Filmlere yansıyan faşizm
Filmlere yansıyan faşizm
Hazan İLİK
Yıldız Teknik Üniversitesi
“Her devletin özünde baskı vardır, burjuva demokrasisi de, tekelci burjuvazinin emekçiler üzerindeki diktatörlüğüdür. Ancak faşizm, tekelci burjuva egemenliğinin en gerici, en terörist, en kanlı biçimidir.” diye tanımlamıştı Komintern faşizmi. O günlerde hiç yıkılmayacakmış gibi görünen faşist iktidarların hepsi yıkıldı, şimdiyse belirli ülkelerde yeni faşist iktidarların adımları atılıyor, Avrupa’da Neonazi hareketler güçleniyor. Tekelci burjuva egemenliği baki kaldığı sürece faşizm dünya halkları açısından her zaman tehlike arz etmeye devam edecek elbette.
FAŞİZMLE MÜHÜRLENEN HAYATLAR
En kanlı, en gerici, en terörist diye tanımlanmış iktidar biçimi yıkılıp giderken tüm dünya halkları açısından ağır bir tahribat bırakmıştı ardında. Bu sebeple faşizm ve etkileri birçok sanat eserinin içinde vücut bulmuş, kimilerinde doğrudan konu olmuş bir meseleydi –tehlike sürdüğü için konu olmaya da devam ediyor. Bunlardan biri Macar yönetmen Zoltán Fábri’nin orijinal adıyla “Az ötödikpecsét”, Türkçe çevirisiyle “Beşinci Mühür” filmi. Film, Macar Nazi Partisi’nin iktidarda olduğu yıllarda geçer. korkunun ve baskının yoğunlaştığı, faşizmin ve uygulamalarınınsa sıradan bir hal aldığı bir dönemdir bu. Aynı zamanda bir dana eti veya biftek satın almanın ancak bir Bosch tablosu satarak karşılanabileceği bir dönemdir de. Örneğin hava saldırıları o kadar olağanlaşmıştır ki, asıl olağan olmayan o gece içlerinden birinin dana eti yiyecek olmasıdır, sığınakta saldırının bitmesini beklerken dana etinin nasıl pişirileceği üzerine tartışırlar. Böyle bir dönemde yaşananların az buz farkında olan fakat ses çıkar(a)mayan 4 kişilik bir arkadaş grubu bir meyhanede buluşup sohbet ederler. Dışarıda yardım çığlığı atan birini işitirler fakat yardım etmeye yeltenmez, meyhanenin ışıklarını kapatırlar.
Daha çok vicdan, iyilik, ahlak ve kötülük üzerine konuşan bu arkadaş grubundan birinin ortaya attığı soruyla faşizmin insanlar üzerinde yarattığı etki üzerine düşündürmeye başlıyor film izleyeni: “Beş dakika içinde ölecek ve dünyaya tekrar gelecek olsanız, zengin, zalim ve iktidar sahibi biri mi yoksa fakir, hayatı acı içinde geçmiş fakat kimseye kendisinin yaşadığına benzer bir acı yaşatmadığı için de vicdanı rahat olan bir köle mi olmak isterdiniz?” Doğramacı olan soruyu kendi içinde cevaplandırmak için kıvranıp uykusuz kalırken, meyhane sahibi zaten belli olanı bir kere de sesli olarak dile getirmiş oluyor. Aynı meyhane sahibi yaşananları görüyor ve Nazileri sevmiyor olmasına rağmen yaşamak için daha bireyci bir tutum alıyor. Hem kendi yaşadığı bölgeye bakan Nazilere rüşvet veriyor, hem de eşi idam edilmiş ve zor durumda olan komünist komşusuna borç para veriyor, Sovyetler savaşı kazanırsa ve faşizm yıkılırsa diye.Filmin sonlarına doğru hapishaneye atılmış ve haklarında bir karara varılacak bu arkadaş grubu hakkında konuşan iki parti üyesinin diyaloğu filmin en önemli yerlerinden biridir. Şunu söyler daha yaşlı ve daha deneyimli olanı genç partiliye: “Sadece kendisine saygısı olanlar isyan veya ayaklanma başlatabilir. Onların kendilerinden nefret etmesini sağla ve kendilerine olan saygılarını yok et.” Ve insanlığın bugüne kadar biriktirdiği bilincin tahrip edilmesi açısından faşizm hakkında önemli yerlere değinip, böyle bir oyunla da son bulur film.
“ÖZEL BİR GÜN”ÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Esas konu itibariyle benzer fakat incelediği insan tipleri açısından biraz daha farklılaşan bir başka film ise Ettore Scola’nın yönettiği “Özel Bir Gün” (Una Giornata Particolare) filmi. Belgeselvari görüntülerle açılan film barış anlaşması imzalamak üzere İtalya’ya gelen Hitler’in ve Mussolini’nin geçit törenini izlemek üzere insanların sokaklara akın ettiği bir günü konu alır. Bu özel günde onlarca ailenin yaşadığı bir apartmanda, töreni izlemeyip evde kalan üç kişi vardır yalnızca. Apartmanın kapıcısı, hizmetçisi olmadığı için evde kalmak zorunda kalan 6 çocuklu Antonietta (7 çocuklu ailelere verilen ödülden yararlanmak için) ve eşcinsel olduğu için çalıştığı radyodan kovulmuş bir antifaşist olan Gabrielle. Bir tesadüf eseri tanışan Gabrielle ve Antonietta bu bir günü beraber geçirir. Antonietta bilgisizdir, kocası tarafından aşağılanır, evde herkesten önce kalkıp herkesin ihtiyaçlarını karşılar, bir günde ev işlerini daha verimli yapabilmek için saat başı alarm kurar ve adeta bir makine gibi ev işlerine koşturur. Mussolini’yi çok sever hatta onun fotoğrafları ve sözlerinden oluşturduğu bir albümü bile vardır. Bir kadın olmasına rağmen, Mussolini’nin “Deha sadece erkeklere aittir” sözünde onunla hemfikirdir mesela. Ama Gabrielle ile geçirdikleri bir gün onu etkiler, Gabrielle’nin ona tavrı -kibar ve saygılı biri olduğu için onun antifaşist olduğuna inanamaz- önyargılarının kırılmasına ve hayatında yanlış giden bazı şeyleri daha iyi anlamasına sebep olur.
Faşizmin özelikle kadınlar üzerinden söylediği ve yapmaya çalıştığı şeyleri çok etkili verir film, aynı zamanda toplumun çoğunluğundan farklı kesimlerine de yer yoktur faşist rejimlerde. Hatta bir yerde Gabrielle kendisinden çok, asıl faşizmin Antonietta’ya karşı olduğunu söyler. Film, faşizmin üzerine basıp ayakta kaldığı kavramları tartışmaya açar; baba, asker, güç, kurtarıcı bir erkek (duce), düzen, ölçü… Kitlelerin, değiştirmeye yönelik bir politikadan uzak tutuldukları, en yakın oldukları anlarda bile yalnızca kurtarıcıların destekçileri olarak davranmaya itildiği burjuva siyaseti açısından anlaşılır bir durum elbette.