Üniversiteli kadınlar: Kadınlar her gün ölüyor!
"25 Kasım yaklaşırken, kadınlara yönelik artan şiddeti, tacizi, tecavüz ve cinayet olaylarını ve çözüm önerilerini konuşuyoruz."
Fotoğraf: Cem GÜL/Evrensel
Betül GÜLEN
Akdeniz Üniversitesi
Antalya
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü yaklaşırken benim de öğrencisi olduğum İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisi 2 kadın arkadaşımla kadınlara yönelik artan şiddeti, tacizi, tecavüz ve cinayet olaylarını ve çözüm önerilerini konuşuyoruz. Edebiyat Fakültesi kantinindeyiz… Sınav haftasının yorucu temposunda kadınlar olarak bir araya geldik ve birlikteliğimizde nefes alma şansı yakaladık. Üniversiteli kadınlar olarak bizim de söyleyeceklerimiz var.
“KADINLARIN GÜCÜNDEN KORKUYORLAR”
Konu kadın mücadelesi olunca, bölümde aldıkları seçmeli “Kadın Edebiyatı” dersinden bahsediyor arkadaşlarımız. Hatta bir ders sırasında hocalarının kadınların erkeklerden daha kötü araba kullandığını ifade ettiğini, bundan sonra da sınıfın neredeyse yarısının onayladığını belirtiyorlar. Arkadaşlarımdan birisi bu duruma tepkisini; “Günümüzde hala şu düşünce var, bir kadın ne yaparsa yapsın asla bir erkek kadar başarılı olamaz. Oysa kadınlar her insan evladı gibi maddi imkanını sağlayıp, zamanını ayırabildiğinde her şeyi başarabilir. Başarının kadını erkeği olmaz ki.” biçiminde aktarıyor. Kadınların ulaştıkları başarıların da kasti olarak duyurulmadığını, kadınlar kendi güçlerini fark ettiklerinde artık bir kocaya ya da bir babaya bağımlı olmayacaklarının bilindiğini, bu yüzden de erkek egemen algının kadınların gücünden korktuğunu ekliyor.
Burada, diğer arkadaşım lafa giriyor ve kadınların her alanda erkeklerin baskısına maruz kaldığını söylüyor. Evde, okulda, iş yerlerinde kadınların fiziksel ya da ruhsal şiddete maruz kaldıklarını ifade ederek umutsuz olduğunu da eklemeyi ihmal etmiyor.
İNANILMASINI SAĞLAMAK İÇİN NE YAPMALI?
Şule Çet cinayetini duyup duymadıklarını soruyoruz. Suçlunun elini kolunu sallayarak gezmesine dayanamadıklarını belirtiyor ve ekliyorlar: “Hiçbir ciddi yaptırım uygulanmadan serbest bırakılması kabul edilemez.” “Yeterli kanıt yok” gerekçesine tepkilerini ise, “Daha ne kadar kanıt istiyorlar? İlla kızı diriltip konuşturmak mı gerekiyor?” diyerek ifade ediyorlar. Olayın üstünün kapatılmaya çalışıldığını iddia eden arkadaşım, toplumda kadının yerinin, konumunun o toplum hakkında çok şey söylediğini belirtiyor. Kadın cinayetlerine iğrenç bir şekilde alışır hale geldiğimizi, üzerinde uğraşmamız gereken büyük bir sorun olduğunu ifade ediyor. Medyanın, televizyonların; Türkiye’yi tüm batının kıskandığı, güllük gülistanlık bir ülke olarak göstermeye ve birçok problemin üstünü örtmeye çalıştığından bahsederek, bunun Türkiye’de hemen her gün bir kadının cinayete kurban gittiği gerçeğini değiştirmediğini söylüyor. Daha fazla kadını yaşlı gözlerle mezara gömmeden hızlı bir şekilde çözümler üretmemiz gerektiğini de ekliyor.
SOSYAL DEVLET Mİ SADAKA DEVLETİ Mİ?
Laf dönüp dolaşıyor ve Binali Yıldırım’ın “Sosyal devletin de ölçüsünü, ayarını tutturmakta fayda var.” açıklamasına geliyor. Arkadaşlarımdan biri bu açıklamaya sinirlendiğini söylerken verdikleri üç kuruş paranın lafını etmeye başladıklarını, asıl amacın kadınları kocalarına bağımlı bırakıp, onların ekonomik özgürlüklerini ellerinden almak olduğunu da ekliyor. Kadınların eve hapsedilmesine itirazlarını; “Kadınlar kendi yaşamlarını kazanmaya başlasalar, ne babaya, ne kocaya ne de mevcut sadaka kültürüne bağımlı yaşayacaklar.” şeklinde belirtiyor.