1 Aralık 2018 00:45
/
Güncelleme: 04:17

Halksız Brexit pazarlıkları

Britanya’nın Avrupa Birliği’nden (AB) çekiliş anlaşmasının ilk taslağının 14 Kasım tarihinde açıklanması Muhafazakar hükümeti çökmenin eşiğine getirmiş gibi görünüyor ve İngiltere Başbakanı Theresa May’in 29 Mart 2019’a (AB’den ayrılma tarihi) kadar iktidarda kalması pek mümkün görünmüyor. Brexit süreci, halen, işçi ve emekçilerin çıkarlarına uygun olarak değil büyük sermayenin çıkarlarına uygun olarak ilerliyor. Theresa May’in AB ile yaptığı çıkış anlaşmasının taslağı 11 Aralık’ta parlamentoya sunulacak ve reddedilirse başbakanın istifa etmesi veya genel seçime gitmesi bekleniyor. 

Diğer yandan, Macron ve Merkel’in hızlandırdığı Avrupa Ordusu inşası Almanya’da düzenlenen bir ulusal güvenlik konferansının ana konusuydu. Berlin’de yapılan konferansta askeri alanda Çin ve Rusya gibi ülkelerle rekabet ve ABD’den bağımsız hareket etme yanında yapay zekanın savaşlarda kullanımı ve Avrupa halklarının askeri birliğe iknası için ortak bir senaryo/söylem hazırlanması konuları ele alındı.

Fransa’da ise sarı yeleklilerin mücadeleleri devam ediyor. Salı günü Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un bu konuya dair bir konuşması oldu. Ülkenin en yoksullarına yönelik bir adım atması beklenirken, tam tersine aynı yola devam sinyali verdi. Ardından yapılan kamuoyu yoklamalarında sarı yeleklilerin sosyal taleplerinde hakkı olduklarını ifade edenlerin yüzde 80’leri geçtiği ortaya çıktı. Macron’a karşı tepkiler giderek büyüyor. 

BREXİT’İN GETİRDİĞİ SİYASİ KRİZ EMEKÇİLER OLMADAN AŞILAMAZ!

Taylan ŞAHBAZ / Gerçek

Britanya’nın AB’den çekilme kararının çıktığı referandumun yapıldığı haziran 2016 tarihinden iki buçuk yıl sonra, dolambaçlı bir süreçten geçerek gelen ve 585 sayfadan oluşan anlaşma tasarısı, AB’ye ödenecek 39 milyarlık ‘ayrılma faturası’nın yanında göç, Kuzey İrlanda, sağlık, güvenlik ve çevre sorunları konusunda önemli maddeler içeriyor.

Britanya’nın AB’den çekileceği mart 2019’dan sonra başlaması planlanan gelecekteki ilişkilere dair anlaşma görüşmelerinden önce sonlandırılmaya çalışılan ve çekiliş ve geçiş dönemine dair olan bu tasarıların, özellikle ayrılma faturasının yanında göç ve özellikle Kuzey İrlanda sorunları konusunda maddeleri tepkilerin odağında.

Tasarılara göre geçiş döneminin sonlanacağı Aralık 2020 tarihine kadar serbest dolaşım sürecek ve bu tarihe kadar birbirlerinin ülkelerine gidecek taraf vatandaşları şimdikiyle aynı haklara sahip olacaklar. Ama özellikle Kuzey İrlanda ile İrlanda Cumhuriyeti arasında, 1999’da imzalanan Belfast Anlaşmasının kararlarına uygun olarak fiziksel bir sınırın önüne geçmek ve taraflar arasında bir karara varılmadığı takdirde izlenecek alternatif plan, gerek Britanya’nın AB’de kalması, gerekse de bu konudaki karar yetkisinin tek taraflı olarak AB’ye bırakılması olarak yorumlanarak, hükümetin aldığı tepkilerle sarsılmasının ve birçok bakanın istifasıyla sonuçlanmasının temelini oluşturuyor.

Fotoğraf: Dursun Aydemir/AA

Kamuoyunda ‘backstop agreement’ olarak bilinen plana göre, taraflar arasında bir anlaşmaya varılmadığı takdirde, Kuzey İrlanda’ya gümrük birliği ve ortak Pazar konusunda Britanya’nın tümünü içerecek özel bir statü verilecek. Bu alternatif plan da, Britanya’nın AB’de kalmayı fiili olarak sürdürmesinin yanında, bu süreçte AB karar-alma süreçlerine dahil olmayan Britanya’nın planın sonlandırılması yetkisini de tümüyle AB’ye bırakması anlamına gelecek. Bunların yanında, Britanya bu ve çevre konusunda yaptığı anlaşmalar hakkında yükümlülüklerini sürdürecek ve konunun denetimi için karma komisyonlara dahil olabilecekse de, bir temsil hakkı olmaksızın, Avrupa Adalet Mahkemesinin kararlarına uymak zorunda olacak.

