30 Aralık 2018 00:30

‘Yakarsa dünyayı mültecilerin ahı yakar’

Ercüment Akdeniz yazdı: Çünkü zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum 2018’de daha da derinleşti. Zengin sınıflar kendi sefahat adacıklarını kurdu.

Fotoğraf: İnanç Yıldız

Paylaş

Ercüment AKDENİZ

Dünya üzerinde 258 milyon insan, kendi ülkesi dışında mülteci ya da göçmen durumunda. Sadece mülteciler 70 milyona ulaştı.. Göç rakamları azalmadı, arttı. Çünkü zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum 2018’de daha da derinleşti. Dünayada her yıl 29 milyon insan açlıktan ölüyor. Zengin sınıflar kendi sefahat adacıklarını kurdu.

Çok uluslu tekeller, yeraltı-yerüstü zenginliklerini yağmalamak için iç savaşlar körüklüyor. Silah tekelleri paraya doymuyor. Bir eşitsizlik ve savaş düzeni olan emperyalizm, sürekli biçimde göçmen akınları üretiyor. Dolayısıyla ‘mülteci dünya’nın tarihe karışması için öncelikle bu bozuk düzenin son bulması gerekiyor.  

GÖÇ PAKTI, KİMLER İÇİN?  

İkinci Dünya Savaşı sonrası imzalanan BM 1951 Cenevre Sözleşmesi, mültecilere en fazla 67 yıl ‘derman’ olabildi (Onun da ne kadar olduğu tartışılır). 20’nci yüzyılda bağıtlanmış temel insan hakları, ‘milenyum çağı emperyalizmi’ne dar geliyor. Trump sözleşmeleri bir bir çöpe atarken, mülteci karşıtlığı üzerinden yükselişe geçen Avrupa sağı ‘Göç Paktı’na bayrak açtı.

Fas’ta imzalanan Göç Paktı, özünde dünyayı göçe boğan müsebbiplerin, mülteci akınlarını ‘rasyonel dağıtmaya’ çalıştıkları bir uzlaşma metni. Rasyonel dağıtım söyleminin altında mülteciler için yeni duvarlar ve filtre eleme sistemleri var. Burjuva hükümetler, göçü kalifiye işgücü olarak organize etmek ve sömürmek niyetinde. AB içinde ”mülteci dostu” olarak eleştirilen Angela Merkel ise, bu fitre/sömürü mekanizmasının en başarılı liderlerinden!

Sağın/aşırı sağcıların bu pakta tepkisi mülteci sömürüsüne karşı olmalarından değil, mültecilere kapıları tümden kapatmak istemelerinden. Ama ‘aşırı sağın’ tutumu böyle diye “göç paktı” matah bir şey sayılmamalı. Zira adı geçen pakt, göçü kaldırmak değil “sürdürülebilir” hale getirmek istiyor. Göçmenlerin etinden, sütünden, emeğinden yararlanmak istiyor.    

‘GERİ KABUL’ ARTIK KÜRESEL BİR MODEL

Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne göre Türkiye’de kayıtlı Suriyeli sayısı 3 milyon 611 bin 834. Kayıt olmayanlarla rakam daha fazla. Kamplarda kalanlar da 144 bin 36 kişi. Kamplardaki mülteci sayısı geçen yıla göre azaldı, şehirlerde ise arttı. Yani sorun geçici değil kalıcı. Çözümü de palyatif değil yapısal olabilir. Ama ne BM, ne AB ne de Türkiye henüz kalıcı bir çözüme yanaşmış değil.  

16 Mart 2013’te AB ile Türkiye arasında ‘Geri Kabul Anlaşması’ imzalandı. Sonrasında “izinsiz” Avrupa’ya geçen mülteciler Türkiye’ye iade edilmeye başlandı. (Bu durumda mülteciler ölüm riski daha yüksek rotalara yöneldi). Anlaşma karşılığında Türkiye’ye avro yardımları tahahüt edildi. Göçün bu yeni engellenme hali, Ortadoğu ve Asya akınları karşısında AB’yi rahatlattı. Kale Avrupa’sı, bu gayr-i insani modeli Türkiye’den sonra Afrika’ya da uyguladı. Libya ile imzalanan antlaşma Afrika’daki mültecileri blokajladı. 1951 konvansiyonunda böylece bir büyük delik daha açıldı. Türkiye, uygulamanın emsal ülkesi ünvanını kazandı!  Şimdi, bu ‘yeni engelleme modeli’nin Amerika sınırına yığılan mülteciler için Meksika’da; ya da Arakan mültecileri için Myanmar’da devreye sokulmayacağını kim garanti edebilir? Bakalım 2019 nelere kadir olacak?

GÖZLER MÜLTECİ EMEĞİNDE

Suriyelilere çalışma izni 15 Ocak 2016’da çıkarıldı. Daha önce kayıtdışı çalıştırılmış mültecilerin kazanılmış haklarına ise sünger çekildi! Türkiye’de hala 1 milyon mülteci işçi kayıtdışı. Daha vahimi, çalışma izni almak isteyen mülteciler patron rızasına tabi! Bu da köleliği kurumsallaştırıyor. Yeni düzenleme, tarım işçisi mültecilerin “muafiyet belgesi” karşılığında kayıtdışı sömürülmesine de onay veriyor.

“Mültecilere çalışma izni” herkesten çok TİSK’in muradıydı. Merdiven altı atölyelerden sonra büyük patronlar da mültecileri fabrikalara çekme derdinde! Güvencesiz, ucuz ve esnek çalışacak mülteci işçilerin “kiralık işçiler” haline gelmeleri işten bile değil.

İş cinayetlerinde mülteci ölümleri de bu tabloya paralel olarak arttı. 2013’de ölen mülteci işçi sayısı 22 iken, 2018’de en az 108 işçi hayatını kaybetti.

Ne yazık ki sendikaların mülteci emeği konusunda hala somut bir stratejisi yok. Oysa 2017 ve 2018’de gerçekleşen saya eylemleri, ortak mücadele ve örgütlenmenin başarılı bir örneğiydi. Bu yüzden 2017 Almanağında söyle yazmıştık: “Dileriz 2018 sendikalar için bir başlangıç olur...” Ama o günden bugüne, atılan somut adım pek de olmadı. Dolayısıyla bize aynı ‘temenni’yi 2019 için de tekrarlamak düşüyor.

MÜLTECİLERİN AHI...

Açlık ve çete baskısından bunalan Latin halklarının ABD’ye göçü, 2018’e damga vuran olaylardandı. Karavan yürüyüşü’nü “kavimler göçü”ne benzetenler bile oldu. Trump’ın göçmenlere yanıtı ise ölüm fermanıydı. 2019’a sayılı günler kala Guetamalalı 2 göçmen çocuk ABD’de gözaltında öldü. Çocuklardan biri 7 yaşında kız çocuğu, diğeri 8 yaşında bir erkek çocuğuydu.

Britanya adasında, AB ve Amerika şehirlerinde mülteci çocukların uğradığı ayrımcılık ve ırkçı saldırılar kapitalist dünyanın bir başka yüz karasıydı.

Ekrandaki haberlere bakıp “Yakarsa bu dünyayı mültecilerin ahı yakar!” diyenler aslında yarım söylemişlerdi. Çünkü göçmenler/mülteciler; (işçi sınıfıyla birlikte) eşit ve özgür bir dünyanın kurucu unsurları arasında da sayılmalı.

 

ÖNCEKİ HABER

Gerçeğin çölüne hoş geldiniz!

SONRAKİ HABER

‘Dilediğin kadar değil, direndiğin kadar...’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa