yedi yılda sonra, asıl resim şu şekilde; Türkiye ile İsrail arasındaki ekonomik ilişkilerin her yıl büyüyerek artması, askeri ve güvenlik iş birliğinin devamı ve ilişkilerin normalleşmesi için en önemli koşul olan “Gazze’deki kuşatmayı kaldırmak” şartının terk edilmesi.

Ankara, yedi yıldan beri yükselttiği Gazze’deki kuşatmayı kaldırma şartından vazgeçmedi. Ancak Müslüman dünyayı büyük gösterilere seferber eden ABD Başkanı Donald Trump’ın elçiliği Kudüs’e taşıma kararına karşı hiçbir şey yapmadı!

Bütün bunları Ankara’nın birkaç gün önce Amerikalı Papaz Andrew Brunson’u serbest bırakması nedeniyle yazıyoruz.  Brunson krizi, ABD ile Türkiye’yi “Türk lirasının neredeyse tamamen çöküşüne” neden olan ekonomik bir savaşa soktu. Trump’ın Brunson’ı serbest bırakılmaması halinde Türkiye’nin ekonomik yaptırımlara tabi olacağını tehdidi sonrasında birkaç gün içinde Türk Lirası değerinin büyük bölümünü kaybetti.

İki ay sonra davanın yargı süreci, tamamıyla “siyasi bir boyutu” olduğunu ortaya koydu. Eylül başında, Brunson dosyasının gidişatı İzmir mahkemesinde yargıç tarafından değiştirildi. Bir ay sonra mahkeme Brunson’un cezasını 3 yıl, 3 ay 15 güne indirdi. Oysa Fetullah Gülen ve PKK ile iş birliği yapmaktan 35 yıl hapsi istenmişti. Brunson serbest bırakıldı ve Trump Erdoğan’a teşekkür etti. Bununla birlikte ne olduysa artık kimse kimseyi kandıramayacak!

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Alayumat ve Akman'ın davasında Genelkurmay’dan bir yıldır yanıt yok

SONRAKİ HABER

Akın Birdal: 21. yüzyılda hâlâ düşünce ve basın özgürlüğü tartışıyoruz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa