11 Aralık 2018 06:02

Che Guevara’nın 1964’te Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşma

Che Guevara, 11 Aralık 1964’te New York’taki Birleşmiş Milletler Zirvesi’nde Küba heyeti adına tarihi bir konuşma yaptı.

Ekran görüntüsü: Birleşmiş Milletler Youtube hesabı

Paylaş

11 Aralık 1964’te Küba Devrimi 5. yılını geride bırakmaya hazırlanırken New York’taki 19. Birleşmiş Milletler Zirvesi’nin en popüler konuğu Ernesto ‘Che’ Guevara idi.

1945’te 50 ülkeyle kurulan Birleşmiş Milletler, 1964’e gelindiğinde 115 üyeye ulaşmıştı. Bunun önemli nedenlerinden biri 2. Dünya Savaşı sonrası yaşanan dekolonizasyon süreciydi. SSCB, Çin gibi ‘devrim’ ülkelerinin varlığının yanı sıra geçmişte emperyalistlerin boyunduruğunda olan pek çok halk ayağa kalkıyor ve özellikle Asya ile Afrika’da birbiri ardına genç cumhuriyetler kuruluyordu.

Bunlar arasında yer alan, 3 eski Britanya sömürgesi, Zambiya, Malavi ve Malta, 1964’te BM’ye katılan ülkeler arasında yer alıyordu.

Che’nin zamanında büyük ses getiren konuşması, emperyalizme karşı halkların özgürlük arayışını temel alıyor, farklı sistemlere sahip ülkelerin barışçıl biçimde yaşamalarının sağlanması gerektiğini savunuyordu. Che, Küba ve Latin Amerika dahil olmak üzere bu barışa en büyük tehdidi oluşturan ABD emperyalizmini ve onun destekçilerini mahkum ettiği konuşmasında, dünyanın her yerindeki özgürlük hareketlerini desteklediklerini vurguluyordu.

Dönemin bu anlamdaki önemli krizlerinden Türkiye-Kıbrıs meselesine de değinen Che’nin tarihi konuşmasının belli başlı bölümlerini hatırlatırken günümüzde de halkların kendi kaderlerini tayin hakkını tanımayan ve kapitalizmi bayrak edinen anlayışın neden olduğu benzer sorunların/aktörlerin varlığını anımsamamak mümkün değil.

Konuşma sırasında New York’taki Kübalı devrim karşıtlarının bazukalı saldırıyla gerçekleştirdikleri provokasyon girişiminin de sonuçsuz kaldığını belirtelim.

KRİZLERİN ÇÖZÜMÜNDE BM’NİN ROLÜ

Konuşmasına, yeni üyeler Zambiya, Malavi ve Malta’yı selamlayarak başlayan Che, bundan sonra “Daha fazla ulusun emperyalizme karşı mücadele eden ‘Bağlantısız’* ülkeler arasına katılmasını umduğunu” dile getiriyor.

Sömürgeciliğin devrinin sonuna yaklaştığını, Afrika, Asya ve Latin Amerika’da milyonlarca insanın yeni bir yaşam ve kendi kaderini tayin hakkı için ayağa kalktığını belirten Che, bu ülkelerden biri olarak tanımladığı Küba’nın sorumluluklarının bilincinde olarak açık ve net bir şekilde sorunları dile getireceğini ifade ediyor.

Che’nin üzerinde durduğu ilk mesele, BM’nin tüm üye ülkelerin bağımsızlıklarını ve çıkarlarını gözetecek şekilde hareket etmesi üzerine:

“Bu Meclis’in kendisini rehavetten kurtardığını ve ileriye doğru gittiğini görmek isteriz. Komitelerin çalışmalarına başladığını ve ilk sorunda durmadığını görmek isteriz. Emperyalizm dünyanın sorunlarını çözmekten çok bu toplantıyı anlamsız bir hitabet yarışmasına çevirmek istiyor. Bunu yapmalarına engel olmalıyız.

Buna hakkımız olduğunu, bunun görevimiz olduğunu düşünüyoruz çünkü ülkemiz dünyada en ciddi anlaşmazlıkların yaşandığı noktalardan birinde bulunuyor. Küçük ülkelerin egemenlik hakkının gün gün, dakika dakika, teste tabi tutulduğu yerlerden birindeyiz. Aynı zamanda ülkemiz, ABD emperyalizminden yalnızca birkaç adım uzaklıkta yer almasıyla özgürlüğün siper noktalarından biridir ve her gün insanlığın kendini özgürleştirebileceğini ve özgür kılmaya devam edebileceğini eylemleriyle göstermektedir.

Elbette artık her geçen gün daha da güçlenen ve güçlü mücadele silahları edinen bir sosyalist kamp da bulunuyor.  Ancak hayatta kalabilmemiz için içerideki birliğin korunması, kendi kaderimize inanç, bir ülkenin savunulması ve devrim için ölümüne savaşabilme iradesi gibi şartlar da gerekiyor. Değerli delegeler, bu şartlar Küba’da mevcuttur.”

'BARIŞÇIL BİR ARADA YAŞAM' VURGUSU

BM’nin öncelikli olarak farklı ekonomik ve sosyal sistemlere sahip ülkelerin barışçıl bir arada yaşamını mümkün kılmakla görevli olduğunu söyleyen Che, bu konuda önemli adımlar atılsa da “Emperyalizmin ve özellikle de ABD emperyalizminin barışçıl bir aradalığın yalnızca süper güçlerin sahip olabileceği ayrıcalıklı bir hak olduğuna dünyayı inandırmaya çalıştığını” belirtiyor.

Che, burada Kahire’de yapılan 2. Bağlantısızlar Hareketi deklarasyonundan alıntı yapıyor ve dünya barışını sağlayabilmek için barışçıl bir arada yaşamın güçlü ülkelerle sınırlandırılamayacağını söylüyor.

Dünya barışını tehdit eden ABD-Batı emperyalizmiyle bağlantılı hareketlere tek tek değinen Che, Kamboçya, Laos, Vietnam, Gine, Angola, Mozambik, Porto Riko, Guyana, Guadalup, Martinik, Güney Afrika ve Kongo’da yaşananlara dikkat çekiyor.

TÜRKİYE-KIBRIS SORUNU

Che, Kıbrıs’ta barışçıl bir arada yaşamın tehdit altında olduğunu ve bunun sorumlusunun da Türkiye Devleti ile NATO olduğunu şu sözlerle ifade ediyor:

“Bir arada barış içinde yaşama ilkesi, Kıbrıs’ta Türkiye hükümeti ve NATO’nun baskılarıyla acımasızca zora sokuluyor ve Kıbrıs halkıyla hükümetini egemenliğini savunma konusunda kahramanca bir duruş sergilemeye zorluyor.”

2 ÇİN ALDATMACASI

Bu bölümde Che’nin vurgu yaptığı diğer önemli uluslararası sorunlar arasında BM’ye Çin adına Çin Halk Cumhuriyeti yerine Çan Kay Şek’in yönetimindeki Tayvan’ın çağrılması; Batı Almanya ile Doğu Almanya ve “kardeş cumhuriyetimiz” dediği Endonezya ile Malezya arasındaki problemler var.

Che, burada Çin’le ilgili şunları söylüyor:

“İki Çin” aldatmacasını güçlü bir şekilde reddetmeliyiz. Çan Kay Şek çetesinin Tayvan’ı Birleşmiş Milletler’de kalamaz. Tekrarlıyoruz, yapmamız gereken şey gaspçının kovulması ve Çin halkının meşru temsilcilerinin çağrılmasıdır.”

Küba’nın da dile getirdiği bu işlem ancak 1971 yılında hayata geçiyor.

Che’nin “Almanyalar” konusundaki sözleriyse şöyle:

“İki ayrı Almanya’nın var olduğu gerçeği tanınmalıdır: Almanya Demokratik Cumhuriyeti ve Federal Cumhuriyet. Almanya sorunu ancak Almanya Demokratik Cumhuriyeti’nin tüm hakları tanınarak ve direkt onun da katıldığı müzakerelerle çözülebilir.“

SİLAHSIZLANMA

Che, dönemin önemli gündemleri arasında yer alan silahsızlanma ile ilgili şunları söylüyor:

“Genel ve tam silahsızlanmayı desteklediğimizi ifade ediyoruz. Bunun da ötesinde tüm termonükleer silahların tamamen imha edilmesini savunuyoruz ve bu hedefi bir gerçekliğe dönüştürmek için tüm ulusların katılacağı bir konferans düzenlenmesini destekliyoruz. Başbakanımız bu zirve öncesi yaptığı konuşmada silahlanma yarışının her zaman savaşa yol açtığı uyarısında bulunmuştu. Dünyada artık yeni nükleer güçler var ve bunların karşı karşıya gelmesi olasılığı büyüyor. Biz, tüm termonükleer silahların tamamen yok edilmesi ve ilk adım olarak tüm testlerin yasaklanması için böylesi bir konferansın gerekli olduğuna inanıyoruz. Bununla birlikte tüm ülkelerin diğer ülkelerin sınırlarına saygı göstermesi gerektiğini ve konvansiyonel silahlarla da olsa herhangi bir saldırganlıkta bulunmaması gerektiğini söylüyoruz.

Genel ve tam silahsızlanma, tüm nükleer mühimmatın yok edilmesi, yeni termonükleer aygıtların ve her türlü nükleer testin durdurulmasını savunan halkların sesine sesimizi eklerken ulusların toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi ve emperyalizmin silahlı elinin zapt edilmesinin de gerekli olduğunu söylüyoruz çünkü konvansiyonel silahlar da diğerlerinden daha az tehlikeli değildir. Kongo’da binlerce savunmasız yurttaşı öldürenler atom bombası kullanmadı. Konvansiyonel silahlar kullandı. Konvansiyonel silahlar emperyalizm tarafından da kullanıldı ve çok sayıda ölüme neden oldu.

Ayrıca buradaki talepler işler hale gelse dahi, ABD kendi topraklarımızda, Porto Riko’da, Panama’da ve diğer Latin Amerika ülkelerindeki saldırgan üslerini koruduğu sürece hiçbir bölgesel nükleersizleştirme paktına bağlı kalmayacağımızı belirtmek isteriz. Amerikan Devletleri Organizasyonu’nun Küba’ya karşı ilan ettiği son kararlar ışığında kendi savunmamızı sağlayabilecek durumda olmamız gerektiğini savunuyoruz.”

‘SOSYALİZMİ İNŞA ETMEK İSTİYORUZ'

Che, konuşması boyunca başta Karayipler olmak üzere ABD’nin kendilerine ve bölgeye dönük provokasyonlarına dikkat çekiyor. Küba’nın ise savaşa neden olabilecek bu provokasyonlara kapılmadan onurlu bir duruş sergilediğini ifade ediyor:

“Sosyalizmi inşa etmek istiyoruz. Barış için mücadele edenlerin destekçisi olduğumuzu ilan ettik. Marksist Leninist olsak da bağlantısız ülkeler grubuna dahil olduğumuzu ilan ettik çünkü bağlantısız ülkeler de bizim gibi emperyalizme karşı savaşıyor. Biz barış istiyoruz. Halkımız için daha iyi bir yaşam inşa etmek istiyoruz. Bu yüzden Yankilerin şu ana kadar ürettiği provokasyonlara kapılmadık. Ancak onları yönetenlerin düşünce yapılarını biliyoruz. Barış için çok ağır bir bedel ödememizi istiyorlar. Bizse bu bedelin onurumuzun sınırlarını aşamayacağını söylüyoruz.”

‘YA VATAN YA ÖLÜM’

Che Guevara’nın konuşmasının en meşhur kısmı finalidir. Che burada hem ABD içerisinde siyahlara ve diğer azınlıklara dönük yapılan ırkçı uygulamaları hatırlatıyor hem de Latin Amerika halklarının artık boyunduruk altında yaşamak istemediğini gösterdiğini vurucu cümlelerle dile getiriyor. Kısaltarak aktaralım:

“Küba, değerli delegeler, kendisini başkalarına bağlayan hiçbir zinciri olmayan özgür ve egemen bir ülkedir. Topraklarında yabancı yatırımlar, politikasını belirleyen üst valiler yoktur… Örneğimiz, kıtamızda meyvelerini verecektir ve şimdiden Guatemala’da, Kolombiya’da ve Venezuela’da bunları bir ölçüye kadar görebiliyoruz.

Küçük düşman ya da dikkate değer olmayan bir güç yoktur çünkü artık izole bir halk kalmamıştır. 2. Havana Deklarasyonu’nda belirtildiği gibi:

Latin Amerika’daki hiçbir ulus zayıf değildir çünkü her biri aynı acıları yaşamış, aynı hisleri barındıran, aynı düşmana sahip, daha iyi bir gelecek için aynı hayalleri olan ve dünya genelinde dürüst erkek ve kadınların dayanışmasına güvenen 200 milyonluk bir kardeşliğin parçalarıdır.

Bu destan, aç Yerliler, topraksız köylüler, sömürülen işçiler tarafından yazılacaktır. Kanayan Latin Amerika topraklarında sayısı çok olan ilerici kitleler, dürüst ve parlak entelektüeller tarafından yazılacaktır. Kitlelerin ve fikirlerin direnişi. Emperyalizm tarafından horlanan ve küçümsenen; uykusundan uyanmaya başlayan halklarımız tarafından geleceğe taşınacak bir destan. Emperyalizm bizi zayıf ve itaatkar bir sürü olarak gördü ancak şimdi o sürüden korku duyuyorlar. Yankilerin tekelci kapitalizmi artık 200 milyonluk Latin Amerikalıları mezarlarını kazacak devasa bir sürü olarak görüyor.

Artık kıtanın bir ucundan diğerine onlar kendi zamanlarının geldiğini gösteriyor. Şimdi bu isimsiz, renkli, kasvetli, suskun Amerika, kendi tarihini kanıyla yazmaya başlıyor, onun için direniyor ve ölüyor.

Çünkü şimdi Amerika’nın dağlarında, ovalarında, ormanlarında, yaylalarında, kırsalında ya da şehirlerindeki trafik karmaşasında, büyük okyanusların veya nehirlerin kıyısında, dünya titriyor. Kendilerine ait olan ne varsa onun uğruna canını vermeye hazır, 500 yıldır şunun bunun tarafından birer birer gasbedilen haklarını yeniden almaya hazır, arzulu eller ileriye doğru uzanıyor. Şimdi, tarih Latin Amerika’da yaşayan yoksulları, tarihlerini kendileri yazmak kararında olanları, horlananları hesaba katmak durumundadır. Onlar şimdi yolda, yayan, her gün, yüzlerce kilometrelik bitmek tükenmek bilmeyen bir yürüyüşle yönetim “doruğuna” ulaşmaya, haklarını elde etmeye doğru gidiyorlar.

Onlar şimdi silahlı. Taşlarla, sopalarla, bıçaklarla, şu ya da bu yönde, her gün topraklan işgal ediyor, kendilerinin olan toprağa daha da sarılıyor, onu canları pahasına olsa dahi hiç korkmadan savunuyorlar. Onlar şimdi pankartlar, bayraklar, sloganlar taşıyor, bunları dağların rüzgarında, ovalar boyunca dalgalandırıyorlar. Adalet isteyen bu öfke dalgası, bastırılmış kinlerin, ayaklar altına alınmış hakların bu kabaran dalgası, Latin Amerika topraklarından yükselen bu devrim dalgası hiçbir zaman durmayacak, yenileri eklenerek devam edecektir. Geçen her gün, bu dalga daha da büyüyecektir. Çünkü en büyük sayıdan, her yönüyle çoğunluktan, emeğiyle zenginlikleri biriktirenlerden, değerleri yaratanlardan, tarihin tekerleklerini döndürenlerden, uyutulduktan sersemletici uzun uykudan artık uyananlardan oluşmaktadır.

Bu büyük insan kitlesi artık “Yeter” demiş ve yürüyüşüne başlamıştır. Ve bu dev yürüyüşleri daha önce uğruna birden fazla kez öldükleri gerçek bağımsızlığa ulaşana kadar durdurulamayacaktır. Ancak bugün ölenler Domuzlar Körfezi’nde ölen Kübalılar gibi ölecektir. Onlar kendi gerçek ve asla teslim olmayacak bağımsızlıkları için ölecekler.

Tüm bu olanlar, sayın delegeler, tüm kıtanın bu yeni iradesi, kitlelerimizin mücadele kararlılığının dile getiriliş şekli olan, istilacının silahlı kolunu felce uğratan çığlıkla özetlenebilir. Bu çığlık, tüm dünya halklarınca, özellikle de Sovyetler Birliği’nin liderliğindeki sosyalist kamp ülkelerinde anlaşılmış ve benimsenmiştir.

Bu çığlık: “Ya vatan ya ölüm”dür.”

* ’Bağlantısızlar Hareketi’, 1961’de ‘Soğuk Savaş’ sırasında kendisine ABD ve SSCB’den ayrı bir rota çizmek isteyen ülkelerden oluşuyordu. İlk üyeler arasında Yugoslavya, Mısır, Hindistan, Endonezya, Gana, Küba gibi devletler vardı.

ÖNCEKİ HABER

Van'da polis baskını: Açlık grevindeki 14 kişi gözaltına alındı

SONRAKİ HABER

Beşiktaş'ta toprak kayması deprem korkusu yaşattı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa