Soylu sınıfların romantizm abidesi: Marienburg
Marien’e tarihsel şöhretini kazandıran şey; devletleşme yoluna giden Prusya'nın kuşatması karşısında, derebeyliğini savunan ‘direnişi’ olacaktı.
Fotoğraf: Pixabay
Ercüment AKDENİZ
Bir kralın, eşinin doğum günü için yaptırdığı haşmetli bir kaledir Marienburg. Şu dünya ne ilginç! Romantizmin gizemli havasını teneffüs etmek isteyen çiftler, soluğu Marienburg kalesinde alıyor. Oysa kale duvarlarına döşenen her bir taşta, derebeylerin, toprakla birlikte alıp sattıkları serflerin kanı ve alınteri var.
Gotik mimarinin izlerini taşıyan Marienburg, 100 bin nüfuslu Hildesheim kentinin kuzey batısında yer alıyor. Etrafını çevreleyen ormanları ve tarlaları ile 15 km’lik bir alanı kaplayan kale, yüksek bir tepe üzerine kurulu. Tepelik yerler feodal beyler için her zaman stratejik öneme sahip oldu; hem olası düşman saldırısına, hem de bağ, bahçe ve tarlaların uzayıp gittiği düz ovada çalışan serflerin ayaklanma ihtimaline karşı!
Almanya’da 16. Yüzyıl boyunca gerçekleşen şiddetli köylü ayaklanmalarının ardından derebeylikler ve bölgesel krallıklar kalelerini daha bir yükseltti. Marienburg kalesi de (her ne kadar Kral Augustus’un eşi Marien için yaptırdığı yazlık bir kale olsa da) her yönüyle dönemin siyasal çalkantısını yansıtıyor.
16. Yüzyıla damgasını vuran başlıca üç toplumsal-siyasal eğilimden söz edilebilir: Katolik gericiliğe yaslanan büyük toprak sahipleri, Martin Luther’in başını çektiği reformcu/ılımlı burjuvalar ve Thomas Müntzer’in liderliğinde ayaklanan yoksul köylüler. Bu üçlü kombinasyon içinde, çatışma ve ittifakların kazananı reformcular olurken Müntzer’in kellesi vuruldu! Köylüler bir daha ayaklanmasınlar diye Müntzer’in vücudu parçalara ayrılarak çevre kent ve kasabalarda sergilendi.
KRAL AUGUSTUS KAÇINCA...
Marienburg kalesi tamamlandığında (1858-1867) büyük köylü isyanı çoktan bastırılmıştı. Reformcu geçiş süreci ile kendini 1789 Fransız Devrimi’nin yıkıcı etkilerinden kurtaran Prusya (Alman) egemenleri, bir yandan da istila hareketleri ve akınlarla devletleşme yoluna gitti. 1866’ya gelindiğinde, kale yapımı neredeyse bitmiş olan Marienburg da istila yağmuruna tutulmuştu. Marien’e tarihsel şöhretini kazandıran şey de; bu kuşatma karşısında, derebeyliğini savunan ‘direnişi’ olacaktı. Nitekim Kral Augustus ele geçmemek için kaleyi terk edip Avusturya’ya kaçmıştı. Marien bir süre daha kalıp kaleyi terk etmemeyi düşünse de o da bir süre sonra kaçmak zorunda kalacaktı.
Çaresiz kaçışların ardından kale 80 yıl boyunca Augustus Ailesi’nin mirası olmaktan çıktı. Ta ki 1945 yılına, İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine dek. 1954’te müzeye çevrilen kale (ve ona ait araziler), nihayet Augustus’un torunlarının miras kavgasına konu olacaktı.
KALENİN İÇİNDE
Kalenin en çarpıcı bölümü, dinlenme odalarından birinde yer alan “sergi salonu”. Zira Kral Augustus o dönemde sahip olduğu köy ve arazileri kayıt defterlerine geçmekle kalmamış, ressamlara bol bol peyzaj resim çalıştırmıştı! Dolayısıyla kralın sergi odası, kendi topraklarını keyifle seyrettiği bir “yüksek kibir abidesi” olarak not edilebilir.
Prens ve prenses odalarındaki çalışma masalarına ve kale içindeki Marienburg Kütüphanesine bakınca; soylu sınıfın bilimle alakadarlık düzeyi de kolaylıkla gözlemlenebilir. Alman Matematikçi Leibniz ve daha bir dizi bilim insanına ait kitap ve heykellerle dolu Marien’in kütüphanesi. Altıgen okuma masası ve kütüphanenin oyma ağaç işçiliğindeki ustalık da görülmeye değer doğrusu.
Kalenin zemin katında bulunan mutfak, neredeyse küçük bir orduyu doyuracak kapasitede. Prens ve prensesler için yapılan pastalara ait yüzlerce kalıp, şatafat ve ihtişamın başka bir örneği. Kale içindeki kilise ise ruhban sınıfıyla bağların koparılmaması ve tanrı yetkisinin bölgesel erklerin elinde toplanması bakımından siyasal bir anlam da taşıyor.
Kısacası Marienburg, şatafatlı bir “romantizm abidesi” olmanın çok ötesinde; acımasız çelişkiler barındıran sınıflar tarihini, egemen sınıflar meskeninden okuyabileceğiniz ilginç bir yapıt.