Milli ideoloji, milli ekonomi, milli eğitim!
Keynesyen ekonomik politikaların terk edildiği, Sovyet bloğunun fiili olarak çökertildiği, işçi sınıfı hareketinin gerilediği bir dönemde, kapitalizmde barışçıl gelişme dönemini geride bıraktı. Ekonomik krizler, görece demokratik anayasalarla geçiştirilmiş, sosyalizmin geniş emekçi yığınlar içinde kazandığı it
Üniversiteler YÖK’ün denetimine bırakılarak, idari ve mali özerkliği bütünüyle ortadan kaldırıldı. Toplumun temel ihtiyaçlarının karşılandığı alanlardan devletin çekilmesiyle, barınma, beslenme ve ulaşım hakkı, herkesin parası kadar ulaşabildiği bir şekle büründü. Eğitim harçları, dershane sistemi eğitim giderlerinin sadece görünen yüzü haline gelirken, binlerce öğrenci geri ödemeli burslarla borçlu hale getirildi. Eğitim yardımları bir hak olmaktan çıkartılarak seçim malzemesi yapıldı. Yaratılan sadaka kültürü ile sisteme biat eden gençler yetiştirilmek istendi.
Eğitim sistemi, kapitalist ekonomik sistemin devamının garantisi olarak görülerek, sermayenin ihtiyacına uygun gençler yetiştirilmeye çalışıldı. Esnek, güvencesiz, ağır çalışma koşullarında, düşük ücretle çalışabilecek bir işsizler ordusu yaratıldı. İşçilerin ve gençlerin örgütleri dağıtılmıştı. Sendikalar hem yasal, hem de fiili bir kuşatmanın altında bırakılırken, öğrenci temsilcilikleri, sınıf başkanlıklarına dönüştürüldü. Bu örgütsüz atmosferde gençliğin kapitalist politikalara yedeklenmesi, uyanışının engellenmesi, örgütlenmesinin önüne geçilmesi, kısaca gençliğin yönetilebilmesi için iki önemli silah, farklı zamanlarda, farklı dozlarda öne çıkartıldı; Milliyetçilik ve Din.
Ulus devletler üzerinden yükselen kapitalizm, ulusal burjuvazinin güçlenmesini, toprak bütünlüğünün sermayedarların çıkarları için korunmasını esas aldı. Milliyetçiliği ve mezhep ayrımlarını kışkırtarak, halkların bir araya gelmesini engellerken, farklı dil, din ve inanç gruplarına uyguladığı baskıyla, kendi yarattığı milli ideolojiyi egemen kılmaya çalıştı.
'SALDIRILAR KARŞISINDA GENÇLİĞİN MÜCADELE BİRİKİMİ VAR'
Yazının bu bölümünü yazının kapsamı ve asıl tartışma noktasını dikkate alarak, özetleyerek ve bir çok yönünü başka bir makaleye havale ederek ayrıntılandırmıyoruz. Ama sadece son çeyrek yüzyıla baktığımızda, kapitalizmin esaslı bir yeniden inşası ve kamusal alanların serbest piyasa ekonomisine terk edildiği bir dönem gözümüze çarpacaktır.
Dünden bugüne “neo liberal” saldırılar olarak kavramsalaştırdığımız, sermayenin tüm kamusal alanı “özelde” eğitim sistemini ve “eğitim alanını” ticarileştirdiği bir olgu olarak karşımızdadır. Diğer tarafta ise gençliğin tüm bu saldırılar karşısında biriktirdiği bir mücadele deneyimi vardır. Bugün söylenecek her söz, bu iki noktayı görerek ve burdan süzülerek ortaya çıkmalıdır.
NE SERMAYE SINIFININ EMEKÇİ YIĞINLARINA, GENÇLİĞE SALDIRISI, NE DE İŞÇİ VE EMEKÇİLERİN, GENÇLERİN BUNLAR KARŞISINDAKİ MÜCADELESİ YENİDİR !
Burada yeni olan elbette bir şey var. Eğitimin ticarileştirilmesinin özü değişmese de yöntemleri değişmiş, Bologna planı, 4+4+4 gibi daha kapsamlı saldırılar önümüze gelmiştir. “Harçları kaldırıyoruz, dershaneleri kaldıracağız, bedava tablet dağıtıyoruz, hadi sütlerde bizden” türünden tüm göz boyamalar, eğitim için milyonlarca gencin ve ailenin cebinden çıkan para miktarını değiştirmiyor. Eğitimin her kademesi ticarileşmişken, bırakalım eğitim görmeyi barınmak ve beslenmek için çoğumuzun 10 saatin üstünde çalışmak zorunda kaldığımız bir tabloyla karşı karşıyayız. Kapitalist eğitimin doğasında var olan gerici niteliğinin yanına, eğitimin imam hatipleştirilmesi sürecini de eklemiştir. Nerdeyse denilebilir ki tüm eğitim sistemi ve müfredatı halkın, toplum ve çağın ihtiyaç ve gereklerinden kopartılarak, birlikte iş yapmaya karar vermiş bir tüccar ve imamın vizyonuyla hazırlanmıştır. Eğitim bir eşitsizlikler alanı olarak, Türk-İslam-Erkek (Irkçı, Dinci ve Cinsiyetçi) sentezli bir ideolojik kuşatma sahasıyken, bilinmezciliğin, liberalizmin, kaderciliğin pompalandığı, düşüncelerin yargılandığı, bilimin toplumsal işlevinin ötekileştirilerek, piyasanın hizmetine sunulduğu, modern kapitalist girişimcinin yada modern kölenin yetiştirildiği, esnek ve taşeron çalışmaya açık bir fabrika durumunda karışımızdayken, tek başına koca bir sermaye havuzuna para akıtan yüzlerce musluktan iki tanesinin kapatılması bir şey ifade etmemektedir. Dahası kapatılan bu iki musluk daha kapsamlı bir saldırının müjdecisidir. Anlaşılıyor ki iktidar hem bir nefes almak, hem de üniversitelerin piyasalaştırılmasını tamamlamak için, kamusal alandan çekilerek, “mali özerklik” kisvesi altında üniversitelerin sermayeye devrini sürdürmek için hamle yapmaktadır. 1. öğretim harçlarının kaldırılması bu kapsamda okunmalıdır.
Sermaye sınıfı ve onun temsilcilerinin bu alandaki saldırıları öyle görünüyor ki önümüzdeki günlerde daha kapsamlı bir şekilde gençliğe yönelecektir. Dolayısıyla burada gençliğin örgütlerine düşen yeni olmayan ama bu saldırılar karşısında durabilmek için yenilenmesi, başarılması gereken bir durum vardır. Şöyle ki, gençliğin kitle örgütlerinin zayıf olduğu bir dönemde, yeni anayasa yapım süreci başlamıştır. Bu anayasa sermaye eliyle yapılandırılırken, gençliğin taleplerine yer verilmemektedir. YÖK, varlığını sürdürürken, yeni YÖK tasarısıyla, sermaye için ehlileştirilmiş, düzenlenmiş bir tasarı önümüze konulmak istenmektedir. Rektörlük seçimleri yaklaşırken, bir kez daha üniversitelerin gerçek bileşenlerinin söz sahibi olduğu bir üniversite talebi, idari özerklik talebimiz yakıcı hale gelmektedir. Üniversitelerden başlayarak tüm eğitim sistemi sermayenin ideolojik tahakkümü altındadır. Ve akademisyenlerin işine son verildiği, öğretmenlerin her adımının izlendiği ve fişlendiği bir dönemden geçmekteyiz. Böyle bir dönemde gençliğin örgütlerinin dar, fraksiyoncu yaklaşımları bir kenara bırakarak ortak talepler altında birleşmeleri esastır. Saldırılar kapsayıcıdır, gençliğinin mücadelesi de hızla bu kapsayıcılığa evirilmelidir. Önümüzdeki en önemli sorun gençliğin mücadele örgütlerini bu kapsayıcılıkla mücadelede birleştirmektir.
'DÖNEMİN İHTİYACI BİRLEŞİK BİR MÜCADELEDİR'
“Şifre skandalı” olarak anılan, YGS eylemlerinde binlerce genci sokağa çıkaran bu kapsayıcılıktı. Fraksiyonlar arası yarışın, rekabetin yerini, taleplerin birleştiriciliğine bıraktığı atmosfer, gençlere kendilerini ifade edecekleri, mücadele edecekleri yeni bir alan açacaktır. YGS, eylemleri yine aynı nedenle, “solculuk” oynayan birkaç fraksiyonun, kendini öne çıkarma çabasıyla, grupçulaşmış ve dağılmıştı. Gençliğin mücadelesini birleştirmek iddiasında olan örgütler, bu mücadeleyi dağıtan “sağ” bir çizgiye savrulmuşlardı.
Bugün böyle bir tablo kabul edilemezdir. Harçların kaldırılması için yapılan eylemler İstanbul özelinde böyle bir darlığa hapsolmuş, çeşitli fraksiyonlar birleşmemek üzere bir planla çalışma yürütmüşlerdir. Her örgütün farklı bir alana eylem çağrısı yaptığı, “kendi bağımsız çalışması” olarak ilan ettiği gruplaşmalar ve neticesinde yaratılan her grubun kendi eylemini örgütlediği tablo, eyleme katılan gençlerde de moral bozukluğu yaratmış, kitleselleşmeyen eylemler ve eylemlerde ortaya çıkan fraksiyoncu yaklaşımlar, tepkinin kısa sürede dinmesine neden olmuştur. Herhangi bir gençlik örgütünün, Türkiye’deki milyonlarca genç “adına”, mücadele etme şansı yoktur. Bu nedenle sadece gençlik örgütlerinin yapay bir birleşiminden bahsetmiyoruz, böyle bir birleşimde Türkiye’deki bütün gençleri temsil etmeyecektir elbette. Doğrusu gençliğin kitle örgütleriyle, kol, kulüp ve ÖTK’larıyla birleşen bir mücadele birliği yaratmaktır. Bugün “darlık” diyerek mahkum ettimiz asıl noktada burasıdır. Gençliğin kitle örgütlerini dışarda bırakan, onlar için, onlar adına ‘ama onlarsız’ mücadele etmeye çalışan bir algı ve örgütlenme tarzı var karşımızda. Elbette burada tartışmaya açtığımız şey “Öğrenci Kolektifleri, TGB vb... örgütlerin” kendisi değil, eylem anlayışı ve bu eylem anlayışının yarattığı tahribattır. Bu gençlik örgütlerinin sermayenin saldırılarını sadece ekonomik temelde ele almaları, demokrasi ve özgürlükler alanına dair bir şey söylememeleri, anadilde eğitim hakkını eylemlerinde görmezden gelmeleri, başka bir darlığın (kasıtlı bir darlık) göstergesidir. Bu meseleyi bu kadar ayrıntılı tartışmaya açmaktaki maksadımız gençliğin mücadelesinin birleştirilmesinin aciliyetidir. Açıktır ki bu bölünmüşlük ve dağınıklıkla, sermayenin her alandan gelen bütünlüklü saldırılarına yanıt vermek imkansızdır. Dönemin ihtiyacı birleşik bir mücadeledir.
Tüm gençlik örgütlerini, gençliğin kitle örgütlerini, gençlik mücadelesinin deneyim ve birikiminden öğrenmeye, yeni dönemi tüm gençlik yığınlarını kucaklayan, talepleri etrafında birleştiren bir mücadeleyle karşılamaya çağırıyoruz. Bizim anayasamız, bizim üniversitemiz ve bizim geleceğimiz böyle bir çalışma ve kapsayıcılıkla ele alınarak kazanılabilir.