Üç kafadarın hikayesi…
“Milyarlarca gencin kader ortaklığı”na bir örnek de Kayseri’den...
Fotoğraf: Pixabay
Ahmet AKARSU
Kayseri
Adana’dan gelen üç işçinin hikâyesinde de belirtildiği gibi “Milyarlarca gencin kader ortaklığı”na bir örnek de Kayseri’den var. Arasındaki tek fark; hala bu gençler fabrikasında çalışmaya devam ediyor. Atılan yok şimdilik…
Gelelim bizim işçi gençlere: Üçü de liseden bu yana birbirini tanıyan, aynı meslek lisesinde okul sürecini tamamlayan gençler. Varlığı da yokluğu da aynı lisede paylaşmışlar. Gel zaman git zaman lise hayatı staj ile birleşiyor. Aralarından birisi lisede staj yaparken gidiyor işyerine, ardından diğeri de gidiyor. Hemen hemen aynı sürede başlıyorlar staj hayatına. Staj bittikten sonra da “Çalışmanızı sevdik” diyerek “İşbaşı yapmaya devam edin.” diyorlar. Sonrasında patrona çaktırmadan, üçüncü arkadaşlarını da yanlarına aldırıyorlar. Süreci ise heyecanla anlatıyorlar.
“Nasıl yaptınız bu işi?” diye soruyorum. Gençler, “Ağabey, işyerinde işçiler arasında sıkı ilişkiler kurulması dikkat çekiyor. Biz iki kafadarken, üçüncüsü bizim arkadaşımız diyemezdik. Biz de çözümü ‘Birbirimizi tanımıyoruz.’ demekte bulduk, ‘Sen gel iş başvurusu yap.’ dedik. O da işe alındı. Bir süre tanışmıyoruz gibi davrandık. Sonrası üç kafadar devam ettik.”
“NE GECEMİZ BELLİ NE GÜNDÜZÜMÜZ”
Süreçleri böyle başlayan işçi gençler bir süredir aynı işyerinde çalışmaya devam ediyorlar. Henüz işten çıkarma olmadığını söylüyorlar. “Geçenlerde bir Suriyeli almışlar işe” diye ekliyor bir işçi. “Az para veriyorlar çok çalıştırıyorlar” diyor. Biz de öyleyiz diyor öteki işçi, “Sabah 8, akşam 8 çalışıyoruz. Mesai ile çalışıyoruz. Ne gecemiz belli ne de gündüzümüz.” diye sitem ediyor.
“Bizim yaptığımız işi bilen var ama evli olunca 12 saat çalışmak istemiyor çoğu işçi” diye başlıyorlar söze, “Biz de evlilik yok. Evli olanlar, çocuğumuzun yüzünü göremiyoruz diye uzun süreli çalışmıyorlar. Haliyle genç olanlara ihtiyaçları oluyor. O yüzden bizle de aralarını iyi tutmaya çalışıyorlar.” diyor.
BİR ŞEY YAPMAYA HAL KALMIYOR
“Günlük hayatınız nasıl geçiyor?” diye soruyorum işçi gençlere, “Sabah 8 akşam 8 işe git gel. Sabahın köründe uyan işyerine git, çalış, işten çık, servis ile evlere gelmemiz ile birlikte saat akşam 9 oluyor. Yorgun bitkin bir halde uyuyoruz. Bir şey yapacak hal kalmıyor ki. Aynı tempoyla ertesi gün devam…” diyorlar.
“Hafta sonu mesai oluyor genelde, hoş, olmadığı gün de en fazla AVM’de, çay ocağında oluyoruz. Eş dost ile sohbet ediyoruz. Tüm sosyal yaşantımız bu oluyor.” diyen genç işçilere, “Krizde işlerin yoğunluğunu neye bağlıyorsunuz?” diye soruyorum. “Önceden sipariş almışlardı. Hala da parça işi almaya devam ediyorlar. Detayını bilmiyoruz.” diyerek sorumu yanıtlıyorlar.
“KIŞLIK ALIŞVERİŞ YAPALIM DEDİK, BELİMİZİ BÜKTÜ”
“Maaşınız yetiyor mu? Kriz sizi etkiledi mi? Neler söylemek istersiniz?” diye soruyorum: “Ağabey, maaş hiç yeter mi? Mesaili çalışıyoruz, 2 bin bile olmuyor maaş… Eve birazcık destek oluyoruz. Sigara, telefon faturası, yol, kıyafet derken yetmiyor! Hafta sonu da bir araya gelince harcama yapıyoruz” diyor ve bir örnek ile sohbetimizi bitiriyoruz…
“Son maaşımı alınca eve destek olacağım parayı ayırıp, kışlık bir takım ihtiyaçlarım için AVM’ye gittim. Alacağım şeyler; kışlık bir mont, kazak, gömlek ve pantolon… Toplam bin lira ile girdim. Cebimde yol parası ve sigara parası kalır mı acaba diye düşünerek çıktım. Fiyatları görünce moralim bozuldu. Zaten iş ortamında psikolojimiz bozuluyor. Çalışma saatleri bizi perişan ediyor. Ellerimiz yara oldu çalışmaktan. Bir de üzerine cepte para da bitti. Bu ay sonu daha gelmek bilmez…”