‘Çabuk çabuk işinde çalışıyorum’
Birçok Afrikalı göçmen ‘Ne iş yapıyorsun?’ sorusunu ‘Çabuk çabuk işinde çalışıyorum’ diye cevaplar. Çünkü patronlardan en çok duydukları kelime bu.
(Fotoğraf: Yusuf Sayman)
Fatih POLAT
Onlara daha çok, yol kenarlarında açtıkları küçük tezgahlarda kol saati satarken rastlıyoruz. Ya da bir otobüste, tramvayda, metroda tedirgin, sanki buraya ait olmadığını sessizce kabullenmiş bir halde: Gündelik hayatımızdaki Afrikalılar.
VARLA YOK ARASINDA
İstanbul’daki görünürlükleri varla yok arasında olan, kendini güvende hissetmeme hissi her hallerinden belli olan Afrikalıların, görünmeyen dünyasında neler var peki?
Doğuş Şimşek ve Yusuf Sayman, İstanbul’daki Afrikalıların hayatlarına girmiş ve onların hikayelerini fotoğraflarla birlikte belgelemiş. ‘Çabuk çabuk-İstanbul’daki Afrikalılar’ adıyla Pencere Yayınları’ndan çıkan kitaptaki fotoğraflar Yusuf Sayman’a, yazılar da Doğuş Şimşek’e ait.
Türkiye’de yaşayan Afrikalı göçmenlerin sayısının tam olarak bilinmediği belirtilen kitapta, özellikle 2000’li yıllarda gerçekleşen göçlerle birlikte, Türkiye’deki Afrikalı göçmen popülasyonunun kayda değer biçimde arttığı ifade ediliyor.
Nerelerden geliyorlar daha çok? “İstanbul’daki Afrikalı göçmenlerin çoğu, Sahra-altı Afrika, Batı Afrika (Nijerya, Moritanya, Senegal, Gana), Orta Afrika (Demokratik Kongo Cumhuriyeti), Doğu Afrika (Somali, Etiyopya, Eritre, Ruanda), Kuzey Afrika (Fas, Tunus, Cezayir ve Libya)”
İŞYERİNDE CİNSEL TACİZ
Çalıştıkları iş sahaları ise, hizmet sektörü, kuaförlük, uluslararası telefon görüşmelerinin yapıldığı dükkanlar, seyyar satıcılık ve atölyelerde tekstil işçiliği olarak sıralanıyor. Kitaba da ismini veren ve onların İstanbul’daki hikayelerini çarpıcı bir biçimde özetleyen bölüm ise şöyle: “Görüştüğümüz birçok Afrikalı göçmene, özellikle de kadınlara, geçimlerini nasıl sağladıklarını sorduğumuzda, ‘Çabuk çabuk işinde çalışıyoruz’ cevabını aldık. ‘Çabuk çabuk’ işinin ne olduğunu anlamak için sorduğumuz meraklı sorular neticesinde anladık ki, bahsettikleri şey, tekstil atölyelerinde işçilik. Tekstil atölyelerinde çalışan Afrikalı göçmenlerin işlerini tanımlamak için kullandıkları ‘çabuk çabuk’ tasviri, iş yerinde patrondan en çok duydukları kelimenin bu olmasından kaynaklanıyor. Birkaç Afrikalı göçmen, ‘çabuk’ kelimesinin öğrendikleri ilk Türkçe kelime olduğunu da söyledi.”
Afrikalı kadın tekstil işçilerinden bazıları, işyerinde patronun cinsel tacizine uğradıklarını anlatırken, bir tanesi de yine kendi deneyimleri üzerinden gözü yaşlı bir şekilde, “Türkiye’de tüm siyah kadınların seks işçisi olduğu algısı var” diyor.
Tekstil atölyesinde çalışan Ugandalı bir kadın ise, “Türkler bizden önce yemek yiyorlar, bize de yemek olarak artıklarını veriyorlar” diye anlatıyor yaşadıklarını.
ADIMINI ATARKEN DOLANDIRILMAK
Her birinin hikayesi ayrı bir trajedi. Örneğin Feriköy Stadında futbol oynayan Afrikalılar, Süper Lig veya 1. Lig’deki bir takımda oynayacaklarını vadeden menajerler tarafından Türkiye’ye getirildiklerini, bu menajerlere kişi başı 5 bin avro civarı para ödediklerini, Türkiye’ye geldiklerinde ise bu menajerlerin ortadan kaybolduklarını anlatıyorlar.
Dizilerde rol almak için bir ajansta iş bulmuş bir Senegallinin ilk bakışta diğerlerine göre şanslı olduğu düşünülebilir. Ama onun hikayesi de, Türkiye’deki dizi piyasası ve kültürel davranış kalıplarının kodlarını yansıtan bir başka trajedi: “Bugüne kadar oynadığı çeşitli dizilerde ve filmlerde genellikle hırsız, uyuşturucu satıcısı ve katil gibi kötü karakterleri canlandırmış. Türkiye’de Afrikalı göçmenlere yönelik algılar, dizilerde ve filmlerde Afrikalı göçmenlerin canlandırdığı karakterler üzerinden de pekiştiriliyor.”
Ülkesini Avrupa’ya gitme hayaliyle terk etmiş olan, ancak İstanbul’da sıkışıp kalan Afrikalıların yaşadıkları yerler ise, çoğunlukla kentin terk edilmişlik hissi uyandıran en izbe yerleri.
Kitapta İstanbul’daki Afrikalıların hayatlarına bakarken, aslında onlar aracılığıyla kendimize de bakıyoruz.