Bu haliyle anlaşma tasarısının açıklandığı 14-15 Kasım tarihlerinde hükümetin geniş tepki ve eleştiriler aldığı Avam Kamarası oturumları yaşanırken, geçen hafta aynı konuyla ilgili olarak istifa eden Jo Johnson’a ek olarak, Brexit Bakanı Dominic Raab, Çalışma ve Emeklilik Bakanı Esther Mcvey, yine Brexit Alt Bakanları Suella Braverman ve Shailesh Vara istifa ettiler. Partinin Brexit sürecinde daha milliyetçi bir çizgi izlemesini savunan kanadının temsilcisi olarak öne çıkan Jacob Rees Mogg ise, tasarıları AB’ye teslimiyet ve vasallık olarak yorumlayarak, parti liderini bir güvenoyuna zorunlu bırakacak 48 mektuptan birini, konu hakkında karar yetkisine sahip 1922 Komitesine gönderdiğini açıkladı. 16 Kasım itibariyle gönderilen mektuplarının sayısı 30’a kadar yükselse de, hükümet kabinesindeki sağcıların çekincelerine rağmen May’ı desteklemeye karar verdikleri haberlerinin gelmesiyle ortam biraz duruldu...

Bu gelişmelerin ifade ettiği ilk şey, hâlâ hiçbir şeye dair kesin bir kararın alınmadığı ve böyle bir tasarıyla aslında tarafların zaman kazanmak üzere statükoyu hâlâ sürdürdükleri. Bu da, Britanya’da önümüzdeki dönem toplumsal sorunlarla ilgili gündemlerin Brexit’e bağlı olarak sürmesi ve bu kutuplaşmayı derinleştirecek yeni gelişmelere yol açması demek.

Buna bağlı başka bir yön de, tüm sansasyonelliğine rağmen Brexit sürecinde asıl belirleyici olanın hükümetin sağcı kanadının değil büyük sermayenin çıkarlarının belirleyici olduğu. Nitekim Britanya büyük patronlar örgütü CBI’nın tasarılara dair yaptığı açıklamada, May’ın AB’yle sürebilecek ticari ilişki tasarılarını olumlu buldukları söyleniyordu. Gerek bunun, gerekse de tüm bu siyasi kriz içerisinde Maliye Bakanlığından hiçbir tepki gelmemesinin gösterdiği şey, Brexit sürecinde tekelci liberal devlet bürokrasinin üstlendiği belirleyiciliktir.

Bu ikisi de, işçi ve emekçilerin çıkarlarına uygun biçimde sürece nasıl yaklaşılacağına dair vurgu yapmaktadır: Bu hafta yayımlanan bir Birleşmiş Milletler raporunun altını çizdiği 14 milyonluk yoksulluk karşısında işçi ve emekçilerin hakim sınıflara yönelik tepkisinin bir ifadesi olan Brexit kararı, süreci belirleyen milliyetçi ve liberal anlayışa karşı tepkilerinin daha ilerden ve esaslı bir temele oturtulmasını gerektirmektedir. Yoksulluk ve kemer sıkmanın kisvesi haline gelen Brexit, ne yok sayılarak ne de daha insanca bir yaşam mücadelesinden uzak durularak olumlu bir sona erecek.


AVRUPALILARIN ORDUSU

German Foreign Policy

Avrupalıların ordusunun inşasında yeni adımlar: Çarşamba günü sona eren Berlin Güvenlik Konferansının ana konuları Batı’nın Çin ve Rusya karşısında savunma önceliğini kaybetmiş olma endişesi ve gelecekteki savaşlarda yapay zekanın kullanımı oldu. Berlin Konferansı, Münih Güvenlik Konferansından farklı olarak dış politikayı değil askeri politika ve silah sanayiini odağına alıyor. Her yıl binlerce üst düzeyde subay, sermaye temsilcileri, politikacılar ve devlet memurlarının katıldığı konferansın ‘şefi’ Federal Savunma Bakanı Ursula von der Leyen. Bakan, konferansı, Avrupa ordusunun inşası konusunda Almanya’da var olan endişeleri yersiz göstermek, parlamenter karşı çıkışları susturmak için kullandı. Avrupa ordusundan yana uzmanlar bu yeni ordunun Avrupa’nın geleceğini ve bağımsızlığını korumak, ABD’ye ihtiyaç duymadan güvenliğini sağlamak açısından eşsiz olduğunu bildirdiler. Bu amaçla, yalnızca, yapay zekanın ilerideki savaşlarda kullanımının mükemmel düzeye çıkarılması yeterli olmayacaktı, AB’nin savaş sürdürmesini meşru kılacak bir Avrupa söylemine/senaryosuna da ihtiyaç vardı.

STRATEJİK BAĞIMSIZLIK

Federal Savunma Bakanı Ursula von der Leyen, konferans boyunca Avrupa ordusunun inşasının AB’nin stratejik bağımsızlığı için önemine değinerek, ordunun kurulup kurulmayacağı değil nasıl bir ordu kurulacağı sorusuyla karşı karşıya olunduğunun altını çizdi. Avrupa Savunma Birliği kurulmak üzereydi. Önümüzdeki dönemde bu konuda hoşa gitmeyen sorular gündeme gelebilirdi. NATO’nun askeri birlikleri yanında AB’nin sürdüreceği savaşlarda bağımsız önderlik yapması için ordunun yapısı tartışılmalıydı. Karar mekanizmaları da anında tepki verecek hale getirilmeliydi. Federal Parlamentonun çekimserliği engellenemezdi ama değişik mekanizmalarla yumuşatılabilirdi. Örneğin Brüksel’de ulusal parlamentoların da söz sahibi olduğu sürdürülecek savaşlarla ilgili kararların hızla alınacağı bir komisyon kurulması işe yarardı. Ayrıca AB dış politikasında tüm üyelerin uzlaşması zorunluluğu kaldırılmalıydı. Kararlar ezici çoğunluk tarafından onaylanmalı, bazı üyelerin karşı çıkması veya çekimser kalması kararları harekete geçmeyi engellememeliydi.

Fotoğraf: Pixabay

AVRUPA ASKERİ BİRLİĞİNİN ZORUNLU KOŞULLARI

Avrupalıların ordusunun gelişiminin sonraki evreleri Federal Almanya’nın dış politika mercileri tarafından belirlenmiş durumda bile. ABD’nin Alman Marschall Fonu Yöneticisi Jan Techan’a göre Avrupa Birliği gerçek bir özerkliğe sahip olabilmek için şimdikinden çok daha güçlü olarak, hatta tek başına kendi savunmasını yapacak hale gelmeli. Bunu sağlamak için nükleer silah gücü arttırılmalı, kendi askeri haber alma teşkilatı güçlendirilmeli, ABD’ye ihtiyaç duymadan haber toplayıp kararlar alabilmeli. Dünya çapındaki gelişmelerle ilgili haber alma ve toplama ABD’nin dominantlığından çıkmalı, Avrupa’ya kaydırılmalı. Yöneticiliğini başta Almanya olmak üzere Avrupalılar üstlenmeli. Bu konuda Alman üniversitelerinde öğrenim dalları açılmalı. Federal Güvenlik Konseyi, değişik bakanlıklardaki bilgileri merkezi hale getirip başbakana sunmalı. Bu sayede Almanya başbakanının AB’ye yetkin stratejik tavsiyelerde bulunma olanağı arttırılmalı.

DÜNYA SAVUNMASINDA GERİDE KALDIK YALANI

Berlin Güvenlik Konferansında dile getirilen endişelerden en önemlisi Rusya ve Çin’in askeri bütçelerini çok arttırdıkları, ABD ve Avrupa’nın dünya savunmasındaki öncü rolünün tehlikede olduğuydu. Enternasyonal Stratejik Araştırmalar Enstitüsünün verileri ise bunun kocaman bir yalan olduğunu ortaya koyuyor. 2017 yılında ABD’nin askeri bütçesi 602.8 milyar dolardı. Çin’in askeri bütçesi 150.5 milyar dolar, Rusya’nınki ise sadece 61.2 milyar dolar olarak belirlendi. Buna karşılık 4 Avrupa ülkesi askeri harcamalarına 163.9 milyar dolar ayırdı. Federal Almanya, askeri bütçesini 34 milyar avrodan bu yıl 38.9 milyar avroya çıkardı. Gelecek yıl askeri harcamalara 43.2 milyar avro ayrılması planlandı. Bütçe 2023 yılında 60 milyar avroya çıkarılacak. Böylece Almanya’nın askeri bütçesi Rusya’nın üstünde olacak...

HALKI İKNA İÇİN ORTAK SÖYLEM/SENARYO

Uzmanların kafasını yoran başka bir konu ise Avrupa halklarına ileride sürdürülecek savaşların nasıl kabul ettirileceği oldu. Federal Savunma Bakanlığı Politika Bölümü Yöneticisi Géza Andreas von Geyr, bu konuda ortak bir Avrupa senaryosu /söylemi bulunması gerektiği düşüncesinde. Von Geyr’e göre Avrupa’nın ordusunun sert ve kaba müdahaleleri gündeme geldiğinde Avrupa halklarının tepkisiyle karşılaşılabilir, ancak AB üyesi ülkelerin halkları ortak bir senaryo ile Avrupa’nın savunması ve ABD’den bağımsız dünya çapında hareket edebilmesi için savaşların zorunlu olduğuna ikna edilebilir.

(Çeviren: Semra Çelik)


ZOR ZAMANLAR 

Jean-Emmanuel Ducoin / Humanite Başyazı 

İnsan gözlerine inanamıyor… Emmanuel Macron’un iki temel kaygıya acil ve ciddi cevaplar sunacağı belirtiliyordu: Bir yandan artan sosyal öfke, diğer yandan ise ülkenin enerjik dönüşümü, ikisi de ufuk olarak temel tercihlerimizi belirleyecekti. Ve herkesin önüne çıktı, ciddi bir ifadesi vardı. Boş konuşmaların tarihini yazanlar (Macron’un) “ay sonu” (nu getirememe) ile “dünyanın sonu” nu karşı karşıya getirmediğini belirleme cüretinde bulunduğunu kaydetmişlerdir. Peki şimdi ne olacak? Hiçbir şey. Kesinlikle hiçbir şey. Kimi astrofizikçilerin evrenin sonsuz bucaklarında gözlemledikleri mutlak boşluklar gibi hiçbir şey… Konuşması bir saat sürdü, çok ama çok uzun bir süre hele bir de Fransızların beklentilerin hiçbirine – abartısız hiçbirine – cevap vermediği göz önünde bulundurulduğunda gerçekten çekilmeyecek kadar uzun. Ülkesindeki öfke düzeyine bu kadar yabancı olma olsa olsa geçmişten kalan aşağıdakileri aşağılama biçimi ile açıklanabilir, hele bir de ay sonunu getirememenin birçoğu için dünyanın sonu olduğu anlamına geldiği göz önünde bulundurulduğunda bu daha iyi anlaşılır. Onun ağzında ekolojik sorun hiçbir siyasi ve felsefi ihtirassız ortaya konuluyor. Acil sosyal gereklilik konusu ise tamamen, unutuldu, gözardı edildi, reddedildi ve sözde olağanüstü gücünün altında tamamen ezildi. Fransızlar, sarı yelek giyseler de giymeseler de, bunun karşısında derin hayal kırıklığı ve onun adına utanç duyuyorlardır. Yılbaşının yaklaştığı ortamda, ay sonuna kalan son üç günü nasıl tamamlayacağını haklı ve kaygıyla düşünenlere Macron şu cevabı veriyor: Sayısı bilinmez bir komite kurduktan sonra sizlere üç ay sonra haber veririz. Sanki hayal görüyoruz gibi. Alım gücünü arttırma ya da bölgeler arasındaki (şehir ile kır) arasındaki eşitsizliği azaltmaya yönelik hiçbir öneri yok. Sosyal adalet konusunda hiçbir sinyal yok. Görüldüğü gibi ayakları tamamen havada, gerçeklerden kopmuş. Hele özelliklede Fransa’nın milli gelirlerini elinde bulunduran ve servet vergisinden muaf tutulan, toplumla dayanışmadan ayrı tutulan 358 bin aileden hiç bahsetmeden vergi muvafakatinden bahsettiğinde… Bu arada en yoksullar kıvrılmaya devam ediyor, gözleri keder parlıyor. 

Susmamamız lazım, tam tersine, bu mücadele bıçaklarının doğurduğu yaraların verimli yaralar olduğunu unutmayarak, bu acılara cevap vermeliyiz. Kahin olmaya gerek yok. Macron’un bu hor görmesine karşı öfke katlanarak ve belki de kontrolden çıkarak cevap verecektir. O ve bu ülkenin açı çeken yurttaşları arasında ayrılık artık kalıcıdır.  

(Çeviren: Deniz Uztopal )

Fotoğraf: Mustafa Yalçın/AA

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et